24 Haziran Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri yaklaşırken bir iki detaydan söz etmek gerekiyor. Örneğin 16 Nisan referandumuna göre 4 milyon seçmen arttı. Bu artan oyun dağılımı çok önemli. Yani yeni seçmen olmuş gençler ne tarafa yönelecek çok önemli.

Ayrıca bir ilk de yaşıyor memleket. Bütün cumhurbaşkanı adayları ve bütün siyasi partiler ‘muhalefet’ olarak seçimlere hazırlanıyor. Cumhur İttifakı memlekette olan biten hiçbir şeyden sorumlu değil gibi sıralıyor vaatlerini. ‘OHAL kalkacak’, ‘tutuklu gazeteci kalmayacak’, ‘daha özgür bir ülke’, ‘ekonomi düzlüğe çıkacak’ gibi asla ‘sorumlu’ olmadığı sıkıntıları çözeceğini vaat ediyor. Kendisine muhalif, kendisinin yaptığı hataları düzelteceğini iddia ediyor yani. İlginç.

İttifaklar, adaylar derken aslında ülkemize bir cumhurbaşkanı belirlemekten ziyade bir ‘rejim’ belirliyoruz, bu gerçeğin farkında olanlar da parlamenter sistemin öneminin farkında. ‘Başkanlık sistemi’ adı altında tek adam rejimi ile parlamenter sistemi yarıştırıyoruz aslında. Mevcut Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan dışında kalan diğer tüm adaylar parlamenter sistemi savunuyor ve geri döneceklerini vaat ediyorlar. Ya da şimdilik öyle söylüyorlar. Seçilirlerse ne olur hep beraber göreceğiz. Ama ‘tek adam rejimi’ne karşı olan herkes, Erdoğan dışında kalan diğer tüm adaylara öyle ya da böyle inanmak durumunda. 8 Temmuz’da (Şahsen cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalacağını ve bu tura ilk yazılacak ismin Erdoğan olacağını hemen herkes gibi ben de ön görüyorum) parlamenter sistemden yana olan herkes Erdoğan’ın karşısında kim olursa ona oy verecektir, vermelidir. Çünkü yazının başında da belirttiğim gibi bu seçimde biz Cumhurbaşkanını değil, rejimi belirliyor olacağız.

***

8 Temmuz’da yapılacak olan ikinci tur seçimlerinden sonra bence bizleri bir seçim daha bekliyor, beklemeli; ‘Üniversite rektörlük seçimleri’. Örneğin, benim de mezun olduğum Ege Üniversitesi’nde 15 Temmuz sonrası atanan ‘muskacı’ rektör Prof. Dr. Mustafa Cüneyt Hoşcoşkun adı ‘FETÖ’ ile anılıp soruşturma açılınca görevden alınmış, onun da yerine Prof. Dr. Necdet Budak atanmıştı. CHP listelerinden Edirne milletvekili olup daha sonra istifa edip AKP’ye geçen Necdet Bey’in görevden ne zaman alınacağı bir bilinmez olarak köşede dursun ama kendisi ‘muskacı’ rektörden daha somut adımlar atıyor. Örneğin 382 akademisyeni Ege Üniversitesi kapısına dikerek Recep Tayyip Erdoğan’ı karşılıyor. Hem de YÖK tarafından Muharrem İnce’yi karşıladığı için görevden alınan Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Alaattin Duran’dan yaklaşık 1 ay önce yapıyor bu karşılamayı. Arkasından muska yazdırmıyor, voodoo büyüsü yaptırmıyor… Somut adımlar atıyor ve gurur duyuyor.

Dokuz Eylül Üniversitesi’nin ise henüz rektörü yok, vekili var. Muhtemelen ‘atayacak’ zamanı olmadı Recep Tayyip Erdoğan’ın. Bir de şimdi seçimler girdi araya. Seçimlerden sonra da yine muhtemeldir ki yetkisi olmayacak atamaya. Yerine aday olan kişiler de üniversitelerin özerkliğini savunduğu düşünülürse birçok üniversite gibi Dokuz Eylül Üniversitesi’ni de bir rektörlük seçimi bekliyor.

Velhasıl birçok kurum gibi özerk olması gereken ama olamayan üniversitelerde 8 Temmuz sonrası özerkliğine kavuşacak ve her üniversite kendi rektörünü kendisi seçecek temennisi ile yazımıza devam edelim.

***

İlk yazımda değinmek istediğim bir başka konu da güncel siyaseti takip edenlerin bildiği gibi 48 CHP’li vekil partilerinin Genel Kurultayı öncesi “Demokratik Tüzük, Demokratik CHP, Demokratik Türkiye” başlıklı bir bildiri yayınlamıştı. O bildiride imzası bulunan vekillerden sadece üç tanesi milletvekili aday listelerinde kendisine yer buldu. İzmir Milletvekilleri Selin Sayek Böke, Tacettin Bayır ve Atila Sertel. Yine o bildiriye imza atan diğer bir vekil ise CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı oldu, Muharrem İnce.

Bu üç değerli İzmir Milletvekilinin yeniden parlamentoya gireceğini düşünüyorum. Çapacı Tacettin Bayır ve eski gazeteci Atila Sertel zaten İzmir kamuoyunun, sokağın yakından bildiği, tanıdığı siyasetçiler. İlk vekilliği döneminde Selin Sayek Böke’nin, Genel Merkez’deki görevlendirilmeleri nedeni ile İzmir’le çok ilgilenememiş olması kimseyi yanıltmamalı. Aslında parti sözcüsüyken 16 Nisan Referandumu sonrası yaptığı açıklama İzmir’e ne kadar yakıştığının, dokusunun İzmir’le ne kadar tuttuğunun göstergesi diye düşünüyorum. Açıkçası 24 Haziran seçimleri için Hatay’dan vekil adaylığı konuşulduğu dönemde İzmir böylesine güler yüzlü, birikimli bir vekili kaybedecek korkusu yaşamadım değil. Neyse ki İzmir’den aday oldu yine. Ama şimdi başka bir tehlike var Selin Hoca ile ilgili. Cumhuriyet Halk Partisi iktidara gelir de, kendisini ‘Ekonomi Bakanı’ yaparsa yine İzmir’le çok ilgilenemeyecek. Şaka bir yana mevcut isimler düşünüldüğünde bu görevi de başarı ile yapacağı aşikâr. (Cumhuriyet’ten Aydın Engin’in ‘Füsun Sayek’in kızı’ başlıklı yazısını kendisini çok da tanımayanlar için şiddetle öneriyorum. Yazıyı okumak isteyenler için http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/985920/Fusun_Sayek_in_kizi.html )

***

Gezi 5 yaşında. Yani Berkin’i, Abdocan’ı, Ethem’i, Ali İsmail’i ve daha nicelerini kaybedeli 5 yıl olmuş. Keşke isimlerini bilmediğimiz, öğrenemediğimiz kardeşlerimiz olarak kalsalardı ve hayatta olsalardı. Berkin 19’unda bir üniversite öğrencisi olsaydı. Hatta İzmir’de okusaydı, bir 1 Mayıs mitinginde tanışsaydık Gündoğdu Meydanı’nda.