Babası tiyatronun efsane isimlerinden tuluatçı “Komik-i Şehir” Naşit Bey…

Annesi kantocu Amelya Hanım…

Büyükannesi kantocu “Küçük Verjin”

Dedesi kemani Yorgo Efendi…

Dayıları tuluatçı – düettocu Niko ve Andre…

Kardeşi tiyatro-sinema oyuncusu Selim…

Geçenlerde elime bir kitap geçti. “Oyuncu / Yeşilçam Sisteminde Bir Anti Yıldız: Adile Naşit” Sibel Öz’ün hazırladığı İletişim Yayınları’nın bastığı bu kitap beni çocukluğuma götürdü. Hep söylerim kitaplar eski fotoğraflar gibidir. İçinde mutlaka bir anı, iz, mutluluk, mutsuzluk ve hatta çoğu zaman umut barındırır.

Bizim için o “Masalcı Teyze” ismini yıllar sonra öğrendik. Stüdyoda hazırlanmış küçük odayı evinin bir köşesi olduğunu düşünürdük. “Uykudan Önce” başladı mı pür dikkat Adile Naşit’in anlatacağı masalları dinlerdik. Her anlattığı hikâye bizlere ders niteliğinde olurdu. Mektup gönderip ismimiz söylemesini beklerdik. Hiç üşenmez tek tek isimlerimizi sayardı. Hepimiz onun kuzucuklarıydık. Ekrandan sanki bizi görüyormuş gibi yapıp bazen ağlayan birini teselli eder, bazen de kavga eden kardeşleri ayırır abiye de mutlaka hafiften fırçasını atardı. Yıllar sonra Hababam Sınıfı’nın Hafize Anası, Gülen Gözler’in Tonton Nezaketi, Neşeli Günler’in turşucu Saadeti olarak karşımıza çıkacaktı.  

Uykudan Önce ilk başta ramazan programı döneminde birçok sinema sanatçısıyla çekilmiş ve çok tutmuş daha sonra rafa kaldırılmış tekrar yapıldığında her akşam kapanışta  “Sütünüzü içmeyi unutmayın” denildiği için program tepki almış. “Herkesin evinde süt var mı?”diye eleştirilere maruz kalmış. Bir süre sonra program yayından kaldırılmış. Daha sonra da yapılan birkaç deneme de başarısız olmuş. Proje Adile Naşit’le tekrar denenince çocukların saatini merakla beklediği bir programa dönüşmüş. O tatlı sesi, sevecen gülüşü sayesinde hemen gönlümüzde taht kurmuştu. Belki de bizi kaybettiği oğlu Ahmet’in yerine koymuştu. Tüm masallarını ona anlatmıştı biz dinlemiştik. 

Kitabı okumaya başlayınca o neşeli, kıpır kıpır kadın ne cefalar çekmiş, sadece Adile Naşit için değil Türk Tiyatrosu ve sineması içinde bu kitabı okumanızı öneririm. Kitapta bir bölüm çok dikkatimi çekti. “Babası öldüğünde cenazesi Şehremini’deki evden Beyazıt’a kadar sevenlerinin omzunda taşınır.” Şehremini sözcüğü beni daha önceleri okuduğum Eray Emre Evren’in “Şurdan bi’ Şehremini alır mısınız?” kitabını hatırlattı. Eray’ı arayınca orada hâlâ evin eski de olsa durduğunu ve koruma altına alındığını öğrendim. Keşke orayı Adile Naşit Müzesi yapsalar ne güzel olurdu.

     

Bizler ne güzel çocuklardık. Şuan bile çocukluğumuzdan birçok program sayabiliriz, Uykudan Önce, Susam Sokağı, Barış Manço’nun 7’den 70’e bunlardan birkaçı, yıllar öncesine dönüp baktığımızda hafızalarımızda yer etmiş, hepimizde iz bırakmış diziler, filmler var.  Acaba bizim çocuklarımız dönüp geriye baktıklarında hatırlayacakları bir program olacak mı?  

Alçak gönüllü olmayı, kardeşler arasında kavga etmemeyi, paylaşmayı, bize o hep öğütlerdi.

Bugün Adile Naşit’in ne doğum ne de ölüm yıldönümü, takvim yaprakları için değil bazen sevdiklerimiz için bir şeyler yapmalıyız. Çünkü Adile Naşit evimizden biriydi kiminin teyzesi, kiminin halasıydı. Biz onun hep kuzucukları olarak kalacağız.

Hepinize günaydın kuzucuklar, artık uyanmanın vakti geldi.