"Yapmamız gereken ne çok şey var değil mi Nebahat"

Kendine acıyarak öldüğüne mi yansın şimdi Ali yoksa kurduğu o bin bir hayalin hiç birini gerçekleştiremediğine mi?

Gece eksi on dereceyi gösteriyordu, neredeyse gökyüzüne tırmandığı ulus'un yokuşlarındaki bir eczanın tabelasında. Az önce Kurtuluş parkındaki buz kesmiş suların üstündeki tahtadan köprüde bir genç kadını öpmüştü ağzından. Kuşlar uçar gibi beline kadar uzanan örülmüş saçlarından bir neşeyle tırmanıyordu gökyüzüne. Ki yorgundu aslında. Sabah erkenden kalkacaktı, Hamamönünün henüz dönüşmemiş evlerinin arasından kedilere süt vereceği bakkala gidecekti çalışmaya. Söz vermişti o akşam bir kadeh rakı içecekti Aliyle ama "epey geç oldu uyumamıştır inşallah" diye sayıklayarak hızlandırdı adımlarını.

Aslında bazen nefes alınmayacak kadar sisli oluyordu Ankara ama o akşam ss bile donmuştu. Geceye nefes ve adımlarının sesi karıştı.

Her gece uyumadan önce aklına düşerdi ölüm korkusu. "öldükten sonra ne olabilir?", "sahi neden yaşıyoruz biz?" bir tülü aklı ermiyordu yaşam düzenine. "öylesine gelmişsek, neden düşünebiliyoruz?"

Hamamönünden çıktı öğlene doğru, akşam o kadehi içememişlerdi Aliyle eve uğrayıp bir görmek istedi epeydir üzmüştü onu, sohbet edememişlerdi.

Siyasal Bilgiler Fakültesinin yanında çok ucuza, muazzam pizzalar yapan bir dükkân vardı. Oraya uğradı. Fakat tam o köşede kapamıştı çevik kuvvet yolu. Bir anda gaza kesti ortalık. Kendini duvarın dibine attı genç bir erkek, pizzayı fırlattı ve onu karşıdaki kahveye sokmaya çalıştı, uzun saçlarından bir polis yakaladı onu tam o sırada.

Ondan sonrası anlatmadı nedense. O akşam bir şekilde polisin elinden kurtulmuştu. Nasıl mı? Çevik kuvvet onlarca gözaltı yapıyordu. Çoğu direniyordu gençlerin bir tek o direnmeden binmişti otobüse o yüzden plastik kelepçe takmamışlardı. Dışardaki arbede esnasında otobüsten inivermişti, Ali'nin aldığı ama giymekten utandığın bir beresi vardı. Üstünde Nike yazıyordu. Ceketinin cebinde taşırdı hep, gece eve dönerken kimse görmeden takardı. Pantolunun paçalarını kıvırdı, korkulu gözlerle etrafa bakan büfeciden bir kola aldı. Çevik kuvvet noktasından geçerken de ağzını yayarak "kolaay gelsiin" dedi. Kurtulmuştu ama korkudan o gece eve gitmedi. O kadehi içemedi yani yine.

Dizlerini karnına çekmiş son nefesini verdi Ali. Kurduğu hayalleri bırakarak koltuğa yerini bir acı çığlığa ve sonsuz kadehlere bıraktı.

Eve geldiğinde, Ali ezberlenmiş bir ölüm acısının dışa vurumuydu. Böyle durumlar için toplum çaktırmadan çalıştırır sizi. Nasıl davranacağınıza o anlarda karar vermiş olursunuz aslında.

Yıllar geçti üstünden buzlu suların. Nebahat yapılacak şeylerin listesine her baktığında içini geçirdi. Hayal kuranların çocukları başka çocukların da hayal kurabilmesi, korkmadan uyuyabilmesi için yola çıktı...

Sessizliği paramparça eden bir birliktelikle o çocukların arkadaşları, aileleri, hiç kimse ölmesin demek için toplandı Ankara garında.

Bağdaştıramadık hayatı sonra, bölük pörçük anılarımızı toplayıp da evriltemedik dört başı mamur bir öyküye.

Çok küçüktüm ama bütün yazımı Sovyetler Birliğine ayırmaya kararlıydım. Mahalledeki bütün çocuklar Hollanda'yı tutuyordu. Portakal güzellemeleri etrafımı sarmıştı. DYP'li eniştem yarı finalde Sovyetlerin kaçırdığı poziyonlardan sonra üzüldüğümü gördüğünde "komünistmisin len yoksa sen" diye şakayla karışık azarlamıştı beni. "Komünist derken?" diyemedim tabi. İlk 11'i ezbere biliyordum. Tv spikerleri Belenov diye bir futbolcudan bahsediyor oynasa ne iyi olacağını anlatıyordu. Finalde oynadı. Bir de penaltı kaçırdı. Gullit ve Van Basten yazımı kışa çevirmişti. Tüm çocukların dalga konusu olmuştum.

O yaza şampiyonluğu kaçırmış bir taraftarın hüznüyle girmiştim. Parıldayan, yaldızlı çıkartmalar da o yazın sonunda çıkmıştı. Daha önce çıktıysa da biz o Eylül gördük işte onları. E sadece defter, kitap kabına değil, bulduğumuz her yere yapıştırdık. İnanıyordum bu sene kaçmayacaktı şampiyonluk. Senelerdir hep İkinci bitirmiştik bu sene hakkımızdı çünkü. Kaçtı...

Kaçtı da o bir dönem geldi ki, önümüze çıkan perişan oluyordu. Metin hakemlere "sahana geçte başlayalım" demiyor, sol kanadı felç ediyordu. Saman pazarından aldığım kocaman 11 numara yazılı formayla uyuyordum geceleri. O formayı uzun yıllar çıkartmadım. Ankaragücü'nün kalesinde, bir takımın emeğini, milyonların hayalini çalan Zalad varken de üstümdeydi. Üst üste 4 şampiyonluk kazanan ilk takım olacaktık neredeyse. Herkes inkâr etti. Ekmek ve benzin zamlanmıştı. Babamın işleri iyiye gitmiyordu. Ailem ve mahallem yoksullaşıyordu git gide, mahallenin ucundaki evlerin kiremitleri, gövdeleri kayboluyordu, dozer yaklaşıyordu her geçen günde.

Ölüm haberleri kaplıyordu her yanı. Her güne başka anmalar ekleniyordu. İçinden çıkamadığımız bir döngüye düşmüştük. Beşiktaş acılarıyla, uğradığı haksızlıklarla aynı bize benziyordu. Dayak yiyen, hakkını aradığı için cezalandırılan, başarıları görünmeyen yığınların yansıması gibiydi.

Şimdi pencerelerin pervazında yığılmış kar taneleri bekliyoruz güneşi.

Birbirimize karışıcaz usulca. O zaman tüm anlamsızlığımızın kederiyle, yeni bir heyecan kaplayacak dünyamızı.

O zaman Ali'nin ölümünü düşüneceğiz. Sayılarla belirtilenlerin hayatlarını öyküleyeceğiz.

O öykülerin her satırında gülümseyerek kucaklayacağız birbirimizi.

Tut ki tüm okudukların hayalbaz Ali...