Eşe, vatana, arkadaşa, çocuğa, aileye, doğaya, hayvanlara, canlılara, toprağa, dereye, tepeye, ormana ve yaşamın her alanında rastladığımız ihanet sözcüğünü düşündüm. Çok kötü bir duyguyu barındıran ihanet sözcüğünün içinde; insanın çok canını acıtan bir kandırılma, aptal yerine konma, aslında hiç sevilmeme, hatta belki de kullanılma, beğenilmeme, aşağılanma gibi insanı çileden çıkaran, onu çok inciten anlamlar gizli.

En eski kavramlardan olan İhanet, insan topluluklarının oluşumundan itibaren varlığını sürdüren bir kavramdır. Bugün ülkemizde her insanın ağzından duyduğumuz ve çok kullanılan bir sözcük ihanet.

“Sen ihanet ettin” Konuyu akademik açıdan ele alan araştırmacılar, “insanların ilk olarak aile çerçevesinde örgütlenmesiyle pater familias’a karşı işlenen suç şeklinde bulguladıkları bu kavram, devletlerin güçlenmesiyle devlete ve devlet başkanına karşı işlenen suç yani vatana ihanet olarak karşımıza çıkıyor.” Diyor ve bununla birlikte güven, sadakat ve onun antropolojik boyutu olarak da değerlendirebilecek tarihi birikimin söz konusu olduğunu söylüyor.

Katılıyorum ve günümüzde çoğu devletin anayasasında ya da ceza kanununda vatana ihanet yer almakta. Zira bu kavram dönemin siyasal ve toplumsal koşulları, özellikle egemenlik kavramı ile değişim geçirmekte. Türk hukuku ve siyaset literatüründe de sıklıkla dile getirilen bu kavramın günümüz devletlerinde ne şekilde yorumlandığından ziyade, kavramın nasıl ortaya çıktığına bakılıyor.

İnsanın kazanma hırsıyla talan ettiği dünyada bir başka ihanet konusuysa hayvan türüne yapılan ihanettir. Dünya Doğal Hayatı Koruma Vakfı'nın (WWF) verilerine göre 1970-2014 yılları arasında ormanda yaşayan çok sayıda hayvan türünün sayısı yarı yarıya azaldı. Özellikle kurbağalar gibi amfibi türler ve maymun gibi memeli hayvanlar ya da orman fillerinin sayısında ciddi oranda düşüş kaydedildiği bildirildi. Dünya çapında ormanlarda yaşayan 455 hayvan popülasyonu ve 268 omurgalı türünde yarı yarıya azalma olduğunu ortaya koydu. Nedeni ise insanların yaşam alanlarını yok etmesi.

İnsanın bir başka ihaneti, tahribatı ise kendinin de yaşadığı dünyanın havasına, suyuna vurduğu darbe sonucu yaşanan iklim krizi. Buna ‘iklim ihaneti ‘de diyebiliriz. Zürih Federal Teknoloji Enstitüsü'nün kısa süre önce açıklanan raporunda iklim değişikliğiyle mücadelenin en iyi yönteminin ormanlaştırma olduğu sonucuna varılmıştı. İsviçreli bilim insanları, ormanlaştırmayla karbondioksit salınımının üçte ikisinin azaltılabileceğine dikkat çekmişti.

Türkiye’de iktidar tarafından desteklenen madencilik çalışmaları yüzünden, başta Kazdağları olmak üzere, Türkiye’nin tüm orman alanları tahrip edilmiş durumda. Buna da ormana ihanet diyebiliriz.

Örneğin Kazdağları’nda 350 bin ağaç kesilmiş. 2004 yılında çıkan bir maden kanunu ile orman alanlarında her türlü madene izin verildi. Ülkemiz ormanları hükümet eliyle yok edilmektedir. İktidar, ayakta kalabilmek ve ekonomiyi güçlendirmek için inşaat ve orman ürünleri işleyen sektörü ayakta tutmaya çalışmakta ve bu sektörleri ayakta tutabilme pahasına da ormanları yok etmektedirler.

Gelelim tüm canlıların yaşam kaynağı su’ya yapılan ihanete, Su’ya nasıl mı ihanet edilmiş? Rant odaklı projeler, HES'ler, RES'ler, JES’ler ve tüm dünyanın enerji üretiminde terk ettiği termik santral projeleri halen Türkiye'nin gündeminde önemli bir yer kaplar durumda. Türkiye nüfusunun 2030 yılında 100 milyona ulaşacağı ve kişi başına düşen su miktarının bin 120 m3'e gerileyeceği öngörülüyor. Bu öngörüler, Türkiye’nin “su fakiri” olma yolunda ilerlediğine işaret ediyor. Bu arada, iklim değişikliğinin yarattığı olumsuz etkilerin artması ile birlikte, kuraklık da Türkiye için çok önemli bir risk temsil ediyor.

İktidar su konusunda ne yapıyor sizce? Tarım alanlarına can veren, birçok canlının yaşam alanı olan akar sular verimi düşük ve maliyetini bile karşılamayan HESler için yok edilirken, yurttaşların elini yıkadığı suyun hesabı soruluyor. Peki kar amacı güden şirketlere rant uğruna peşkeş çekilen su varlıklarının israfının hesabını kim sormaktadır? Mega projeler uğruna kurutulan göller, inşaat sektörüne kurutulmaları pahasına verilen akar sular ve göller yurttaşın elini yıkadığı sudan daha mı azdır? Tarımda başka çözümler üretilmediği için kullanılan içme suyu israfı musluğumuzdan akan sudan daha mı azdır? Neden devletin özel şirketler aracılığı ile israf ettiği ve kirlettiği suyun hesabı yalnızca ve yalnızca yurttaşlara sorulmaktadır? Kanunların ardından dolaşılarak imara açılan alanlar ile kirletilen ve yok edilen su varlıklarının hesabını devlet yurttaşlara vermek zorundadır.

Özetle İstanbul Sözleşmesinden çekilmekle kadınlara, altın, maden, taş ocakları…açılmasına izin vererek ormana, HES,RES; JES’lerle suya, Hayvan Haklarını Yasasını çıkartmamakla hayvanlara, tarımda ithal politikalarıyla çiftçiye, koovid-19’u meslek hastalığı sayılmadığı için sağlık çalışanlarına, kısacası eşe, vatana, arkadaşa, çocuğa, aileye, öğrenciye, doğaya, hayvanlara, canlılara, toprağa, dereye, tepeye, ormana dair  yaşamın her alanında ihanet yaşıyoruz ve o yüzden son yıllarda en çok kullanılan sözcük haline gelmiştir.

Sizce de öyle değil mi?