Geçen haftaki yazımda; 15’inci Karaburun Bilim Kongresi’nin 'Kapitalizmin Salgınları ve Bitmeyen Kavga’ ana başlığı ile İzmirde gerçekleştirildiğini aktararak, ‘Yerel Yönetimler ve Gıda Egemenliği’ başlığıyla katkı sunduğumuz tartışmalarda, Efes Tarlası Yaşam Köyü deneyiminin ilk sonuçlarını ve yakın gelecekteki olasılıkları paylaşma şansı bulduğumuzu söylemiştim.

“Bir yandan zor koşullar altında üretim yapmaya çabalayan çiftçilere diğer yandan da gıda güvenliği ve gıda güvencesinden mahrum kalarak yaşamlarını sürdürmeye çalışan geniş halk kesimleri olan tüketicilere yönelik yerel yönetim faaliyetleri hızlandı. Üreticiler ve tüketiciler, yardıma muhtaç veya ihtiyaç sahibi olarak kodlandı ve yardım mekanizmaları çeşitlenerek hayata geçirildi” diyerek, “İşte yerel yönetimler ile gıda egemenliği mücadelesi arasındaki ilişkinin düğümlendiği yer de burası. Ne üreticileri ne de tüketicileri kapitalist piyasa mekanizmasının içerisinde veya dışında güçlendiren, sadece yardım eden ama yardıma bağımlılaştıran, güçlendirmeyen bir ilişki gıda egemenliği mücadelesinin kapsamına girmiyor.” vurgusunda bulunmuştuk.

Şimdi başta küçük üretici köylüler olmak üzere tüm çiftçiler ve tarım alanına yönelik popülist kaygılara mahal vermeyecek gerçek adımları atmanın tam zamanıdır. Üreticiler tarladaki işlerini büyük oranda bitirdi, gelecek yılki tarım sezonuna hazırlanmak üzereler. Zamanlarının büyük çoğunluğunu bağda, bahçede ve tarlada geçirdikleri tarım sezonunun ardından; üreticilere ulaşmak artık daha kolay.

Şimdi artık üreticilerin ve tüketicilerin özneleşebilmeleri için yerel iktidarların onları güçlendirmek amacıyla adım atabilecekleri gayet uygun bir dönemdeyiz.

Peki, neler yapılabilir?

Sanıyoruz ki özellikle tarımsal faaliyetlerin güçlü olduğu kentlerin yerel iktidarları, üreticiler ve tüketicilerle birlikte, geri kalan üretim sezonunun değerlendirmesini yaparak işe koyulabilirler. Kim, nerede, nasıl üretim yaptı ve karşılaştıkları sorunlar nelerdir? Bu sorulara ve daha pek çok başlığa dikkat kesilmek, üreticileri güçlendirmenin nasıl mümkün olabileceğinin de ipuçlarını verecektir.

Bu değerlendirmeleri izleyecek çözüm arayışlarını da kapsayan “çiftçi buluşmaları”, tarım ve gıda alanındaki sendika, meslek örgütü ve demokratik kitle örgütlerinin de katılımıyla gerçek bir alternatif tarım ve gıda stratejisinin yaratılmasına da ön ayak olacaktır.

Diğer yandan önümüzdeki tarımsal üretim sezonunun, tarladan sofraya kadar planlanması, yani gıdanın yolculuğunu üreticiler ve tüketicilerden yana bir yaklaşımla planlamak, yerel iktidarların üreticileri ve tüketicileri güçlendiren çözüm siyasetinin köşe taşlarının başında gelecektir.

Gelecek sezonda gerçekleştirilecek tarımsal faaliyetin ön belirleyenlerinden olan toprağın bilgisi, bu noktada kritik bir başlık olarak öne çıkıyor. Üreticilerin, topraklarının bilgisine haiz olabilmesi için yerel iktidarlar tarafından sağlanacak toprak analizi hizmeti, neyi nerede nasıl üreteceklerine yönelik ciddi bir güçlendirme faaliyeti olacaktır.

Daha pek çok başlıkta atılabilecek çok fazla adım, çok farklı hizmet var elbette…

Tüm adımların planlanması ve hayata geçirilmesinde ise başa yazmamız gereken bir ilke çok hayati bir öneme sahip; sözün, yetkinin ve kararın üreticilerde ve tüketicilerde olduğu bir yöntemi hassasiyetle yaşama geçirmek.

Gıda egemenliği için adım atmanın tam zamanı…