Geçenlerde sevgili Ramis Sağlam’la sohbet ederken, ortaya upuzun bir söyleşi çıktı. Bir kısmı “Evrensel”de yayınlandı ama kimi bölümlerini de buraya almak istedim.

-18 yıllık AKP iktidarının toplumu gittikçe geren, kutuplaştıran, gericileştiren tutumunun yanı sıra, yapamadıklarını ifade ettikleri "kültürel olarak iktidar" olmak söylemi var bir de… Bu söylem gerçek mi ve edebiyat dünyası için de geçerli mi?

Elbette, en çok da edebiyat, sanat dünyası için geçerli. Çünkü soygunla, vurgunla, zorbalıkla; para, servet, mülk sahibi olabilirsiniz ama kültür, edep, sanat sahibi olamazsınız. Bunu en iyi şu ülkeyi yönetenler bilir. “Kültürel olarak iktidar” olmak, muhalif sözün yanınızda olması anlamını taşır. Oysa kadim söz muhaliftir. Genel anlamıyla sanat muhaliftir; çünkü yaşaması buna bağlıdır sanatın. Sözgelimi şiir. Geçmişinden neyi öğrendiyse şair, buna göre tutum alabilir ancak ve bizim şiir geleneğimiz direniştir; haksızlıkla, zalimle vuruşmak üstüne kuruludur. İşte ışığı 8. yüzyıldan günümüze akan Babek, işte Hallacı Mansur, Seyid Nesimi, Muhyiddin Abdal, Bedreddin, Pir Sultan, Karacaoğlan, Köroğlu, Serdari, Dadaloğlu… Bu öylesine uzar gider ki sayfalar yetmez. İşte şiir, sanat budur; gerektiğinde hayatın pahasına insanlık onurunu savunmak. Şu an ülkeyi yönetenlerin bu isimlerden haberleri bile yoktur, varsa bile “zındık” saydıkları içindir. Bu şartlarda “kültürel, sanatsal olarak” iktidar olabilirler mi? Daha çok dövünür dururlar kürsülerde… Ne mutluluk verici ki, talimat ve emirle “kültürel iktidar” olunamıyor şimdilik!

-Bugün özellikle toplumcu gerçekçi edebiyat açısından durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle de toplumsal olaylar karşısındaki tutum alışları ya da almayışları açısından değerlendirebilir misiniz?

Şu an topyekûn bir toplumcu tutum alıştan söz etmek zor. Çünkü hayatın pek çok alanında olduğu gibi edebiyatımızda da biraz kafalar karışık, biraz korkmuş, biraz endişeli… Sanırım öncü ve güçlü bir sol alternatif olmayınca, güçlü bir toplumcu yönelim de olamıyor, biraz buna bağlıyorum. Fakat dağ başlarında tek tek yanan ateşler de yok değil. İşte bu tek tek yanan ateşlere güveniyorum.

-Tuğrul Keskin ismi son dönemde ödüllerle daha fazla anılmaya başlandı. 9 Eylül Şiir Ödülü, Yunus Nadi Şiir Ödülü, Dionysos Şiir Ödülü, TTB Behçet Aysan Şiir Ödülü, Datça Edebiyat Günleri Onur Ödülü benim aklıma gelenler. 2019 Attila İlhan Şiir Ödülü’nü de Kavil adlı kitabınızla aldınız. Kavil’i biraz okurlarımıza anlatır mısınız?

Bir şairin “ödüllerle anılması” kuşkusuz iyi bir şey değil. Çünkü şair, yalnızca şiirleriyle anılmak ister. Fakat günümüzde şiir, öylesine ivme kaybetmiş durumda ki, ancak ödüller filan olunca hatırlanıyor şair. Bundan çok hoşnut değilim ama gerçeğimiz de bu. Kavil’e gelince, merak eden alıp okuyacak. Hem 22 Şubat’ta Yakın Kitabevi’nde imza da var… Meraklılar olursa, beklerim!

-Günümüz Türkiye şiirini nasıl değerlendiriyorsunuz? Genç şairleri takip ediyor musunuz?

Denebilirse, bilinen haliyle 2000 yıla yakın bir zamandır Türkçe şiir yazılıyor. Türk dili şiir yazmaya uygun, melodik dillerden biri kuşkusuz. Bu topraklarda yaşayanlar olarak bütün dertlerimizi şiirle anlatmış insanlarız… Daha da önemlisi, bizde yazılı kültüre geçiş biraz geç olduğu için, söz kurmak her zaman vazgeçilmez olmuş. Şimdi, böylesine eski ve büyük bir şiir geleneği üstüne oturan yeni Türkiye şiiri, yazık ki geleneksel kodlarını ve dönüştürme yetisini kaybediyor. Pek çok şair, şiirin kendisiyle başladığı gibi korkunç bir yanılgıya kapılıyor. Böyle olunca da kendisinden önce yazılan şiiri merak edip daha da derinleştirmeye çabalayan şair sayısı azalıyor gittikçe... Kendisinden önce ne yazıldığını bilmeyen şairler de, işte hayat dışı metaforlar, ölü imgelerle, asla insana ulaşmayan ölü şiirler yazabiliyorlar. Bu durum “an” için de böyle midir? Evet yazık ki ve üzülerek söylüyorum böyledir! Değilse bunca acılar yaşanırken ve devlet aygıtı üstümüze paslı kılıçlar gibi devrilirken, şiirin içinde bulunduğu durum bu olabilir mi? Bütün olumsuzluklara karşın iyi bir şiir damarı da hâlâ varlığını sürdürmeye çabalıyor; işte o şiir damarına olan güvenim, bütün umutsuzluğuma karşın, şiirde kalmamı sağlıyor. Değilse şiir adına da, dünyamız adına da çok umutsuzum! Kapitalizmin bunca vahşeti gözler önündeyken, sosyalistlerin “tu kaka” edilmesini kalbim artık kaldırmıyor. Tek güvencem; işte o üç beş genç insan!