Tüm dünyada da böyle mi acaba, yoksa sadece bize mi özgü? Gündem ne kadar hızlı değişiyor. Başlıklar, isimler, insanlar, olaylar.

Gündemimiz çok velhasıl.

Son bir haftada, kadın cinayetlerinden, bir türlü tam oranını bilemediğimiz enflasyona, yeni bir parti kurulmasına, ara karar da ayağa kalkmayan avukatın altından sandalyesinin alınmasına kadar yüzlerce önemli olayın ortasında kalabiliyoruz.

Hangisine bakacağımızı şaşırdığımız zamanlar oluyor, hangisini hatırlayacağımız, hangisinin bizim için daha çok önem teşkil ettiğini anlayamadığımız zamanlar oluyor.

Hatta önemli olmadığına karar verdiğimiz zamanlar.

Gündemi takip etmek, beynimizi, hafızamızı, vicdanımızı da zorlayabiliyor. Takip etmemeye çalıştığınızda, gündem olacak konulardan biri gözümüzün önünde yaşanabiliyor.

Bu gündem kalabalığında, kendimiz için daha hassas olayların takipçisi olabiliyoruz, daha genel bir şekilde hayata bakıp çözümün bütüncül olması gerektiğini düşünebiliyoruz, en azından şu konuda bir şey yapmalıyım arzusu başlayabiliyor, duymak, görmek, konuşmak isteyebiliyoruz, mizah yaparak olayların içeriğinden tebessümler, kahkahalar çıkartmaya çalışabiliyoruz veya televizyonu, gazeteyi, sosyal medyayı bir süreliğine rafa kaldırabiliyoruz.

Her dönemin popüler tıbbi sorunları olabiliyor. İletişim araçlarında popüler tıbbi soruna tıp içinde veya tıp bilimin desteleyebileceği veya hiç desteklemeyeceği çözümler üretilmeye çalışılır, sonra o sorun hiç olmamışçasına yok olur ve yeni ve popüler bir sorunun çözümleri tartışılmaya başlanır.

Beslenme alışkanlıkları, yaşam alışkanlıkları, spor masaya yatırılır, yeni yöntemler önerilir. Ve sonraki sorun için de aynı işlemler tekrar baştan yapılır.

Mevsimsel hastalıklardan, okul dönemi başlangıcı hastalıklarına, ünlü hastalıklarına kadar birçok hastalık veya hastalık olarak nitelendirilemeyecek rahatsızlıklar gündem olur, tartışılır, tıbbi çözümler ile doğal olduğu iddia edilen çözümler tartışılır, ciddi bilim adamları ile uzmanlar tartışmaların dışında bırakılır ve sonuca bağlanmayan tartışma bir süre gündemde kalır.

Mesela, son dönemde dikkat eksikliği, odaklanma sorunları, konsantrasyon bozuklukları da bunlardan biridir.

Dikkatimizi toplayamadığımız, odaklanama sorunu yaşadığımız çokça an olmuştur.

Buna ilişkin televizyon tartışmaları, doğal beslenmeden, spora, dikkat oluşturucu egzersizlerden iyi uyku düzenine kadar uzar gider, yılbaşını bulmadan konu da kendini tüketmiş olur.

Peki şuradan bakamaz mıyız soruna? Yalnızca bir soru, teori bile değil; örneğin yıllardır yaşadığımız toprakların gündemi çok kalabalık ve sınırlı kapasitedeki algı organlarımız bu gündem karşısındaki acı, coşku, nefret, sevgi ve bir dolu duygu dünyamızı yönetemediğinden, bizden önceki kuşaklardan başlayarak odaklanmamızı kısıtlamış ve bu durum nesilden nesile geçmiş olabilir mi?

Artık beynimiz ve kalbimiz ağlayacak ve gülecek, susacak ve düşünecek çevremizde ve hatta çok yakın çevremizde yaşanan milyonlarca olayı algılamak istemiyor olabilir mi?

Mesela, tüm devletlerin ve koca devlet adamlarının imzaladığı çocukça metinler olan insan hakları sözleşmelerinin gözümüzün içine bakıla bakıla ihlal edilmesini izlemekten yorulmuş olabilir miyiz?

Mesela, aynı koca devlet adamlarının çevrenin korunması için çabalayan çocuklara sosyal medyadan laf sokmasını görmekten?

Mesela, çok uzaklara gitmeden, yanı başımızdaki komşu kadının eşinin şiddetinden korunmak için defalarca yargı yollarına başvurmasına karşın öldürülmesini duymaktan?

Mesela, daha fazla kadın öldürülmesin diye anayasal hakları olan toplantı ve gösteri haklarını kullanan kadınların zor kullanarak gözaltına alınmalarını izlemekten?

Çok büyük bir VEYA ile, 17 yaşında bir çocuğun yaşını büyüten koskoca hakimler ile 17 yaşında bir çocuğun idamını onaylayabilen koskoca vekillerden?

Tüm bunların bir tekerrür halinde yaşanabileceğinden veya.

Algılarımız genetik olarak kapanıyor mu acaba?

Eğer böyleyse, çok korkutucu olurdu.

Belki de birilerinin kivi, muz yemenin ve bulmaca çözmenin bu duruma iyi geleceğini söyleyeceklerini de duymak istemediğimiz için odaklanma sorunlarımız var olabilmektedir.

“…Şimdi sessiz duruyoruz kıyısında bir düşüncenin

Unutmamak için çünkü unutuşun kolay ülkesindeyiz

Ölü balıklar geçiyor kırışık bir denizin sofrasında

Ve ellerinde fenerleriyle benim arkadaşlarım

Durmadan düşünüyorum

Ne kadar çok öldük yaşamak için.”[1]

[1] Onat Kutlar, “Turgut’a” adlı şiirinden.