Bir tebessüm kadar yumuşak, kuş yemi kadar hafif, bir günaydın kadar basit sözlere… Serçe misali seyirlik telaşlara, içimi acıtmayacak, ruhuma sükunet verecek müziklere, kitaplara, filmlere ihtiyaç duyuyorum bu aralar.

Akide şekeri gibi ağzımda yuvarlayıvereceğim, çocukluğumun bakkalından gazete kağıdı külahlarda alıp yemeye doyamadığımız sütlü ender şekerleri gibi basit ve tatlı şeylere… Kovalamacasız, kavgasız, bahar güneşi gibi ılık, şefkatli anlara… Zira arkadaşım… Yaşadığım/yaşadığımız bu baş döndürücü, bu durmadan zalimliğin/nobranlığın/yoksulluğun altını çizen hayat, her gün fena çizik atıyor ruhlarımıza...Kan yok ama acısı kağıt kesiği gibi. Sızlıyor biteviye.

Ne zaman sıkılsak, daralsak, içimizi gam bassa, kafamız bozulsa birilerine, içimizin ufunetini dağıtacak küçük mutluluklar icat ederdik. Dinleyecek, senin derdinle hemhal olacak bir arkadaştı bu bazen, kimi zaman alışverişle geçirilip o vitrin senin bu vitrin benim kafa dağıtmalardı.

'Haydi akşam yemeğe çıkalım'dı kimi zaman. Hava da güzelse bir kıyıda salaş bir balıkçı lokantasında martılara ekmek atarak, iki kadehin belini kırarak denize bakmak, içindeki dalgaları maviyle sakinleştirmekti. 'Aman ya, boşver, hayat kısa, değmez bu kadar üzülmeye' laflarına kaçmak...

Bir de pazaryerlerine sığınmak vardı. Elinle koymuş gibi bulduğun bildiğin esnafla, her hafta tarlaya taşıdığı bebeğini, pazar tezgahlarına getirip bir yandan sana laf yetiştiren, bir yandan ürününü tartıp para alıp para veren köylü kadınlarla yarenli... 'Bu ot nasıl pişiriliyor' diye soran yeni yetmeye şiveli yemek tarifleriyle, 'iki de yumurta gırdın mıydı dadından yenmez gari'yle noktalanan sohbetleri.. 'Abla mıncıklama ama artık o domatları, salça mı yapacan burda' diyen azarlar arasında dolaşılıp 'gülü gülü yimek nasip etsin Allah' diyen ak saçlı köylü teyzelerin dualarıyla hafifleyen alışveriş günleri...

Bitti...

Ne alanın, ne satanın mutlu olduğu yerler artık pazar yerleri. 'Bir sonraki güne nasıl uyanacağız, bunu da bulamayacağımız, alamayacağımız günler mi geliyor' bakışları bunlar. Kederli. Neşesiz. Endişeli. Donuk. Sen domates seçerken fiyat sorup yüzünden 'ah' sesi düşen teyzenin ayaklarını sürüyerek uzaklaşması kadar yakıcı.

Eski inanç kalıplarının, bildik hayat tecrübelerinin işe yaramadığını gördüğümüz, sanki yeni bir dil öğreniyormuş, yeni bir eğitimden geçiyormuş gibi hayatımıza yeniden baktığımız bir süreç artık zaman.

Elim dolu, ruhum boş bir çuval gibi; içimde 'bunlar daha iyi günleriniz' diyen dış ses... Ve 'gelecek nasıl gelecek' korkusu... Pazaryeri çıkışındaki fırının önünde uzayıp gitmiş askıda ekmek kuyruğu...

Rakamların diline ihtiyaç var mı? Asgari ücretin 2002'de kaç çeyrek altın yaptığına/şimdi ne kadarının alınabildiğine, ekmeğin, benzinin, unun, yumurtanın, etin katlana katlana katlanılmaz hale gelmiş fiyatlarına, doların karşısında Türk lirasının nasıl eridiğine, cari açığa, kişi başına düşen gelirin iç/hiç oluşuna ihtiyaç var mı hali melalimizi anlatmak için. Neye böler neyle çarparsan çarp, ortaya çıkan diz boyu yoksulluk, işsizlik, diz boyu keder, çaresizlik… 'Ortak kederin/kader'in tek adı var; geçinemiyoruz.

Geçinemiyoruz!

Daha yoksul, daha yorgunuz. Alışageldiğimiz krizlerden birini değil, daha beterini yaşıyoruz. Ve güvensisiz. Yarına nasıl çıkabileceğimiz sorusuyla alabildiğine dağınık...

Ya öfke? İçimizde biriken isyanlar nereye akmakta? İşsizlerin, kapanan dükkanların, evlere sığamayan esnafın hayaletleri dolaşırken sokakları, kabarırken borç defterleri, kabaran öfkeler nerede birikiyor? "Ajans haberlerinde kirlenirken insanlık”, acının, kederin, umutsuzluğun yatağını niye çaresizlik dolduruyor gürül gürül?

İçimizdeki ateş niye güneşin kanatlarını eritip yakacağını bildiği halde yükselmekten vazgeçmeden ölümü seçen İkaruslara dönüşüp kendimizi yakıyor sadece? Yoksulluğun vicdani retçilerini buluşturamayan ne, hangi gerçek, hangi gerekçe? “Haksız güç zalimdir, güçsüz hak ise çaresizdir” mi sebep?

“Dert, ona katlanma kapasitesi yaratır” demiş biri. Belki de sakızlardan çıkma bir sözdür ve katlanma kapasitesi istiap haddini henüz aşmamıştır. Yedeğinde hep yeni bir acı taşıyıp bırakan hayata karşı başka nasıl açıklanabilir bu sessizlik, bu katlanış, bu ölü toprağı halleri ki…