Uzun süredir biz söz dolaşıyor görsellerde, “Ciddi derecede hasta bir topluma adapte olmak sağlığın sembolü olamaz.” Bir psikiyatri kliniğinin duvarına yazıldığı aktarılan bu İspanyolca duvar yazısının, kendi içinde bir sihri var. O sihir tam da bütün uyumsuzların, ayak uyduramayanların, sadece yoluna bakamayanların içine su serpen kalabalık olma hissi.

Bu dünyanın hastalanmış kurgusuna uyanamadığı için, yakın çevresinden, ailesinden, iş arkadaşlarından sürekli tembih dinleyen, akıl verilen, hiza çizilen kocaman bir ailenin birbirine gönderdiği gizli bir mesaj saklı duvarın içinde.

İktidar olmuş bir aklın, geriye kalanı bu akla çağırdığı ve bütün itirazların bu akıl tarafından yoksandığı günümüzün yaygın kitle iletişiminde, delirmenin bir estetiği olacaksa, onu bu duvar yazısından damıtılacak.

1970’den Kalan Ses

Almanya’da asi bir kuşak belirdi. Konforla zehirlenmişlerdi. Öğretilmiş ve kontrol edilen ‘marjinallik’ törenlerinden sıkılmışlardı. Onları kuşatan şeyi seziyorlardı ama henüz belirgin göremiyorlardı. Çünkü birer birer düşüyorlardı zamandan. Birer birer işsiz kalıp, depresyona girip, kendi canına kıyıp, birer birer adları aynı kalabalığa yazılıyordu.

Heidelberg Üniversitesi’nin odalarında Şubat 1970’te kurulmuş olan “Sosyalist Hastalar Kolektifi” adıyla bir araya gelen yüzlerce insan, hastalık kavramını alt üst edecek biçimde kapitalist aklı ve deliliği tartışmaya açtılar.

Dünyada 68’in büyük etkisi hala ruhları henüz taze biçimde heyecana boğuyordu. Amerika Birleşik Devletleri’nin Vietnam ve Kamboçya işgali yeryüzünden tüm öğrenci hareketleri benzer sloganlar ve benzer duygularla aynı şemsiye altına topluyordu.

Bir asi ses yankılandı; “Yoldaşlar!” deniyordu Haziran 1970 tarihli SPK “Patienten-Info”nun bir numaralı sayısında, “öncelikle açık ve kesin bir şekilde devrimci bir edim olarak kabul edilmeyen terapotik bir edim olamaz.” çağrı çok açıktı… “Hastalık” diyordu SPK, “tekil insanlarda gerçekleşen bir şey değildir, hasta olan toplumumuzdur.”

Kişiye indirgeniş hastalık tanımını aşan çağrı ve meydan okumada ‘Hastalık’ diye adlandırılan şey, aslında kapitalizmdeki “toplumsal çelişkilerin bilinçdışı bireysel ifadesi”ydi. Bizi hastalandıran, bizi hastalık tanımlarıyla kuşatan şey toplumun içinde taşıdığı örtük yıkımdı.

Bu anlamda SPK’nın “yoldaşlık” çağrısı, “Hastalar için hastalıklarına karşı sonuca ulaşabilecek, yani nedensel, yalnız bir tek mücadele vardır, hastalık yapıcı, özel mülkiyetçi-ataerkil toplumun kaldırılması.” İtirazın hedefinden bulunan kurumsal psikiyatri hastayı, zaten kendini hasta etmiş olan ilişkilere yeniden kazandırmayı hedefliyordu. İnşa edilmiş normalin, ona tabii olamamış hastayı yeniden ve yeniden ikna etmesi.

Hastalık örgütlendiğinde artık sadece iyileşmez, hasta eden tüm düzenin sistematik eleştirisine dönüşür. Bu eleştirinin içindeki kolektif hareket, hasta edilmişleri doğrudan devrimci bir durumla yüz yüze bırakır.

SPK, özelleşmiş bir alanda, yerleşik bilgi sistemlerini de eleştiren ve mesleki disiplinlere meydan okuyan cüretkar çağrının deneyimiydi. SPK yayını olan Info’nun 38. sayısında “(Devrimi) yalnız hasta, kırılmış varoluşundan başka kaybedecek bir şeyi olmadığını anlayanlar yapabilir.” Bu önermeyi “zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan” proletaryayı işaret eden Karl Marx’ın sarsıcı manifestosuna da bir atıf özelliği de taşıyordu apaçık. SPK’nın deneyiminde devrimci özne vurgusu, sadece yerleşik yaşamın kıyılarına savrulmuş, ‘tutunamamış’ insanlara yönelik değildi sadece, vurgu “Hepimiz hastayız, o halde hepimiz potansiyel devrimciyiz.”

SPK için artık hasta-doktor ayrımı kalkmıştı. Hastanın “nesne rolünün” ifadesi olarak hasta-doktor ilişkisi kaldırılmak isteniyordu zaten. Bunun yerine “her hasta kendisinin ve diğer hastaların terapisti” olmalıydı. Bir karşılıklı iyileşme ve iyileştirme deneyimi vardı. Bu deneyim hasta olarak işaretlenmiş olanı yeniden sisteme dahil etmek yerine, dışına düştüğü sistemin tutarlı eleştirisini yapan öznelere, devrimcilere dönüştürüyordu.

Almanya’da kısa zaman aralığında büyük ses getiren ve hala güncelliğini koruyan sorular soran Sosyalist Hastalar Kolektifi, metropol yaşamı içinde sıkışan, düzenin dışına savrulan tüm kimlikler için ‘hastalık’ dışında bir tanım ve çözüm arıyordu. Bu ilham verici çabanın, kurumsal siyaset ve akademi tarafından neredeyse silah zoruyla bastırılmasının altında, aşırı derecece kişiselleştirilmiş dünyanın içinde toplumsal bir yanıtı araması vardı.

Kapitalist uygarlığın üzerinde yükseldiği tüm süreçler birbirini ardına çözülürken, dünya kendine yeni bir yol arıyor. Maddileşmiş yaşamın içinde manevi olanı, hissi olanı arayan insanlar zayıf görülüyor. Rekabet etmek istemeyen, yarışmayan, yenmeyen kim varsa cılız olarak yaftalanıyor. Ne zayıfız ne cılızız ne de aptal…