(*) Bu yazı filmle ilgili kimi sürpriz gelişmeleri içermektedir.

Bazı filmlerin fragmanları kendilerinden daha iyi oluyor. Cici de böyle oldu benim için. Fragmanı izledikten sonra heyecanla ve merakla filmi bekledim. Berkun Oya’nın iki önceki çalışması Bir Başkadır’ı tartışmalı yönlerine karşın epey sevmiştim. -Belki biraz özel bir bağ da kurmuş olabilirim. Sanırım bunda aslan payı, fragmanda karşımıza çıkan görüntülerin bir tür yit(ir)mişliğe dair şiirsel bir hava taşıması ve izlediğimiz o iki dakikalık kesite Bedrich Smetana’nın eşsiz Vltava’sının eşlik etmesinde. Bu müziğin filme görüntüleri aşan bir güç verdiğini düşünüyorum. Öykünün üzerinde bir sanat eseri bence o. Tabii insanın bu dünyaya düşmesi, başına gelen trajik olaylar ve bunlar arasından sıyrılıp kaderinin izin verdiği yollara gitmesi üzerine kurulu bir öykü şemasıyla ister istemez harmanlanıyor. Daha önce pek çok filmde kullanıldı, özellikle de Terrence Mallick’in Hayat Ağacı (Tree of Life, 2011) filminin fragmanı hatırlarsınız. Cici, aileyi ele alışı bakımından o filme benziyor biraz. Olaylar babanın etrafında dönüyor. Bir kayıp söz konusu ve bu, ailenin geleceğini etkiliyor. Ci

ci’de de benzer bir şema var ve Hayat Ağacı’nda olduğu gibi, Smetana’nın müziği sadece fragmanda duyuluyor, filmde yok.



SAYFANIN TAMAMINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ



NE VADEDİYOR CİCİ?

Bu ayrıca anlamlı geliyor bana. Çünkü fragmanda duyduğum müziğin yokluğu, ister istemez filmin eksikleriyle örtüşüyor. Vadettiğini ya da vadediyor göründüğünü sunmuyor Cici. Daha çok bir boşluğun ortasında bırakıyor seyircisini. Bu, hem hikâyenin ayrıntılarıyla, kişiler arası çatışmalarla ilgili bir boşluk hem de söylem düzeyinde bir olmamışlık söz konusu. Film; bir ruha, bir öze sahipmiş gibi görünüyor. Kalbinde taşıdığı bir anlam varmış gibi... Fakat bu görüntünün ardı biraz boş ya da yüzeysel aktarılmış. Sanki böyle bir hikâye anlatmak güzel olacağı, ortaya çıkan film güzel görüneceği için yapılmış gibi. Aslında Berkun Oya’nın iyi hikâyeyler sezmekte yetenekli olduğunu düşünüyorum, bunu senaryoya ve giderek filme aktarmakta da mahir fakat anlatıcılık söz konusu olduğunda sinemasal anlatım başka unsurlar da gerektiriyor. Öykünün kendisi tek başına yeterli olmuyor. Cici’de işlemeyen yönler, kusurlar mevcut. Öykünün ağırlık merkeziyle ilgili de sorun yaşıyor film.

Cici’nin öyküsü sofistike görünse de oldukça basit bir aile trajedisine dayalı. Bekir ve ailesi 1980’lerin başında Almanya’dan yurda dönmüşler. Ankara yakınlarındaki köylerinde ev yapmışlar, (filmde gösterilmiyor ama) tarımla uğraşıyorlar. Üç çocukları var. Bekir’in karısıyla mesafeli bir ilişkisi var. Aralarında geçen bir tartışma bu mesafenin kökenine dair ipuçları taşıyor. Havva okumak istemiş ama belli ki evlilikle birlikte hayallerini unutmak zorunda kalmış. Filmin başında, epilog kısmında TRT’de hemşirelere hayranlıkla bakışı bu duygunun ilk göründüğü yer. (ki bu hemşire meselesi filmin sonuna doğru belirginleşecek.) Sonra yemek masasında Bekir’le, çocukların okumaları konusunda girdiği tartışma da önemli bir ipucu. Adamın çocuk okutma niyeti yok. Evde, tarlada ona yardımcı olmalarını istiyor. Havva, onunla evlenerek yaptığı yanlışın, hayal kırıklığının sonucunda kocasını içten içe suçluyor. Bu, cinsel hayatlarına da etki etmiş. Ona verdiği üç çocuğu kaybolan yaşamının bedeli olarak görüyor. Bekir ise karısını fiziksel değil duygusal yönden cezalandırmayı seçmiş. Üzerinde manevi bir baskı var. Bir de bazen kadını odasına kilitliyor.

BİR KAYBIN TRAVMASI
Öykünün filmsel akışından önce bu noktalara değinmek istedim. Çünkü Cici’ye hâkim olan travmatik olayların kökeninde anne-babanın ilişkisi yatıyor. Çocukların geleceğini etkileyen temel olay ise gerçekte travma yaratacak bir boyuta sahip değil. Fakat bir tür sınıf çatışmasını içinde barındırdığını söylemek mümkün. Bekir’in köydeki tanışlarından biri, yetim kalmış bir çoban çocuğu olan Cemil’i aileye emanet ediyor. Yazık ki bu kısım biraz hızlı geçiştirilmiş. Cemil aileye ısınınca Saliha’yla birbirlerine âşık oluyorlar. Kadir, hem babasının Cemil’e daha yakın davranmasını hem de ablasının bu düşük sınıftan çocuğu sevmesini kıskanıyor. Böylece filmin kaderini belirleyen olay yaşanıyor. (Nedense bu durum bana Michael Haneke’nin Saklı’sını hatırlattı. Ama Cici’de bu çatışma yalnızca karakterlerin duyguları düzeyinde ele alınmış.) Kadir avluda türkü söyleyen Cemil’i şaka kisvesi altında hortumla sulayınca babasının hışmına uğruyor. Bekir, oğluna ders vermek için onu aynı şekilde uzun uzun ıslatırken olayı videoya alıyor. Akşam soğuğunda da çocuğu dışarıda bekletiyor.

Asıl olay gece yaşanıyor. Televizyon karşısında Bekir her zamanki gibi uyuyakalınca biri ateşi söndürüyor, pencereyi açıyor. Bekir sabaha kadar soğuğa maruz kalıp hasta oluyor. Birkaç hafta sonra da göçüp gidiyor. Hikâye bu noktadan yaklaşık 30 yıllık bir sıçrama yapıp aynı evde çekilen filme götürüyor bizi. Kadir, yönetmen olmuş, doğduğu evde film çekme kararı almış. Bu hikâyenin, yaşadığı travmaya iyi geleceğini düşünüyor. Aradan geçen zamanda ne olduğunu tahmin ediyoruz. Bekir ölünce Havva, çocukları okutmak için şehre taşınıyor. Böylece aile farklı yaşamlara savruluyor. Saliha başarısız bir evlilik yapmış, yıllar önce boşanmış ve Z kuşağı temsilcisi olarak hikâyede işlev gören tuhaf kızı Naz’ı yetiştirmeyi başarmış, Kadir hiç evlenmemiş, hayatı biraz dağınık, küçük kardeş ekonomik dertler içinde, kontrolün kendinde olmadığı bir evliliği var. Havva ise geçmişle iç içe yaşayan, heyheyleri biraz üstünde yaşlı bir kadına dönüşmüş. Babanın kaybı ailenin her bireyini etkilemiş. Saliha’da ayrıca çocukluk aşkının yarası var. Kadir’de ise başka bir suçluluk duygusu seziyor gibiyiz. Berkun Oya uzun süre babanın ölümüne ilişkin gizemin Kadir’le ilgili olduğunu düşündürüyor. Kadir’in bu hikâyeyi filme çekme arzusu ve tuhaf davranışları da bu şüpheyi pekiştiriyor. Film çekimleri sırasında karşılaştığımız kimi ayrıntılar geçmişle aradaki köprüyü yarım yamalak kuruyor. İkinci yarıda ise Kadir’in çekmek istediği filmi bitiremediğini ve köy evine yerleştiğini görüyoruz. Bu yarıda taşlar da yerine oturuyor. Ve beklediğimiz gibi finale ulaşıyoruz.

TEMEL ÇATIŞMA DERİNLEŞMİYOR

Bu arada Cici’ye yöneltilen eleştirilerin başında uzunluğu geliyor. Gerçekten de iki buçuk saatlik süre, öykünün bu hâli için fazla gibi. Yavaş akan, yer yer gereksiz ayrıntılara giren bir kurgu söz konusu. Bu, bazen teatral bir anlatıma da dönüşüyor. Bunun en önemli nedeni bana kalırsa temel çatışma noktasının zayıflığı. Bütün hikâye aslında karı-koca arasındaki gerilimle ilgili. Daha çok da Havva’nın yaşadığı gelgitler etrafında dolaşıyoruz. Böyle olunca çocukların baba kaybına ilişkin yaşadıkları sıkıntılar, yan öyküler yeterince işle(n)miyor. Hepsi tek bir noktaya çıkıyor gibi. Bunun en belirgin sahnesi de Bekir’in Kadir’i suladığı an. Bu tek sahne neredeyse tüm bir geleceği belirliyor. Böyle olması pekâlâ mümkün ama o sahnenin öncesinde ve sonrasında yaşanan ruh hâlini serip dökmeyince dramatik yapı etkisizleşiyor. Anadolu’da ne travmalar, ne aile faciaları var kim bilir? Bu açıdan bakınca Cici’de yaşanan, Batılı bir süzgeçten geçmiş varoluş dertleri gibi görünüyor. Berkun Oya, sanki karı koca arasındaki gerilimi simgesel düzeyde oluşturmaya çalışmış. Bu ise Havva başta olmak üzere her karakterde biraz delimsirek hâller olarak karşılık buluyor. Gerçeklikle, gündelik olanla kurulacak bağ zayıflıyor böylece.

BAŞARILI OYUNCULUKLAR

Öykünün kendi içindeki tekrarları, durgunluğu ve çatışmaların yüzeysel bir noktada takılıp kalması bir süre sonra dikkatin başka unsurlara yönelmesine neden oluyor. Bunların başında oyunculuklar geliyor. Filmdeki bütün karakterlerinin derinlikli yazılmış olduğu söylenemez. Örneğin, Yusuf’un yetişkin hâlinde bir yapaylık, yavanlık var. Karısı ve çocuğunun varlığı da etkisiz. Bu iki kişinin yalnız aileye değil hikâyeye de katkısı yok. Havva karakterinin geçmişinin de yeterince güçlü kurulmadığını düşünüyorum. Fakat Nur Sürer’in oyunculuğu ikinci yarıda odağı tümüyle Havva’ya yöneltiyor. Bunun yanında hikâyede daha yoğun biçimde işlenmesi gerektiğini düşündüğüm kişi kesinlikle Cemil. Aileye ait olmak isteyen fakat onların yaşadığı kimlik arayışı ve kayıp sebebiyle tümüyle dışarıda kalan, köyünden ayrılamayan Cemil rolünde Olgun Şimşek’in ekran süresi kısa ama diğer herkesten daha gerçekçi, daha içten bir kişilik çiziyor. Filmin uzunluğundan bahsederken çatışmanın tek yönlü olduğunu söylemiştim. Yan öykülerle, örneğin Cemil ve Saliha’nın yaşadıklarıyla genişleyen bir yapı olsa, uzunluğun da hakkı böylece verilebilirdi bence.

VARLIĞIYLA YOKLUĞUYLA BABA

Bir de elbette baba karakterinden bahsetmek gerek. Aslında filmin oturduğu şablon, Bekir’i kötü bir baba olarak kodlama arzusu uyandırıyor. Fakat Bekir’i izlediğimiz sahneler bizi ikircikli bir durumda bırakıyor. Dövmek istese de karısına el kaldırmıyor örneğin; Cemil’e karşı merhametle karışık bir yakınlık duyuyor ve onu aileye almaktan çekinmiyor. Tabii çocukları arasında bilinçsiz ayrımlar yapıyor. Yusuf’u Kadir’den daha çok seviyor. Aslında bir yönüyle bu coğrafyada yetişmiş baba modeline yakın davranışlar sergiliyor. Bir de tabii Almanya’dan dönmek zorunda kaldığı için buruk hatta içsel olarak tepkili. Bunu bir an istemsizce söylediği “Türkler dışarı” cümlesinden çıkarmak mümkün. Video kameralara düşkün. Bu, filmde belirgin bir referans değil ama muhtemelen kendi çocukluğunu yitirdiği için yaşananları kayıt altına alma arzusu var. Bu yüzden Kadir kameraya dokununca çok sinirleniyor. Çocuğu dövmesi de bundan. Bekir karakteri, bu sebeplerle gri bir bölgede yer alıyor, ama kuşkusuz Berkun Oya’nın onu kötü biri gibi gösterme niyeti zaten yok. Seyirciye başta geçen ‘kötü’ algısı, yerli sinemamızdaki baskıcı baba figürüne dayanıyor. Sonuçta bu ülke büyük ölçüde babayla ve onun otoritesiyle yaşanan sorunlar, iletişimsizlik ve sevgisizlik üzerine hikâyelerle dolu. Cici ise bu noktada farklı bir çerçeve çizmek için kadının baba otoritesine karşı gelmeye çalışması ve bunun beklenmedik sonuçlarıyla yüzleşememesini odağına alıyor. Fakat baba karakteri derinlikli yansıtılmayınca Havva’nın öyküsünü ve filme damga vuran davranışını da doğru biçimde yorumlamak güçleşiyor. Kanımca filmin en sorunlu noktası burası. Buna bir de Yılmaz Erdoğan’ın alışıldık, biraz teatral oyunculuğunu da eklemek gerek. Bu yüzden öyküyle daha yakın bir bağ kuramıyoruz.

Bununla birlikte çok başarılı bir görüntü çalışması var. Ayrıca başlarda TRT’nin 1980’lerde kalmış programları Az Gittik Uz Gittik’i, haberleri, Özay Gönlüm’ü izlemek, filmin anlattığı dönemin ruhuna dair keyifli ayrıntılar. Daha önce Bir Başkadır’da kullandığı müziklerle geçmişe bolca referans veren Berkun Oya, Cici’de öykü içindeki şarkı ve türküler dışında müzik kullanmıyor. Bunun filmin yapısına olumlu yansıdığı söylenebilir.

Teknik olarak hemen her unsur başarılı biçimde kurulmuş olmasına karşın film, bittiğinde bir boşluk duygusu bırakıyor. Sonuçta izlediğimiz bir aile trajedisi. Fakat güçlü ve derinlikli değil. Olgun Şimşek’in, Nur Sürer’in iyi performanslarını izledim işte diyor insan. Sonrası da kalıyor…