Güzel İzmir, pırlanta İzmir, 30 Ekim günü saat tam 14.51’de çok feci ve çok korkunç bir dakika geçirdi. Şehrin üç milyonu aşan metropol nüfusu, hayatlarında emsalini daha önceden tecrübe etmedikleri bir afeti, tabiatın kudurmuş öfkesini yaşadı. Saat tam iki elli birdi.

Güzel bir sonbahar gününde, havada hiç bir basıklık yokken, kuşlar, köpekler hiç bir tedirginlik yaşamazken, günün yorgunluğu insanların uyanık zihinlerinde hafiften belirmeye başlamışken yer birden sarsılmaya başladı. Sanki meçhul ve bütün memleketi avucunun içine alıp da sıkıştıran uğursuz bir kuvvet tüm kabiliyeti ile şehri sarstı. Sarsıntı durduğunda, insanlar nefessiz bir solukta kendilerini sokaklara attılar. İzmir depremleriyle meşhur, halkının bu depremlerealışık olduğu bir şehirken belki de ilk defa sokaklara ilk anda fırlayanlar korkunun ve dehşetin çaresizliği içerisinde gözyaşı döküyorlardı.

Cep telefonlarına sarılanlar, yaşadıkları bu cehennemi anların sevdiklerine zarar vermediğinden emin olmak istiyorlardı. Şükür şehrin çoğunluğu bu emsali görülmemiş belki de bir nesil için bir daha görülmeyecek, hiç değilse böylesi umulan felaketi zararsız atlatmıştı. Fakat sokaklarda, artçı sarsıntıların geçmesini, sabırsızlık ve endişe ile bekleyen insanların telefonlarına şehrin diğer muhitlerinden fotoğraflar düşüyordu. Kulelerden çekilmiş bir fotoğraf, Bayraklı’nın üzerinde net bir şekilde sekiz toz bulutunu gösteriyordu.

Bu satırları ileride okuyanlar için nasıl kurgularım bilmiyorum. 2020 yılında bu şehir, şehrimiz birbiriyle bir şekilde tanışan, herkesin, başkalarının bir şeyi olduğu bir şehirdir. Bu şehrin insanı bir bankta oturduğunda, on dakikalık bir sohbette bile hemencecik bir tanıdık çıkartabilir. Bu şehrin insanı birbirini bir yerlerden tanır. Bayraklı’dan gelen o fotoğraf insanların kendi iyiliklerini bir kenara bırakıp gözlerini yeşertmeye yeten bir fotoğraftı.

Sonrasında depremin Sisam ile Kuşadası arasında bir yerlerden geldiğini öğrendik. Dahası depremin suları kabarttığını, Seferihisar’ın sokaklarının bed bir suyla dolduğunu ve tekerlekli sandalyesindeki bir teyzeciği suların alıp götürdüğünü öğrendik. Sonrasında Sisam’da iki çocuğun öldüğü haberi geldi. Sonrasında Salhane ile Manavkuyu arasında sekiz bina, sekizi de dolu bina yıkılmıştı. Enkazda kalanların isimleri birbirbelirmeye, bir yerden tanıdığımız insanların yüzleri kor gibi yüreğimize inmeye başladı. Daha ilk saatte dört İzmirlinin vefatını öğrendik.

Depremin üzerinden saatler geçerken ülkenin dört bir yanından koştular yardımımıza. Biz kendimizi Bayraklı’da bulduğumuzda insanlar enkazdan çıkartılırken ne büyük bir badire atlattığımızı şiddeti git gide artan bir kederle öğrendik. Enkazdan muhabbet kuşları, kediler, köpekler hatta bir tavşan bile çıkartıldı. Eşsiz sevgisini bir hayvana vermeye teşne güzel insanlar vardı enkazın altında ama günler geçerken birbiri ardından, enkazdan canlı kurtulma haberlerinin ötesinde doksan beş tanıdığımızı, ahbabımızı, dostumuzu kaybettik Bayraklı ovasında…

Başka memleketlerde olan, büyük şehirlerde yaşayan insanlara garip veya abartı gelecek bu dediklerim farkındayım fakat İzmirli beni anlayacaktır. Çoğumuzun eşi, dostu, akrabası iyi ama hiç birimiz uzun süre toparlanamayacağız. Eksik kalacağız. Hepimizin başı sağolsun.

1928’de Haydar Rüştü, Anadolu Gazetesi’nde bir tam sayfa yazmış nasıl korktuklarını ve yüreciklerinin kabardığını. Ben bugün bunca kayıp ve keder içinde onun yazdıklarına dert ortağı bulmuş gibi okurken dilerim bizden sonrakiler de beni okur. Ve dilerim o gün kimseciklerini kaybetmez İzmir.