Gerçeklerden bahsetmek ve kendini ifade etmeye çalışmak koca bir rabarba da sesinin fark edilmesini beklemekten öte bir şey değil. Konuşmana, savunmana ihtiyaç yok sadece hep bir ağızdan bağırmak ve anlaşılmaz bir koro olmaktan yana toplumun genel eğilimi. Tüm bu bağırış çağırış arasında sesler değil yalnızca değerler de silinmekte. Kaosumuz içe dönük bir fırtına yaratmasını beklemek ve buradan devrimler ummak, coğrafya ve iktidarı hiç tanımamaktan ileri geliyor sanırım.

                Yaptığını farklı göstermeyi başaranlar, yozlaşmış bir iktidarı devirdikten sonra küçük bir şey bile yapsalar bunun değişimin göstergesi olduğunun farkına varılacağını bilirler. Ama aynı düşündüğün ve süre gelen yönetimin bir parçası olarak en tepeye gelsen ve onlarca şeyi değiştirsen bile diğerlerin küçük dokunuşları fark edilir olur ama senin yaptığın fark edilmez.

                Durup anlama meselesini düşünmeden yaptığımız her üretim kovalamacadan öte bir şey değil ne yazık ki. Hele böyle dönemlerde sokağın gerçekliğinden kopmak ve sosyal medyayı sokak sanmak tarihi bir yanılgı olabilir. Ki bu düştüğümüz ilk yanılgı da olmayacaktır. En temel sorunlarda bile “ben yazmıştım onu oraya” cümlesi karşınızdaki güç için hiç bir şey ifade etmeyecektir. “Devrim televizyondan yayınlanmayacak” cümlesi evrimleşmiştir. Yeni bir iletişim biçimi bulmak çağın en önemli sorunudur. Önümüzde iletişemediğimiz her kişinin kendi mahkemesinin yargıcı olduğu ve aldığı kararları kamunun uymasını beklemesi hastalıklı bir durumdur ve bu hastalıktan en çok faydalanan da gücü elinde tutandır. Gerçek bir gündemi ne kadar uzun süredir yaratamadığımızı fark etmek gerekiyor. Gündem oluşturma ve bunu herkesin gündemi yapabilme isteğimiz, iktidarın tek bir özüyle ilgimizi dağıtmaktayken, derli toplu bir karşı sözün oluşmasını, aynı anda konuşmaktan uzakta düşünmeliyiz.

                Böl, parçala ve yönet biçimini şimdiye kadar yaptıklarından da görmekteyiz başarılı olarak kullanmaktalar. Oysaki biz hala kendini satmakta mahir arkadaşların öncülük oyunlarında seyirci kalıyoruz. Düşün, düşüncenin gerçekliğe bürünmesi için kendimizi ifade etme hakkını kullanabilmeliyiz ve en uzak durduğumuz fikre de bu hakkı tanımalıyız.

                Yok bir manifesto yazmak değil derdim. Ama hayalini kurmamın önüne ne bir ilkokul mezunu tamirci oluşum ne de başarısız fikir üretme girişimlerim engel olabilir. Herkes düşünebilir dostlar. Herkesin düşündüğünü ifade etme özgürlüğü vardır. Sizin yargılayacağınız ise kişinin kendisi değil söylediğidir aksi laf-ı güzaf, en basit tabiriyle beyin yetmezliğidir. Şimdi bu koşullar altında daha çok konuşmak ve dinlemek bizi birbirimize yakınlaştıracak olandır. Birbirimizi anlamaya başlamak ve yakınlaşmamız gündemi belirleyenlerin en büyük kâbusudur.

                Masal anlatmak, oyun oynamak, hikâyelerimizi aktarmak geçici çözümler üretir. Eninde sonunda gerçek düşmanın ve tehlikenin farkına varmalı ve en geniş cepheyi oluşturmalıyız.

                Geçtiğimiz yıl içinde, hayalini kuramadığımız felaketlerle karşılaştı İzmir. Birçoğun dayanışmaya ayrıldık. Tunç Soyer ve ekibi bu felaketlerle şehri yönetmeye mahir olduklarının sınavını hakkıyla verdiler. Bugün açıkça görüyoruz iklim değişikliğinden etkilenecek kentler arasında, İzmir ön sıralarda yer alıyor. Kentleşmemizi, çevre politikalarını birlikte konuşmalıyız. Durmadan yaptıklarımızı suç unsuru gibi göstermeye çalışan iktidar aygıtına yeni yöntemlerle cevap vermeliyiz.

                Her alanı denetim altına almak isteyen bu fikrin karşısında güçlü bir karşı duruş sergilemezsek, aynı anda konuşacağımız yerin adı malumdur. Şimdi önce İzmir için bir araya gelmeli ve sonra Türkiye’yi İzmir yapmak için mücadele etmeliyiz.

                Benim gördüğüm son düş; egemenlerin kâbusu, tüm dünyada yaşayan ezilenlerin rüyasıdır. O hayal elbet elimizden tutarak gezecek bir gün bütün sokaklarda.