14 yıllık AKP’nin dava arkadaşlığı sanırım sona ermekte. Gemi karaya vuracak mı bilinmez ama gemideki çatlağın tamir edilemez hale geldiği kesin!

Hatırlayın, bir zamanlar Sayın Cumhurbaşkanımız: ”Biz aynı gemideyiz!” demişti. Bırakın bizi aynı gemiye almayı, birlikte yola çıktığı dava arkadaşlarını bile bir bir denize attı. Abdüllatif Şener, Abdullah Gül, Bülent Arınç ve son olarak da başbakan Ahmet Davutoğlu… 

Hani ülkede din elden gidiyordu da dindar gençlik yetiştireceğiz diye meydana çıkmışlardı ya, peki şimdi ne olacak?

Her yaptıklarında bir yolunu bulup ülkemizde kurmak istedikleri o yüce ahlaksal yapı da artık kurulamayacak mı?

Dini korumazsan, dine sahip çıkmazsan, diye naralar atıp Türkiye’de ahlaksal yapının çöküşünü hep dini temeller üzerine oturtan, dinden beslenen bu zihniyet olmazsa halimiz nice mi olur?

En büyük dindar sizdiniz!

Dinin toplumdaki ahlaki davranışları yönlendirdiği doğrudur. Ancak bu yönlendirmede samimiyet olursa… Ahlakın ödevi, öncelikle olumsuz düşünce ve tutkuları yenmektir. Ahlaki hayat, aklın tutkulara karşı savaşıdır. İnsan özgürlüğe yalnız bilgi ile ulaşabilir. Bilmek ise var olanın, olarak algıladığımız her şeyin Tanrı’nın özünden olduğunu bilmektir. Bunun temelinde sevgi ve samimiyet vardır. Ve bizlerin koyduğu ahlak yasaları samimiyse, bilgisini akıl yoluyla edindiğimiz Tanrı’nın yasalarıdır aslında.

Peki, şimdi kendimizi sınayalım: Tanrı’nın yasasına ne kadar uygun veya aykırıyız? Sınıflı toplumlarda yaşamın çelişkileri bir süre sonra kişilik yapılarını dizayn etmeye başladığından bazı tutkular, hırslar da olumsuz örnekler olarak çıkabiliyor karşımıza!

Topluma ahlaki öğretileri, din elden gidiyor imajıyla empoze etmeye çalışan AKP’de son zamanlarda olanlar ne kadar ahlaki acaba? Başkanlık için en yakın arkadaşlarını yarı yolda bırakan, Tanrı’nın yasalarını uymamış olmuyor mu?

Toplum açısından da baktığımızda durum aynı aslında… Bütün bu olanlara göz yummak, şakşakçılık yapmak da aslında bir bakıma ahlaki yasaları çiğnemek demektir. Ahlak kavramı, sadece dini olgulara göre değil toplumun eğitim, sosyo ekonomik ve kültürel yapısına göre de şekillenir. Dindar gençlik yetiştireceğiz, diye yola çıkarsanız ve eğitimimin bilim yönünün altını boşaltırsanız bu da toplumda olumsuz, derin yaralara yol açabilir. Ensar Vakfı’nda olanlar gibi... Din kisvesiyle, ben müslümanım, benden kötülük gelmez diye oluşturulan bu bilinç, eğitimde aklın ve bilimin önüne geçildiği için, tecavüz gibi büyük bir ahlaksızlıkla sonuçlanabilir.

Din denilen olgu, yüreklerde, gösterişten uzak samimi olarak yaşatıldığında ve tüm dinsel olgular akıl ve bilimle korunduğunda toplumda ahlaksal yapı ve huzur da korunur.

Binlerce İmam Hatip Okulu açmak toplumda yüzde yüz ahlakın korunacağı anlamına gelmediği gibi, dini olan herkes ahlaklıdır, gibi bir öğretiye inanmak ve bunu uygulamak da bir nevi iki yüzlülüktür.

Din hayatta gösterişi, gücü ve parayı elde etmek gibi amaçlarla kullanılmaya başlanıldığında toplum da hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet, tecavüz gibi birçok kötü durumun odağı haline gelir.

Elindeki kültürel yapıyı, güçlü bir ekonomik yapıyla birleştiren toplumlar, zaten inançlarını ve bundaki özgürlüklerini de koruyabiliyorlar, demektir.

Çünkü ahlak kişinin vicdanıdır, yasası da kişinin beynidir.

Bence artık samimiyet, bir an önce siyasetimize hakim olmalıdır. Bu siyaset gemisi de artık batar mı, bilemem ama bu kadarı da olmaz dediğimiz her şeyin başkanlık için yapıldığı açıkça belli artık.

Önce samimiyet… Mevlana’nın Mesnevi’sinde 12 hikayeden biri olan Musa ile Çoban Hikayesi’nde dinde samimiyet kavramı ne güzel de açıklanmıştır. Hikaye şöyledir: Hz. Mûsâ yolda giderken kenarda oturup duâ eden bir çoban görür. Çoban: “Yâ Rabbi! Bana misâfir olsan, sana en güzel yemeklerden ikrâm etsem, ayağına çarık (ayakkabı) yapsam, saçlarını yıkasam, saçındaki bitleri kırsam” diye duâ ederken. Hz. Mûsâ bunu duyunca çobana: “Ey çoban! Allah Teâlâ"ya böyle duâ edilmez, onun yemeye, içmeye ihtiyacı yoktur, insana benzemez” der. Bunun üzerine çoban: “Ey Mûsâ! Ben câhil bir çobanım, bana nasıl duâ edeceğimi öğret de öyle duâ edeyim” diye karşılık verir. Hz. Mûsâ ona Allah"ın şânına yakışır bazı duâlar öğrettikten sonra yoluna devam etmek için yürümeye başlar. O esnâda Allah Teâlâ"dan kendisine şöyle bir hitap gelir: “Ey Mûsâ! Ben o kulumun duâsından mutlu oluyordum, çünkü samimi idi. Niçin onun duâsını değiştirdin?” Bu hitap üzerine Hz. Mûsâ tekrar çobanın yanına döndü ve: “Sen nasıl istiyorsan öyle duâ et” der ve yoluna devam eder.

Bu hikâyeden de anlaşılıyor ki yaradanın gözünde bile öncelikle insanın samimi olması çok önemlidir. Bu hikâyenin birilerine örnek olması dileğiyle…