Virüslü günlerin getirdiği başka bir ruh hali var; kendi hayatımız tamamen kendi denetimiz altına girmiş kandırmacası ile hayatın ucunun bir taraflarının elimizden kaçmış olabileceği illüzyonu. Bir garip huzursuzluk hali kısacası. 

Dünya ve ülkede, bu türden bir huzursuzluğun içinde sanki; belirsizlikler, beklentiler bireysel yaşamın odağındayken, daha geniş eksenli düşünüş şekilleri ve insan ömrünün ortalama süresinin çok üstünde planlanabilen sistemler, düzenler, yasalar, düzenlemeler ise bir taraflarda çoktan önümüze bundan sonraki yaşam biçimi olarak sunulmaya başlıyor.

Birçok vicdanlı insanın açık veya gizli beklentisini destekler nitelikteki doğadaki küçük değişimler, yardımlaşma ve dayanışma duygusunun yeniden canlandığına ilişkin nüveler, balkonlardan şarkı söyleyen insanlar, sosyal mesafeden birbirlerine selam verenler, sosyal belediyecilik derken aslında geçmişte saplanılan romantik bataklığın gerçekçiliği, virüs sonrası süreçte suratımıza çok sert bir tokat atacak gibi.

İnsan ve doğanın kendine gelmesini uzun süre erteleyebilecek bir tokat.

Değişimin kendisinden öğrenilecek en önemli yanlardan birisi, değişimin bireyselliği kadar genelliği ile mümkün olabileceğidir. Kutuplaşmış bireysel veya toplumsal yaşamların, kutuplar içinde yaşanan ve zaman zaman adına değişim dedikleri şey, aynı manzaranın renklerinin değişiminden ibarettir; renkler yumuşar veya sertleşir, renk armonisi değişir ama resim aynıdır.

Bu değişim değildir, olanın daha güçlü devamının sağlanmasıdır. İnsan duygusallığı küçümsenemeyecek kadar etkili ve güçlüdür; birçok şeyi reddedecek kadar güçlü ve evet birçok şeyi de kolaylıkla kabul edebilecek kadar güçlü.

Bir vicdanın tüm dünyaya kafa tutabileceği kadar güçlü, milyonlarca vicdanın kör olabileceği kadar güçlü.

Dünyadaki bu değişim beklentisinin nasıl olduğunu başka bir yazıda değerlendirmek kaydı ile bir kenara bırakıp ülkede yaşanan aslında gözümüzün önünde olan birçok sürecin nasıl da olup bittiğine şaşırmaya ayırmak istedim bu yazıyı.

Mesela, son günlerde, bir “Af” Yasası geçti Meclis’ten, hani muhalefet milletvekillerinin birçoğunun katılmadığı, bir af yasasından çok kelli felli bir infaz yasanı değişikliği idi. Tartışıl(a)madı, geçti gitti, uygulandı, uygulanıyor, uygulanacak. Yasa, yeni bir infaz sistemini sessiz sedasız kurdu; ses çıkartmaya çalışanların sesi de, polemikler bataklığında yok oldu gitti.

Toplumun en öneli alanlarından biri olan, hele ki ülkemizde çok da tartışmalı adalet sistemini ve adalet olgusunun en önemli ayaklarından bir olan ıslah ve infaz, çok geniş takdir yetkileriyle ve itiraz mekanizmaları olmaksızın infaz hakimliklerine bırakılmış oldu

Mesela, virüslü günlerin belki de en büyük kazanımlarından biri olan sağlıkta şiddet yasası ile sağlık çalışanlarının korunmasını sağlayacak ceza artırımını düzenleyen tasarı yasalaştı ama sağlık çalışanına uyguladığı şiddet nedeni ile arttırılmış ceza alacak kişinin infaz sürecini belirleyen yasa değişti.

Buna benzer birçok asli süreç gözlerimiz önünden bir film şeridi gibi geçerek yasalaştı veya yasalaşma yolunda; ancak hukuksal getirilerini öngöremediğimiz gibi, hukuksal yöntem ve teamüllere uygunluğunu çok da tartışma şansı bulamadık. Sokağa çıkma yasaklarının getiriliş şeklinden, 60 yaş ve 20 yaş altına uzun süredir uygulanan sokağa çıkma yasağının hukuksal dayanakları, tıbbi ve psikolojik etkileri, sonraki hukuksal sürecin ne olacağı olguları kaynadı gitti.

Başka bir mesela, tüm bunlar olurken, bu konuları en çok tartışmakla kanunen yükümlü Türkiye Barolar Birliği Başkanı, dinsel birtakım yaklaşım ve görüşlerini desteklemekle meşguldü,

Üstelik zaman zaman kendisinin de dayanak olarak “kullandığı” Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Hukukun Genel İlkeleri gibi birçok hukuk kaynağının aksi yöndeki içtihat ve ilkelerini görmeyecek kadar,

Birlik Başkanının sözlerini duyan duayen bir akademisyenin pas geçmesini görmezden gelecek kadar,

Belediyelerin devletten sayılmadığı bangır bangır bağırılırken susacak kadar.

Daha da ilginci, kendisinin başkanı olmadığı avukatlara ve barolara (Türkiye Barolar Birliği Avukatlık Yasasından tanımlandığı üzere baroların tümünün katılımı ile oluşan bir organdır, baroların üstü değildir ve hatta baroları ilgilendiren konularda, “her baronun görüşünü öğrenip, ortaklaşa görüşmeler sonunda çoğunluğun düşünce ve görüşünü belirtmek” gibi bir görevi olan bir koordinasyon yeridir) ilişkin konularda kişisel görüşlerini açıklamaktan, baroların açıklamalarını eleştirmekten, bazı baro başkanları hakkında da, tüm bu hengamenin içinde, Barolar Birliği “adına” basın açıklaması  yapmaktan geri durmayarak. 

Yakın zamanda bir avukatlık kanunu değişikliği söz konusu idi, taslak metin hazırdı ve baroların delegelik yapısı ve bağımsızlık niteliklerine ilişkin değişiklikler söz konusu olabilirdi.

Hayat ne kadar benzeşiyordu ve ne kadar şaşırtmıyordu.

Değişim var, değişim var, nesin ve neye dönüşüyorsun veya gerçekten dönüşüyor musun, toplum değişiyor mu, değişecek mi, yoksa?

...

Terry Eagleton, İdeoloji isimli kitabında “Hegel, bütün büyük tarihi olayların, adeta, iki kez yaşandığını vurgular bir yerlerde (fakat eklemeyi unuttuğu bir şey vardır“: ilkinde trajedi olan ikincisinde komedi olur).”[1] der, ama üçüncüde ne olacağını söylememiştir.

 

[1] Terry Eagleton, İdeoloji, Ayrıntı Yayınları, s.13