Çokça bilinen nükteli bir kalıptır: Sıralanan maddeler geçersizse ilk madde geçerlidir.

Nükte kara mizaha hatta histeri krizine dönüştü. Eğer umulan olmadıysa ilk madde geçerlidir anlayışı tüm hukuki düşünsel ve bilimsel gerçekliklerin önüne geçti. Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasası değişerek Murphy Kanunları’na benzer bir abuklamaya dönüştü. Yeni rejimin tek kişinin isteklerine bağlı, onun daimi iktidarını ve çıkarını gözetecek şekilde adeta tek maddelik bir anayasası var artık. Yıllardır şakası yapılan o ilk madde “KHK ile” kanun oldu.

31 mart yerel seçimlerinin ardından sonuçları beğenmeyen iktidar “hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şeyler oldu” diyerek işte o meşhur ilk maddeyi gündeme aldı, koca bir seçimin iptali için başvurdu. 17 yıllık AKP iktidarı boyunca içi boşaltılan hukuk sistemi içinde bağımlı ve atanmış HSYK, YSK mensupları ve hukuk bükücülük görevi üstlendirilen kadrolar görevlerini yerine getirdiler. Her şeyin bir ilki olsa gerek. Bu kez yapılan itirazı geçerli kılacak bükülmüş bir hukuk maddesi dahi bulunamadığından olsa gerek, verecekleri oyun gerekçesini bile bulamadıkları ve dillendiremedikleri ebedi bir sükûnetle tamamladıkları görüşmenin sonunda salt el kaldırmak sureti ile 7 ye 4 oyla seçim iptali kararını aldılar.

Tüm kurumlar ve kurallar sabit tek maddeye çıkıyor. YSK içinde de tek maddelik uygulama kılavuzu devreye girdi. “Her seçimi iktidar partisi ya da onun genel başkanı kazanır. Seçim sonuçlarının aksi şekilde gerçekleştiği koşulda ilk madde geçerlidir. Kısaca, tek adamın dediği olur.”

Demokrasi, kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, bağımsız yargı, düşünce ve ifade özgürlüğü, vicdan, sağduyu gibi nice kavramın çoktandır karşılıksız kaldığı ülkemizde demokratik hakların korunması ve savunulması da giderek güçleşiyor. %10 gibi aşılması güç anti demokratik barajın belirleyiciliği karşısında yıllardır seçmenin matematik profesörü gibi tüm olasılık hesaplarını, permütasyon ve kombinasyonları düşünerek oy tercihini belirlemeye mahkûm edildiği sistem şimdi de hak arama kriterlerinin ve direnme hakkının olağan dışı koşullarda belirlenmesi zorunluluğunu karşımıza getiriyor. Örneğin açık hak ihlali karşısında akılcı ve demokratik bir hak olan boykotu bir seçenek olarak tartışmak bile zorlaşıyor. Cehaletin devletin ve iktidarın tüm kaynaklarını sınırsızca kullanarak eyleme geçtiği, örgütlü kötülüğün hukuku ve muhakemeyi ortadan kaldırdığı bir düzende boykot gibi normal şartlar altında meşru ve anlamlı bulunabilecek bir seçeneği tartışmak son derece fantastik bir hal alabiliyor. Haklı bulduğum ve saygı duyduğum serzenişlerle “kazanılmış bir hakkın göz göre göre iptal edildiği koşulda yeniden hukuksuz bir seçime girmeyi kabul etmek hukuksuzluğu meşrulaştırır.”  diyenlerle hep birlikte “aynı gemide” yıllardır maruz kaldığımız onlarca haksızlık, adaletsizlik ve hukuksuzluk sayabiliriz. Ummanın ortasında haksızlık gemisinde mahsur bırakılmış olan bizler hakkımız olan farkındalığı sağlayacak bu demokratik seçeneği, neden ve nasılımızı anlatacak bir kanal bile bulamazken, uyuşturulmuş ve bilgisizleştirilmiş seçmen kitlelerine sınırlı zaman aralığında nasıl ulaşarak meramımızı anlatacağız? El birliğiyle kürek çekmeye devam etmekle denize atlamak arasındaysak tercihimizi elbette hayati reflekslerle yapacağız. Kendimiz için değilse bile gemideki herkes için.

Boykotun amacı, boykot edileni zorlayarak arzu edilene kavuşmak ya da mevcut durumu değiştirmekse; 23 Haziran’da uygulanacak bir boykotun, seçimleri yüzde kaç katılımla ve yüzde kaç oranında ya da hangi koşulda kazandığını zerre kadar umursamayan bir iktidara ilk maddeyi üstelik hiçbir zahmete katlanmadan bir kez daha uygulama lüksünü sunmak anlamına geleceği kanısındayım. Bu sadece çarpıklığı dile getirmek adına akılcı, haklı ama kolaycı, çıkış ve sonuç getirmeyecek bir çaba olarak boykotlar tarihine kalacak bir eylem olacaktır. Bugüne değin uygulanmış seçim boykotları incelendiğinde sonuç getiren örnek yok denecek kadar az. Ne yazık ki ülkemiz bu örnekleri başarılı kılan zemin ve koşullara çok uzak.

Baskı rejiminde, önceki seçimlerde karşı durulamamış, önlenememiş olan hile, hırsızlık, hukuksuzluk, tehdit ve şiddet faktörlerine rağmen kazanılmış / kazanılabilmiş bir seçimin yeniden kazanılması ihtimalini doğrudan ortadan kaldıran böyle bir tutum itiraz edilen düzeni yerleşik kılar. Üstelik uzun bir süre yeniden tartışılamayacak bir zemine kilitleme riskini barındırır. Bu en hafif tabir ile kaybettiği seçimi kendi lehine çevirebilmek uğruna sayısız yöntem deneyen iktidarı kararlılıkla bozguna uğratmış olan seçmen için oyunu feda etmek olur. 31 Mart gecesi ve sonrasında yeniden ve yeniden ve yeniden sayımlara direnebilmiş ve iktidarı batık bir ekonomi ile sıcak para akışını, düzeni koruyabilmek için muhtaç olduğu dünya güçlerinin gözleri önünde kimsenin meşru bulmadığı / bulmayacağı hukuksuzluğu aşikar olan bir seçim iptali kararı almaya muhtaç ve mahkûm etmiş olan tüm demokrasi nöbetçilerinin emeğini hiçe saymak, boşa çıkartmak olur. Bu çağrıyı yapmak iptal kararı alınır alınmaz ‘buradayız’ diyen, pes etmeyen, direnmeye kararlı açıklamalar yapanların yükselen sesini kısmak, inancını, umudunu kırmak en çok ihtiyaç duyulan birliktelik duygusuna da zarar vererek kalıcı bir tepkisizliğe, yılgınlık, çaresizlik ve yalnızlık duygusuna dönüşme, anlatılamama riskini taşıyacaktır.

Oysa 31 Mart seçiminin en önemli kazanımı yenilmezlik algısının aşılmış olmasıydı. Değişim ve dönüşümün başlangıcı ise yalnızlaşma, pes etme, çaresizlik gibi duyguların aşılmasını sağlayan itiraz ortaklığıyla sağlanmıştı. 7 Haziran’da iktidar için büyük bir yenilgiyi getiren sonuçlar Gezi isyanında bir araya gelen çok farklı kesimden insanın ortak acıları, mağduriyeti ve talepleriyle şekillenmişti. İktidarın 1 Kasım hamlesine ve katlanılmaz acılara dönüşen ağır müdahalelerine rağmen bertaraf edilemeyen bu itiraz kin, ayrışma ve nefret duygusundan yorulan toplumda bir arada olma ve normalleşme ihtiyacına dönüşüyor. Rejim değişikliğini kabul etmeyen, eşit ve özgür bir yaşamı özleyenlerin baskılanan ve görünmez kılınmak istenen tercihi her geçen gün somutlaşıyor. Karanlıktan çıkış ancak umudun diri tutulduğu ve paylaşıldığı sürdürülebilir bir mücadeleyle mümkün. Görülüyor ki 31 Mart seçimleriyle topluma yayılan iyimserlik ve umut somut ve büyük haksızlık karşısında bir kez daha kendiliğinden ve sonuca dönüşebilecek bir kararlılıkla tüm soyut tartışmaları boşa düşüren bir ortak enerjiye dönüştü.

Elbette dayatılan, hukuksuz bir seçimi normalleştirmemek, benimsememek adına yapılacaklar önemli. Bunun için yeniden kazanma inancıyla mücadele ederken hukuki ve vicdani boyutuyla yanlış olanı görünür kılmak gerekli. Biz biliyoruz ki demokrasi zorbalıkla ve hileyle sağlanabilmiş olan %1’le üstünlüğü ele geçirenlerin mutlak tahakkümü anlamına gelmez. Kendi normlarını dayatarak “vatandaş seçimin iptalini talep ediyor” diyen anlayış kendisine oy verenleri millet, ülkenin diğer yarısını ise terörist olarak tanımlıyor. İşte bu ayrışma çözüm için gerekli olan birleşmeyi sağlayan güçlü bir mayaya dönüşüyor. Yenilenen seçimin sonucu ne olursa olsun AKP iktidarını ve otokrasiyi bitirecek olan çöküş hızla geliyor.

Hukukun üstünlüğü endeksinde 126 ülke içinde 109.sırada, hukuki ve idari düzenlemelerin uygulanması sıralamasında 126 ülkede 106.sırada, dünya basın özgürlüğü endeksinde 180 ülkede 157.sırada, dünya özgülükler raporunda son 10 yılda özgürlüklerin en çok azaldığı ülke olarak kısmen özgür kategorisinden özgür olmayan ülke kategorisine gerileyen bir ülkede; boykot ya da hak edileni geri almak arasında hangi düşünceye yakın olursak olalım en son ihtiyacımız olumsuzluk ve enerji kırıcı ayrışmalar. Yaşadım diyebilmek için başlayan ve sonuç alan moral üstünlüğü sürdürmek, hakkımız olanı savunmak ve ‘keşke’ denebilecek bir boşluğa düşme riskini hiç azımsamamak gerek.

Yolun sonuna gelen iktidardan kurtulmak için teslimiyet karşısında korkmadan, inançla kral çıplak diyebilmek ve direnmek gerek. Geçtiğimiz günlerde Türkiye’de muhalefet ve politikacıların kötüleşen durumunu araştırmak için hazırlanması oylanan AKPM raporuna iktidarla birlikte red oyu verirken, sürüklendiğimiz anti demokratik seçim iptali kararını boykot etmeyi tartışarak bir uçtan diğer uca savulmak yerine statükoya karşı çıkmak gerek. Kağıt üstünde ilkesel olarak şık duran, demokrasinin ve hukukun var olduğu koşulda sol duruş adına bir kazanım sayılabilecek ama tek başına ana muhalefet partisinin -hatta tüm muhalefetin- kararına bağlı olmadığı gibi tüm getiri ve götürüleriyle emek ve demokrasi güçlerini, toplum bileşenlerini de kapsayan müzakerelere ve çatlaksız bir uygulama pratiğine muhtaç bir alternatif çekilme yerine sonuç almaya daha yakın bir seçenek aranmalı. Seçim iptaline karşı sandıkta, sandık güvenlik sathında ve sokakta kitlesel bir kararlılık sergileyebilmek sonuçsuzluğu kadere dönüştürmekten yeğdir.

Evet Herşey çok güzel olacak çünkü kazandık. Çünkü haklıyız. Biliyoruz ve muktediriz.

“Belki de bir gün yeniden doğmak isteyeceksin

Ve o gün doğacaksın ve bunların hepsini yaşayacaksın

Ne için mi?

Yaşadım diyebilmek için.”*

POLİTİK YOL

Editör: Haber Merkezi