Tanıyorum bu kardeşleri.

Birlikte mahallelerde, meydanlarda sahnelerde hayata ses kattık.

Bazen sunumunu yaptım o buluşmaların bazen şiirler okudum.

Her seferine binlerce erdemli insanla birlikte şarkılar söyledik.

Bağımsız Türkiye dedik.

Barış dedik.

Kardeşlik dedik.

Eşitlik ve özgürlük dedik.

Kahrolsun faşizm dedik.

30 yıldır hayata sevinçler katmanın, haksızlığa, hukuksuzluğa, adaletsizliğe, eşitsizliğe karşı şarkılar söyleyip halaylar kurarak direnmenin sesi oldular.

Ülkenin derin bir uçurama savrulup, kendilerinden olmayan her yurttaşın düşman, her sanatsal yaratıcının öteki, müsvedde, her hak arayanın terörist ilan edildiği şu kahrolası zamanlarda, onlarca sanatçıya açılan davalar, uygulanan yasaklar, gözaltılar, tehditler, hapis cezaları derken, Grup Yorum listenin en başına kondu.

Önce çalışmalarını sürdürdükleri İdil Kültür Merkezi onlarca kez basıldı.

Enstrümanlar, kitaplar parçalandı, gözaltılar yapıldı.

Açılan ilk dava da ortada tek belge yokken “Terör örgütüne yöneticilik ve üye olmaktan” yargılanmaya başladılar.

Yandaşlarca; milyonlarca insanlığa meydanlarda şarkılar söyleyen, onlarca albümü binlerce kez satış rekorları kıran bir müzik topluluğu “vatan hainleri” olarak ilan edildi.

Mahkeme kararı olmaksızın yasaklar başladı.

Cezalar yağınca, sanatçıların bir bölümü yurtdışına çıkmak zorunda kaldı, ülkemizde olanlarıysa, “örgüt lideri” şüphesiyle haklarında ‘kanıtlanmış tek suç olmamasına rağmen’ cezaevine kondular.

Elbette direnişin şarkılarını söyleyenleri teslim alıp boyun eğdirmek o kadar kolay değildi.

Dayandılar.

Konserler düzenlediler yasaklandılar, konserlere gelen yurttaşlar kapının önünde coplandılar, darp edildiler, salonlar mühürlendi.

Yılmadılar.

Önce içerideki grup üyeleri sonra dışarıda Helin kardeşim açlık grevine başladılar.

Duyan olmadı.

Ülkenin gözleri kör, milyonlarca dinleyicinin kulakları sağır oldu.

Silivri mahpusunda yatan İbrahim Gökçek kardeşim açlık grevi direnişini ölüm orucuna çevirdi, ardından Helin ölüm orucuna yattığını açıkladı.

Tek şey istiyorlardı “yasaklar kalksın, yargılama adil yapılsın.”

Bu çığlığı da duyan olmadı.

Bir gecenin köründe İbrahim kardeşin fotoğrafları düştü önüme.

Şaşakaldım.

Filinta gibi bir bas gitarist, güleç, şenlik dolu o yüz solmuş, saçları ağarmış, acı ve öfke sarmıştı bedenini.

Ancak dimdik ve ayakta.

Bir şeyler yapılmalıydı yoksa ülkenin vicdanı olmuş bir müzik grubu üyeleri yasaklar ve dayatmalar uğruna, özgürlük ve aşk için gözlerimizin önünde yok oluyordu.

Çağrıldığım ilk etkinliğe katıldım, yasaklandı.

Ataol Behramoğlu ile Helin kardeşimi ziyarete gittik ve gördük ki, devrimci yürekler çaresizliğe asla teslim olmayacak, zalimin zulmüne asla boyun eğmeyecek, susmayacaklardı.

İstanbul Barosu çağrısıyla toplandık.

Dayanışalım, sahnelerde her sanatçı Grup Yorum şarkıları söylesin sesi çoğaltalım dedik.

Bildik onlarca ismin suskunluğuna karşın sanatçı katılımının yüksek olduğu bir etkinlik düşündük.

Olamadı.

Gün döndü duruşma gününe evrildi.

Tam İbrahim’in ifadesi sırasında içeri girebildim.

Daha 35 yaşında besteleri de olan bir sanat yaratıcısı, inleyerek ama dirençle haklılığını sıralıyor, sanatçı onuru ve erdemiyle, mahkeme heyetine ve ülke insanlığına, dünden bugüne sanata-sanatçıya baskıyı zulmü ve Grup Yorum’u anlatıyordu.

Başında nöbet tutan jandarmalar, salonda teçhizat kuşalı jandarmalar ve polis.

Hücre gibi!

Mahkeme heyeti benim için 12 Mart ve 12 Eylül sıkıyönetim mahkemelerinden tek fark taşıyordu, burada heyetin üstünde askeri üniformalar yoktu.

İbrahim Gökçek kardeşimin son sözleri tarihe nottur.

“Bizim katilimiz olmayın! Öldürmeyin! Aksine yaşatın! Her şey olabilir ama bu adaletsizliğe boyun eğmeyiz. (heyete) Sizin için bile adaletsizliğe boyun eğmeyiz, eğer düşmansanız sizin için bile direniyoruz. Biz namussuz alçak insanlar değiliz.”

Bu sözler sonsuza kadar burada da dursunlar isterim.

Sonunda ifadeler bitti, avukatlar tek tek dosyanın düzmeceliğinden, sahteciliğinden, yargının adil olmadığından söz ettiler.

Dinleyen olmadı.

Mahkeme karar için ara verdi ve beklenen oldu.

Tüm heyetin, basının, katılımcıların önünde ölüm orucunda olduğu her haliyle belli olan İbrahim için tahliye çıkmadı.

Mahkeme yalnızca Barış Yüksel’i hafta da bir gün ‘imza adli kontrolü ile tahliye’ etti, diğer tutuklular için ise Silivri’de görülmek üzere davayı 26-27 Mart gününe öteledi.

Sizin bu yazıyı okuduğunuz şu saatlerde İbrahim kardeşim 246., Helin kardeşim ise 243. günün de ölüm orucundalar.

Duydunuz mu yoksa bir daha mı yazayım?

Pir Sultan’dan, Şeyh Bedreddin’den, Karacaoğlan’dan, Köroğlu’ndan, Demirci Kawa’dan, Nâzım’dan, Ruhi Su’dan, Yılmaz Güney’den, Ahmet Arif’ten Hasan Hüseyin’den, Yaşar Kemal’den, Orhan Kemal’den, Orhan Veli’den, Gorki’den, Brecht’ten, Aragon’dan, Neruda’dan sonra emeğin Avrupa’sından, Latin Amerika’nın meydanlarından, Filistin’de ülkesi için zorbaya taş atan çocuklardan, Hindistan’da emek ve özgürlük diye bağıran işçiden, ve dünyanın her yerindeki halkların aşk içinde yaşamak adına ürettikleri sanat kavgasından çoğalıp bu günlere kadar akan o duru pınarından su içip, halk türkülerine, barışa, kardeşliğe, özgürlük ve eşitliğe vurgun olduğunu bildiğim milyonlarca yurttaş sözüm size.

Ölmesin bu kardeşler, ses olun.

Türküler susmasın, halaylar sürsün.