Oynamayanımız yoktur. Ya ilkokulda ya lisede ya da üniversitede…

Biz hiç kötü düşünmedik. Hatta tam aksine heyecan duyduk. İlkokuldaydım. Öğretmenim beni de ‘’Halkoyunları gösteri ekibine’’ almıştı. 23 Nisan için hazırlanıyorduk. Çalışmalarımız çok keyifli ve güzel geçiyordu. Biz oyun oynuyorduk çünkü. Bütçemiz kısıtlı olduğu için canlı müzik de yoktu. Kasetçalardan yayılan müziğe kulak veriyorduk. 23 Nisan yaklaştıkça heyecandan uyuyamıyordum. Memleketimin her bir bölgesinin kültürünü, yaşamını, sevincini, üzüntüsünü, uğurlamasını, karşılamasını o yöreye ait kıyafetleri de giyerek sunacak olmanın coşkusu bir başkaydı...

Ben hiç Diyarbakır’a gitmedim. Ama yörenin oyunu olan ‘Delilo’ oynadım. Delilo oyunu; Sevgi, saygı, hoşgörü, coşku ve birlik beraberliği yansıtır. Gur-u Pez oyunu;  Yöre halkının geçim kaynaklarından birisinin de hayvancılık olması nedeniyle oyuna yansımasıdır. Yöre halkından çoban günlük hayatta koyun, kuzu otlatmak ve bunları dışardan gelebilecek tehlikelere karşı korumakla yükümlüdür. Bu oyunda kırsal kesimde çobanın koyunları otlatmak üzere yaylaya götürmesi ve yaylada karşılaşılan tehlikeler anlatılmıştır.

Artvin’e de gitmedim. Ama yörenin oyunu olan Atabarı’nı oynadım.

Tokat’ın yöresel oyunu; Tokat Ağırlaması, Simsim.

Adıyaman’ın yöresel oyunu; Halay.

İzmir’in yöresel oyunu; Zeybek…

Nedir biliyor musunuz Zeybek? ‘’Halkı koruyan cesur bir adam’’ demektir. Bunu yansıtırsınız bu oyunu oynadığınızda. Yöre oyunları, o yöreye gitmeseniz de, sizi o yörenin kültürüne, acısına, sevincine ortak eder. Tuttuğunuz el; o yöredeki halkların geçmişten bugüne taşıdığı sevgidir, özlemdir, kardeşliktir. O elin cinsiyeti yoktur, size uzattığı insan sıcağıdır.  Çünkü; Halk oyunları özünde insana dairdir, insancıl olanı anlatır.

Bu sevgiyi yaşadım ben! Saygı gördüm, saygı gösterdim, birliği beraberliği, dostluğu, kardeşliği yaşadım…

Acımızı, sevincimizi, kardeşliğimizi, birliğimizi, beraberliğimizi paylaştığımız, yaşadığımız ve yaşattığımız halk oyunlarımızı, bu sevgiyi yaşamaya coşkuyla bu kültürü paylaşmayan insan sıcağına uzak kimseler  ‘’zina yapılıyor’’ karalamalarıyla akıllarınca bizden koparmaya çalışıyorlar!

“Allah aşkına şu güzelim memleketimizin hangi yöresinde böyle kızlı, erkekli bir halk oyunu maalesef gençlerimize çocuklarımıza halk oyunları altında halt oyunları oynatılıyor. Hangi ana, baba 16-17 yaşındaki kızının elini bir erkeğin tutmasını, diz dize, göz göze, kol kola, sarmaş dolaş halt oyunu oynamasını ister. Namusu için cinayet işleyen adam buna izin verir mi? Bence vermez, bu şekilde bir halk oyunun neresi İslam’a uygun. Geleneksel kıyafetler giyince bu durum helal mi oluyor. İslam’daki zina mevzunu iyi okumalı ye analar babalar…”  sözleriyle yaşam kültürümüzde yeri olmayan, tarihimizde toplumumuza mal edilemeyecek zihniyetlere çağrılarda bulunuyorlar.

Aydınlanma tarihimizin bırakmış olduğu mirası yok sayıyorlar. Oysa ülkemizde 1929 yılında halk müziği ve halk oyunları derlemeleri yapılmış ve Türkiye’de ilk kez halk oyunlarının filmle tespiti gerçekleşmiştir. 1935 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatı ve himayesinde birinci uluslararası halk oyunları festivali düzenlenmiştir. Beylerbeyi Sarayı’nda düzenlenen festivale Arnavutluk, Bulgaristan, Romanya ve Yunanistan halk oyunları ekipleri de katılmıştır. Ülkemizin ilk yurt dışı gösterileri 1949-1950 yıllarında Muzaffer Sarısözen yöneticiliğinde İtalya ve İspanya’da gerçekleştirilmiştir. 1966 yılında Milli Folklor Enstitüsü, 1975 yılında Kültür Bakanlığı Devlet Halk Dansları kurulmuştur. 1984 yılında İstanbul Teknik Üniversitesinde, 1988 de Gaziantep Üniversitesinde, 1989’da Ege Üniversitesinde, 2001’de Sakarya Üniversitesinde Türk Müziği Devlet Konservatuarı Türk Halk Oyunları Bölümü kurulmuştur. Halk oyunlarımızı seyrederken, yurdumuzun değişik yörelerinde yaşayan insanların örf, adet ve geleneklerini, karakterlerini, duygu ve düşüncelerini, inanışlarını ifade ettiğini, tabiat ve diğer canlılarla yaptıkları mücadeleyi anlatan özellikler taşıdığını görürüz. Her sanat dalında olduğu gibi halk oyunlarımız da insanı anlatır. Bu nedenle oyunlarımızın altında, kaynağı çok eskiye dayanan, bugün unutulmaya yüz tutmuş derin bir mananın gizlendiği hissedilir.

Bizler böyle bir mirasın takipçileri olarak yöresel Halk oyunlarımızı kızlı-erkekli, coşkuyla oynamaya devam edeceğiz. Bize bunu yasaklamaya çalışanlar ancak ‘’halt’’ etmiş olur!