Merhaba Sevgili Timuçin,

İlhan Berk’in sözüdür: “Her şey yazılmak istiyordur.

Gece vakti gelen telefonlardan ürkerim. Dün gece vakti aradı Muzaffer Sarıgül, gece yarısına doğru akarken zaman... Bir gün önce konuşmuştuk oysa. Kitaplarla arasına girenlerden, konuşmaktan, yazmaktan, akıp giden şiirgünlerden açmıştık sözü... Seni söylemekmiş meramı.

Kimi gece var, karışır sıradan geceler arasına, yiter gider; kendinden, bizden habersiz. Kimi gece, dilinde “aşk kitabının sayfaları arasında/ kurumuş bir unutmabeni çiçeği”nin türküsü, dolaşır sokak sokak, kapı kapı... Varır bir şairin kapısını çalar, çalmaya durur. Tam o sıra fark eder bahçedeki “gazi” kedileri... Her biri kendine göre bir savaştan çıkmıştır.

Şair açar kapıyı, giderir geceyi dillendiren şairin(Rüyasında gördüğü, “Çıkacağım Dostum, görüşeceğiz...” dediği Ahmet Günbaş’ın) merakını:

Sağlam hayvana herkes bakar. Ben bir kedi darülacezesi kurdum dostum. Geçinip gidiyoruz işte...

Gecenin atına biner şairin inceliği, varır kendini başka bir şairde, Özdemir Asaf’ta bulur:

Herkes fazlasıyla sevmiş/ Ben eksikleriyle de sevdim oysa...

***

Her şey yazılmak istiyordur.” Sevgili Timuçin!

Karpuz, ince dilim kaşar peyniri, buzlu rakı...” Tadımlık aldım, sonra hepsini öylece bırakıp düştüm yola... Sokaklarını dolaştım sıkı sıkıya bağlı kaldığın düşlerinin, ideallerinin kentinin; seni her zaman sarıp sarmalayan Turgutlu’nun, İzmir’in... Senin bütün taşralarının, kentlerinin çarşılarını, birbirimizi beklediğimiz köşe başlarını, salonlarını, devrim umudumuzun sığmadığı alanlarını... “Ordusunu yitirmiş ne ki düşlerine sımsıkı sarılmış bir asker gibi” karşıladın, her anını, her köşesini tutkuyla sevdiğin kentlerinde beni/ hepimizi...

Zaman zaman ulaşamadığım, yaman bir meraka düştüğüm telefonların düştü aklıma. Sonra bir akşamüstü (bak, neden bilmem ama günün en çok bu vaktini severim), ikinizi, seni ve sevgili eşin Engin’i bir arada bulunca “Bekirciğim, Dostum!” diye seslenişinin hemen ardından oyuncağını kendi yapan kuşağın çocuklarından biri olarak senin de hazır edilmiş, emek istemeyen oyuncakları sevmediğini bir kez daha duydum senden... Bir gün de oğlun Mutlu’yla tanıştırdın bizi, unutmadım o günü ne ki ne yer var aklımda ne de zaman...

Karpuz, ince dilim kaşar peyniri, buzlu rakı...” Toplaştık dostlar; şiire, söze, muhabbete yakışır bir mekânda... Kimler yok ki! Ahmet Günbaş, Ahmet Necdet, Ahmet Yurdakul, Ahmet Zeki Muslu, Altay Ömer Erdoğan, Asım Öztürk, Atila Er, Aydoğan Yavaşlı, Bilsen Başaran, Emine Kuşoğlu, H. Hüseyin Yalvaç, Halim Yazıcı, Hasan Özkılıç, Hidayet Karakuş, Hüseyin Yurttaş, İlhan Soytürk, M. İskender Özturanlı, M. Kadri Sümer, M. Şakir Örs, Mazhar Alphan, Mustafa Özturanlı, Oğuz Tümbaş, Onur Şenli, Recai Atalay, Sedat Şanver, Tacim Çiçek, Zübeyde Seven Turan... Ekrem Akurgal da aramızda. Yusuf Çotuksöken gelememiş İstanbul’dan, Aydın Şimşek daha İzmir’e taşınmamış, Özge Sönmez Fransa’da... “Şafağın Buğusu” çoktan sarıp sarmalamış hepimizi. Bir de seninle “Merhaba Yaşamak” demişiz düşmana inat!

Bilirim, “yeryüzünün sonsuz yalnızlığı gizlenmiştir” şairlerin ve senin o hüzünlü bakışlarına. Ne ki bitip tükenmez direncin o hüzünden şiirler doğurmuştur işçiye, emekçiye, alın terinin ötesini bilmeyene... Gün gelmiş, “Fırtına Kuşu”, bir başka anda/ yerde Mustafa Kemal’in süvarisi gülümsemiştir hepimize o hüznü yararak...

Karpuz, ince dilim kaşar peyniri, buzlu rakı...” Bitmiş mi rakı(mız)? Bu güneşe kar mı dayanır?..  Sonra yine düştük yollara, sokakları, caddeleri pay etmeden... Hepsini bizim kıldık inceden... “Sonsuz” bir yürüyüş bizimki! Vardık Evrensel’e... Takvimlerin 1990’lı yılların kapısında eğleştiği günler. İlkin orada mıdır tanıklığım o akıcı, derli toplu, ne istediğini bilen seslenişine; o inceliğine, zarafetine sonra... Öyle olmalı. Şiirim bir borç ödeme şiiridir. Aileme, çocukluk arkadaşlarıma, yol arkadaşlarıma, bayrağıma, vatanıma, Mustafa Kemal’e, barışa ve işçi sınıfına...” deyişin durur kulağımda... Arkası geldi; fuarlar, söyleşiler, anmalar, yeni yeni kitaplar... Ne ayağına üşenirdin (yeter ki sağlığın elversin) ne sözüne... süreyi bilmen yeterdi.

Ansızın bir acıyı kucaklayarak geçti”, geçiyor aylar sevgili Timuçin! Eskiden de mi böyleydi? Değilse dostluklar yıllandıkça mı böyle oluyor?

Günler, cephelerden dolanıp gelir gibi, “şafaklar kirli, göl suları bulanık...” şimdi. “Ah, hiç büyümeyen sevgili hayat/ olduğun yerde kal, ben giderim...”demenin hiç zamanı değildi be çelebi devrimci. Baksana “türküler dalgalanıyor herkes sevinçlerini göndermiş...”Üstelik rakımız da var daha.

........................

Timuçin Özyürekli (şair, yazar/ 19 Ağustos 1950-27 Temmuz 2020)