Geçen yıl, cumhurbaşkanlarının kendi dönemlerinde açılan davalarla ilgili bir çalışma kamuoyu ile paylaşıldı.

Sondan başa doğru gidersek;

Erdoğan: 38 bin 581,

Abdullah Gül: 848,

Kenan Evren: 340,

Turgut Özal: 207,

Ahmet Necdet Sezer: 163,

Süleyman Demirel: 158 dava açtı.

“Cumhurbaşkanı’na hakaret” suçlaması ile hakkında dava açılan kişi sayısı 1994 - 2014 yılları arasında bin 138 iken, 2014–2020 yılları arasında, Erdoğan döneminde, bu sayı 38 bin 581’e ulaşmış.

Çalışmayı yaparak raporu hazırlayan kişi, Avukat Gülizar Biçer Karaca. Karaca, halen İnsan Haklarından Sorumlu CHP Genel Başkan yardımcısı.

2018 ile 2020 tarihlerinde açılan davalara ve sonuçlarına ilişkin rakamlar şöyle:

“2018’de 6 bin 270 sanıktan 2 bin 775’i, 2019’da 13 bin 990 sanıktan 4 bin 291’i, 2020’de ise 9 bin 773 sanıktan 3 bin 655’i hakkında mahkûmiyet kararı verildi.”

Üç yılda açılan 30 bin 033 davadan çıkan mahkûmiyet sayısı 10 bin 721. Açılan dava ile verilen mahkûmiyet kararı oranı yüzde 35,7. 2020’de bu oran yüzde 37,4’e yükseldi.

Cumhurbaşkanlarının görev süreleriyle ilgili istatistikleri de vermek olası, ama yazıyı rakama boğmayalım.

Turgut Özal’ın açtığı davalardan birisi Hüseyin Cimşit’e yönelik. İzmirli bir iş adamı olan Cimşit, 1989 yılında Özal cumhurbaşkanı seçilince boynuna bir pankart astı ve İzmir caddelerinde “İn oradan aşağı, alışamadım” pankartıyla dolaştı. Bu davadan sonra makine mühendisliğinin yanında, hukuk fakültesini de bitirdi, avukat oldu, kendine göre mücadelesini sürdürüyor. Cimşit’İn sosyal medyasındaki bir notta Fransız Başbakanı Clemenceau’nun (1841 – 1929) bir sözü var: Adalet yoksa, vatan da yok olur.

Bir de hoşgörü konusu var. Ülkemizde hoşgörü kültürünü yansıtanların başında yazarlar ve çizerler gelir. Onlar zaman zaman halkın sorunlarını dile getirirken nezaket kurallarını aşabilirler. Burada görev veya sorumluluk da devleti yönetenlere düşüyor. Demirel ve Özal’ın açtığı davaların sayısı onların da “sense of humour” dediğimiz nüktedan kültüründen gelir.

Tabii ki, bir kişinin hoşgörülü olması, yazar ve çizerlerin sorumluluklarını bir yana bırakmalarını gerektirmez. Cumhurbaşkanlığı makamı Türkiye Cumhuriyeti devletinin en yüksek makamıdır. Sanırım kişi ile makamı ayırt edecek bir üslup takınmak önemli. Ancak, bugün bir partinin başkanı olarak herkese her türlü sözü söyleyen, hakareti yapan birisi var. Ona yanıt verildiği zaman, o kişinin makam kalkanının arkasına saklandığını da gözden uzak tutmamak gerek. Türkiye’de bu koşulda siyaset yapılıyor. Kolay da değil doğrusu.

Siyasette hesap sandıkta görülür. Buna seçmen karar verir. Tabii herkes kendi hesabını kendisi verir.

Ortalık zamlardan geçilmezken, halk kar yağışı nedeniyle sefalet çekerken, fabrikaların elektrikleri kesilirken Kabataş camiine belden üstü çıplak, ellerinde siyah eldivenlerle koşan insanlar bacımıza hakaret ettiler türünden senaryolara olanak sağlayarak gündemi yoksulluktan başka taraflara çekecek tavırlar, her zaman dikkatimi çeker.

Demokrasi mücadelesi sorumluluk gerektirir.