Bu ay başında Harf Devriminin yıl dönümünü kutladık. Bu kutlamalar vesilesiyle bu devriminin ne olduğu üzerine tekrar kafa yordum.

Harf devrimi kısaca, o zamana kadar kullanılan alfabenin değiştirilmesi, Latin temelli yeni bir alfabeye geçilmesiydi. Bu alfabe de şu an okuduğunuz bu metnin bu haliyle olmasını sağladı. Örneğin şu siyasi slogan; “Her şey çok güzel olacak” eğer ki harf devrimi yapılmasaydı şöyle yazılacaktı; “حر شي جوق كوزل اولاجاق

Buradan görüldüğü gibi de Arap alfabesi temelli olan Osmanlı ya da eski yazı alfabesi, temel görünümüyle Arapça’ya benzemekteydi. İşte harf devrimi de bu görünümlü yazıyı değiştirdi, Fransızca ve İngilizce gibi dillerin alfabelerine benzetti. Lakin bu noktada bazı işler karıştı. Yani, toplumun popüler bilgisinde, Osmanlıca’nın ne olduğu unutuldu ve Osmanlıca sanki bir çeşit Arapça – Farsça karışımıymış gibi algılandı. Hâlbuki bu doğru değildi.

Nitekim eski yazı ile yazılan Osmanlı dönemi düz metinlerin çoğu, eğer ki Türkçe iseler (ki çoğu eser Türkçedir) günümüz okurunun anlayabileceği metinlere yaklaşmaktadır. Örneğin Kâtip Çelebi bunların meşhurlarındandır. Nitekim 3. Murat da bilgi içerikli metinlerin herkesin anladığı ve bildiği Türkçe’de yazılmasını istemiştir. Yani Osmanlıca metinler, Türkçe’nin Arap alfabesi temelli bir sistemle yazılmış halleridir. Zaten yukarıda, ‘her şey çok güzel olacak’ sloganının Osmanlıca hali görünür, lakin Arapçası da dikkatli bir okurun göreceği gibi pek farklıdır. Zira şu şekilde yazılır; كل شيء سيكون لطيفا جدا

Dolayısıyla Osmanlıca yazım, Arapça temelli bir alfabeyi kullanan Türkçe bir yazımdır. Öyleyse harf devrimi ne yapmıştır? İşte burada alfabe sistemlerin tarih içindeki gelişimi bize yol gösterecektir.

Günümüzde kullanılan alfabeler iki uçlu bir skala içinde dizilir. Bunların bir ucunda Çin yazısı vardır. Diğer ucunda da günümüz Latin temelli İskandinav alfabeleri yer alır. Bu skalada ilgili dil ile dilin yazımında kullanılan alfabenin özelliklerinin kombinasyonu dikkate alınır. Buna göre Çin yazısı kavram bazlı bir alfabedir. İfadeler direkt kavramların verilmesiyle okura sunulur. Nitekim Çin yazısında resimlerle kavramlar aktarılarak metinler inşa edilir.

Bunun diğer ucunda da İskandinav kullanımı yer alır. Buradaki kullanımda alfabenin konuşulan dildeki sesleri tam vermesine dikkat edilir. Nihayetinde alfabelerin tarihi seyri de Çin ve Mısır hiyeroglifleri gibi kavram bazlı alfabelerden seslerin verilmesine dayalı fonetik bazlı alfabelere yani Latin ve Grek alfabesine doğru yol almıştır. Nitekim günümüzün yaygın yazılı kültürü de yazılı eserlerde sesin verilmesine dayanır. Nihayetinde Japonya’daki alfabe inkılaplarının da gösterdiği gibi fonetiğin daha rahat verilebildiği yazı sistemlerine rağbet yüksektir.

Zaten tarihte ilk olarak kavram bazlı alfabelere yakın Sümer’in çivi yazıları Asur – Sami yazılarına evrilmiş, bunlardan da Arap alfabesi doğmuştur. Bu olurken ayrıca tacir Fenikeliler ortaya çıkmış, bunlar da Latin alfabesinin atasını ortaya çıkarmıştır. Fenike üzerine yükselen Antik Yunan ve Latin alfabeleri ise ses bilgisini Asur – Arap koluna göre, kendi Turan menşeli dilleri için daha kolay verebilmiştir.

Sonuç olarak da günümüz Türkiye Türkçesi de bir Oğuz dili olarak Turan coğrafyasında neşet etmiş, aynı Hint – Avrupa dilleri (İngilizce vs.) gibi ses yapısı açısından Asur – Arap kolundan farklı taleplerde bulunmuştur. Bu farklı talepler yanı sıra modern dönemin yaygın yazılı kültürünün fonetik ifadeleri gerekli kılması da Arapça temelli alfabeleri Türkçe için yetersiz kılmıştır. Bu bağlamda da Latin temelli alfabeye geçmek, akıllıca bir hamle olmuştur. Başka bir ifadeyle, harf devrimiyle modern çağın yazılı kültürünün gerekleri yerine getirilmiştir.