Üniversitede gazetecilik değil sanat tarihi eğitimi aldım. Hocalarımızdan biri, hayatınıza sanat tarihçi olarak devam etmeseniz bile kültürlü, estetik algısı gelişmiş bir insan olarak devam edersiniz demişti ilk derslerde. O dört yılda, o bölüme isteyerek gelenler ve öğrenme açlığı çekenler bir şeyler katmıştır kendine.

Ben her derste başarılı değildim. Yunan Uygarlıklarını kan çekiyor diye heralde (tabiki ben de Giritliyim biraz da Sakız  Adalı) merakla dinledim. Batı Sanatı derslerinde de iyiydim.

Özellikle 1940’ların anlatıldığı dönemleri çok merak ediyordum.

Frida, Meksika’dan çıkıp Paris’e gelmiş, üf! Georgia O’Keeffe, ailesinin kocaman arazilerini bırakıp büyük şehre göç etmiş. Picasso zaten hep popüler.  

İnsanlar, “Amaaann Picasso mu, sapıkmış o yaa” derler Picasso’yu sevdiğimi söylediğimde. Ya da Picasso’nun resimlerinden bir şey anlamadıklarını ya da çok abartıldığını.

Picasso kübizmin öncülerinden biri. Fransız George Braque ile yapısal değerleri olan bir resmi amaçlıyorlardı. Rönesans’tan beri Avrupa’da resim bir perspektife ve ışık gölgeye dayalıydı. Picasso ise bunu yıkmaya çalıştı. Resmi bir açıdan değil çeşitli açılardan görüp göstererek çözümlemeyi amaçlıyordu. Yani kübizm bir nesnenin parçalarını ayırıp yeniden kuran bir konstrüksiyon yani inşa sanatı olarak tanımlanır bu yüzden.  

Picasso 14 yaşındayken 8 yaşındaki kız kardeşini ve 20 yaşındayken de yakın bir arkadaşını kaybetti. Kız kardeşinin ölümünden sonra 14 yaşında yaptığı ‘Çıplak Ayaklı Kız’ adlı bir tablo vardır. Resme bir bakın ve o resmi 14 yaşında bir çocuğun nasıl yapabildiğine hayret edin.  

Adam ressam doğmuş, adam Güzel Sanatlar Akademisinde ders veren babasına bir daha resim yaptırmamaya yemin ettirmiş.  

Napayım çok seviyorum da böyle ballandıra ballandıra anlatıyorum. Sonra nasılsa hepimiz gerçek hayata dalıp yaşamanın dayanılmaz gerçeği kafamıza kafamıza vuracak.  

Şey diyordum, Picasso’nun şahika resim yeteneği.  

Bana en sevdiğim tabloyu sorsalar, hiç düşünmeden, Guernica derim. Tablonun her detayı benim için çok kıymetli. Misal tablonun tepesinde bir ampül görünür. O ampül her şeyin tanrının gözü önünde yaşandığının kanıtıdır. Resmin sol tarafında ölmüş çocuğunu kollarında tutan ve haykıran bir anne vardır. Resimdeki boğa faşizmi; ölmekte olan at ise halkı simgeler.  

İspanya’da o sıralarda faşist Franco vardı. Tarih 26 Nisan1937 idi ve İspanya’nın Paris Büyükelçisi Picasso’dan Paris Dünya Fuarı için bir duvar resmi istiyordu. Picasso bu işe pek gönüllü değildi ama İspanyol üniforması giymiş Alman Nazi Hava Kuvvetleri, gökyüzünden Guernica’ya bomba yağdırıp tüm dünya buna çıtını çıkaramayınca Picasso, 3,5 metre yüksekliğinde 7,5 metre uzunluğundaki bu tabloyu yaptı. Picasso tabloyu yaparken çok netti; İspanya’daki savaşın halka ve özgürlüklere karşı yapıldığını biliyordu. Bir ressam olarak da gericiliğe karşı sesini çıkarmadan duramazdı.  

Tablo savaşın, sivil halka çektirilen eziyetin şahikası. Savaşlarda artık, askerler değil sivil halk ölüyor. İsmini bile hatırlamayan çocuklar, anne babasız perişan kalıyor. Askerler ‘en ufak bir zarar gelmeden’ dönmüyor evlerine. Çocukları ölen anne babalar, ömürleri boyu hep bir ah ile kalıyor. Halklar can çekiyor. Kötü haberler hep yoksul evlere geliyor, varsılların evlerine Türk bayrağı asılmıyor ve inananların tanrısının gözü önünde oluyor her şey.