GÖNÜL SOYOĞUL/SITKI ŞÜKÜRER RÖPORTAJI 3. BÖLÜM

‘Lordlar Meclisi’ diye adlandırdığı İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu’nun ve ESİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Sıtkı Şükürer ile sıradışı sohbetin son bölümündeyiz…

Gelelim Alsancak ve Kültürpark konusuna…

Alsancak'a biz kaç tane fonksiyon yüklüyoruz? Alsancak sabah erkenden kalkanların spor yaptığı yer. Gece geç vakitlere kadar kalanların çekirdek çitlediği yer. Ondan geç kalanların bira içip şişelerini bıraktığı yer. Efendim gençlerin flört yaptığı, birbirlerine sarıldığı, öpüşler yaşadığı romantik yer. Mitingler burada oluyor. Aynı zamanda burası kentin kafelerinin, restoranlarının, içkili mekanlarının ve işyerlerinin yoğun olduğu bir yer. Aynı zamanda insanların evinin olduğu, yattığı, uyuduğu bir yer. Ya bir yere bu kadar fazla haksızlık, bu kadar fazla misyon yükleyebilir mi? Be insanlar, şurada üç yüz metre geride, 420 dönümlük koca Kültürpark var.

Korunmasın mı?

Dünyanın her yerinde korunur tamam. Tamam bilmem ne yapma ama gençliğe aç kardeşim. Kafeler orada olsun, cıvıl cıvıl ortamlar olsun, minik konserler orada olsun, şu olsun, bu olsun. Hayır, orası kurtarılmış ve korunmuş bölge gibi. Alsancak tırnak içerisindeki entelektüellerin gitmeseler de görmeseler de bir şekilde kendilerine ayrıldıkları bir rezerv, apayrı bir alan. Kimseyi sokmuyorlar ve bunu da yaparken bunu çevrecilik, bilmem ne adına yapıyorlar.

Yani bu kadar Kültürparkınıza sahipsiniz, otuz santim altı kapkara kül biliyorsun. Hala büyük yangının külleri duruyor. Sen mesela en azından Kültürpark'ın bu hazin geçmişine yönelik olarak acaba içinde herhangi bir sancı duyuyor musun? Madem 15 bin kişisin, orada bir tane bir mübadele anıtı olsun, bilmem ne olsun. Bu tip kritik konularda, bu tip geçmişe yönelik bir arayışta, bir insanı insan yapan, hümanisttik kalitelerde, hiçbir yerlerde yoklar. Baktığın vakit bunlar çevreciler.

Siz?

Ben onlar kadar çevreci değil miyim? Efendime söyleyeyim müteahhitlere peşkeş çektiren insanların adamı mıyım? Bu boyutuyla düşünün bakalım. Bunu bizim arkadaşlarla konuşuyorum. Bu sorguyu yaptığım vakit dut yemiş bir bülbül gibi duruyorlar. Cevabı, 'Ama böyle'. İyi de 'Ama neden' böyle? Çünkü. Çünkü diyor noktayı koyuyor. Yani bu çok önemli bir şeydir, savunma şekli. Benim kızım çok ufakken yaramazlık yapardı. Kırardı, dökerdi. Kızım neden yaptın derdim. Çünkü der ve susardı. Ona göre çünkü, olayı neden yaptığını son derece kapsamlı açıklayan, kifayet eden, daha ötesine kelimeyi gerektirmeyen bir şeydir. Çünkü derdi ve bitirirdi yani. Bunlar da çünkü diyor duruyor. Bu sadece Kültürpark meselesi değil, hemen pek çok konuda böyle.

Çeşme projesi gibi mi? Siz çevrecilerin aksine o projeyi de destekliyorsunuz, orada gerekçeleriniz ne?

Yani yarımada turizme açılmasın. Ya açılmasın. Olsa Türkiye'nin nüfusu Yunanistan gibi dokuz milyon, ben de koruyayım kollayayım. Her sene iki milyon artan nüfus. Almışsın sekiz-on milyon göçmen vesaire. Neticede bu ülkede her pozisyonda, her pozisyonda yatırım yapmak zorundasınız. Her yatırım, tabiatın mutlaka istismarı demek. Mutlaka! Bunu ağır sanayi yatırımı olarak yaparsan, çimento fabrikasını kursan bu ağır istismardır. Turizm yatırımı yaparsan az istismardır. Ama bunu yapmak zorundasın. Çünkü nüfusun her sene bir, bir buçuk milyon arttı. Dolayısıyla orada zengin toprakların fakir bekçisi olamazsın. Yani dünya nüfusu artıyorsa, Türkiye nüfusu artıyorsa, yarımadaya bir şeyler planlayacaksın. Adam bir şeyler getirmiş. AK Parti'nin adamı değil, turizmci vesaire. Kendine göre projelerle, asla yüksek yapılanma olmayacak, şöyle olacak diyor. Devletin boş kalan arsasını şöyle şöyle bir şeyler yapacağız ve buraya yüz bin istihdam olacak vs. Buna insanlar neden karşı çıktı?

Su kaynakları sınırlı diye mesela, yeterli değil mi?

Ya kardeşim diyor, golfe gelen adam ekonomik olarak en üst seviyedeki insan. O insanlara yapacağın fiyatlamaya bağlı olarak senin maliyetlerinde de sana esneklikler sağlıyor. Deniz suyunu arıttığın vakit tamam pahalıya mal olur ama bunu diyor o insana yansıtabilirsin. Dolayısıyla sulamayı oradan sağlayacak.

Arıtırken ‘Tuzu ne yapacaksınız’ diye soruyor bilim insanları ve bunların cevabını bilmek zorunda herkes, çünkü Yarımada’nın kaderini tayin ediyorsunuz.

Kaderini… Ondan sonra, bir başka türlü, daha vahşi bir şekilde Gümüldür gibi Kuşadası gibi bilmem ne gibi yağmur gibi gelecekler. Yirmi yıl sonra göreceksin, abuk sabuk yatırımlarla, şunlarla, bunlarla…

Tuz meselesi ayrı. Ben felsefeyi anladım. Yarımada örneği belki yanlış örnek verdim. Bu olayla alakalı adam üç dört tane toplantı yaptı. Herkesi çağırdı. Belediye tüm ekibiyle katıldığı günden sonra kaç defa gazetede en ince ayrıntısına kadar yazdım.

Peki, Kültürpark’a dönelim. Kültürpark konusunun kördüğüme dönüşmenin en önemli nedeni, Tunç Başkan değil mi? Kültürpark platformu, Aziz Bey’in Fuar alanı için düşündüğü projeyi paylaşmasıyla kurulmuştu ve o grubu destekleyenlerden biri de Tunç Soyer’di. Aziz Bey’in projesine, Kültürpark’ta yapılaşmaya Tunç Bey de karşıydı. Başkan seçildikten sonra platform ve diğer bileşenlerle toplantılar yaptı, görüşlerini sordu, ‘kendimi antik Yunan’da zannettim o toplantılarda’ dedi ve sonra irtibatı kesti… Kültürpark için ilk icraatı da pazaryeri açmak oldu. Sizin bunları bilmiyor olduğunuzu düşünmüyorum.

O bahsettiğim kişiler, her şeye muhalif. Yani her şeye muhalif. Yani orada yaşlanan bir ağacı, bitki bilimini, ağaç bilimi bilmeden uzak. Kardeşim yani parklar, bahçeler genel müdürlüğün başında bu işle alakalı olarak belki elli mühendis var. Müsaade buyur. Onlar ortalığı ayağa kaldırırlar.

Alsancak'In eğlence mekanlarını Kültürpark'a kaydırdığınız zaman ne olacak? Geçmişte müstecirlerle olan kavgaları biliyorsunuz. O kavgalar neredeyse Fuar Müdürü’nün hayatına yol açıyordu, unuttunuz mu?

Hayır hayır ben satrançta hiç yenemedim çünkü hiç oynamadım. Oynamazsan evet, Casparov'dan daha iyi satrançsın. Yani eğer senin bazın yenilmemek, zarar vermemek, korumak vesaire… Yani netice itibariyle dediğim gibi sen Kültürpark'ı açtığın vakit tabii ki mevcut duruma göre bir istismar yaşanacak. Şu Alsancak’a yani bir yere elli tane fonksiyon yükleyemezsin. Olmaz. Bu nedir ya? Yani burası ne? Her şey burası. Böyle bir şey olabilir mi ya? Belki biraz istisnayız ama şöyle bir sıradan bir Karşıyakalıya, Şirinyer'de oturana ortalama bir insana Kültürpark'a ne zaman gittin diye sor, inanır mısın senede ikiden fazla giden çıkmayacaktır. Ay işte orada bir köy var. Hani gitmesek de bizim mantığı var.

Tenis Kulübü kaldıracaklar, projeleri gördüm. Bu tantananın tüm arkasındaki lobi o. Tenis kulübünün kalkmasıyla ne tozlar kopacak, görecek İzmir..

Nasıl yani, tenis de mi oynanmayacak orada?

İzmir mübadillerinin 1960'lı yıllarda bu devletin kendine verdiği yerleri Türkiye Cumhuriyeti'nin daha ev sahibine asla ulaşamayacağı, gelmiş geçmiş en büyük rant operasyonunu yaparak buraları bir anda sekiz kat, dokuz kata müsaade ediyor olması ve o güzelim Sakız evlerini vesairelerini, köşklerini imha etmesi, oradan oluşan rantlarla çalışmayıp tenis kulübünde hepsinin yani biraz tabiri amiyane olacak ama popo kanserinden hayatlarına devam ettikleri, onun alt kuşaklarının devam ettikleri bir yapı orası. Onlar kendi huzurları bozulmasın diye tüm Kültürpark'a öteden beri el koydular. Tüm tantana bizim zihnimizi, psikolojimizi düşüncemizi istila ederek inşa etmiş. Musibet gibi bize bunu monte etmiş. Tenis kurumunun altında bu yatar.

Netice itibariyle etrafı duvarlarla çevrili. İndir kardeşim şu duvarı. Aziz Başkan’a elli kere söyledim ben. ‘Abi, biliyor musun, o duvarlar SİT’ dedi. Çünkü yasak bölge ya orası. Yani o dediğim sınırlı zümrenin, mübadil, tembel zümrenin İzmir'e çökmüş, İzmir'e yapılabilecek en büyük kötülüğü yapmış zümrenin kurtarılmış bölgesi. Alsancak'ta oturan gitmiyor. Üç beş tane spor yapan dışında vesaire. Dediğim gibi şuradaki insanlara, Talatpaşa'da yüz-beş yüz insana birisi yapsın anketi, yılda kaç kez Kültürpark’a gidiyorsunuz diye…

Kültürpark konusunda sizinle anlaşamıyoruz, diğer provokatif paylaşımlarınıza bakalım. Mesela Karşıyaka ile ilgili. Yakın zamanda onlara da epey laf soktunuz köşe yazınızda…

Karşıyakalılık diye bir kavram var. Girersin geçmişine, derinliğine. Yüzyıl öncesine değil ya. 1940’lara in. Cumhuriyet döneminde yaptığım o ikbalin evi, villası vesaire. Onları bile yok ettin. Yani bırak Hristiyan mirasını. Hiçbir şey yok ortada. Böyle inanılmaz derecede holigan, yüzeysel. Aptal, kendi girişine otuz beş buçuğa hoş geldiniz. Otuz beş buçuk dediğin ne? Ankara'da İçişleri Bakanlığı'nda, Trafik Şubesi'ne bakan bir bürokratın vakti zamanında bu kentte verdiği plaka numarası. Kendi aidiyetini deklare edebileceği başka bir kriter yokmuş gibi ki yok, onun için. Çünkü entelektüel seviyesi o kadar sığ ki sadece ve sadece otuz beş üzerinden ifade ediyor.

Gel Trabzon'a. Senin Hemşin geçmişin var, Pontus geçmişin var, Türk geçmişin var. İnanılmaz derecede bir limansın. Ruslarla alışverişin var. Hala yok edemediğin dokuların, vesairelerin var. Altmış dakika altmış bir oluyor. Sonra tüm Trabzon seyircisi plaka numarası 61 olduğu için ayağa kalkıyor. Ondan sonra Trabzonlu, Trabzonluluğunu altmış birinci dakikada plaka numarası üzerine hissediyor. Şimdi bu acı nasıl bir şey sığlık? Merak edin. Neden meraksızsınız? Şimdi bu noktada istiyorsan nokta koyalım. Bunun arkasından çok sert bir cumhuriyet eleştirisi gelir. Hormon giydirilen elbise meraksızlık üzerine kurulmuş.

Ankara, İstanbul ve son olarak seçtiğiniz, yaşamayı düşündüğünüz, aslında doğduğunuz şehir İzmir. Ankara'yı çok güzel anlattınız. Ya İzmir? Hep tepkinizi dile getiriyorsunuz, niye?

Netice itibariyle tercih ettik geldik buraya. Her şeye rağmen. Demek ki artıları eksiklerinden fazla. Bu kentin mübadeleyle gelen insanları, daha sonra İç Anadolu'dan gelen insanları, daha sonra Doğu ve Güneydoğu'dan gelen insanları, daha sonra başka yerlerden gelen insanlar. Her gelen, her gelen bir daha istisna. En büyük ihanet mübadeleyle gelenlerdir. Bu kente sürekli mütemadiyen ihanet ediyorlar. Dünyanın en büyük lağım çukurunu ben yaratmadım. Bu kentin sonradan gelen bu insanları yarattı. Dünyanın en güzel tarihsel dokusunu yok edip de Çin Seddi gibi Laz müteahhiti kalitesiyle sekiz katlı Çin setlerini bir başkası yapmadı, İzmirli yaptı. Hala her şekilde imkân verdiğin takdirde bir Afrika çekirgesi, bir kımıl zararlısı gibi bugün kentin en münevver kesimi dediğimiz insanlar, bu insanlara desen ki şu 8 kat yerine 13 kat müsaade ediyorum. Üç ay da süreniz var. Üçüncü dakikada burada filizleri çıkarlar. Ama bir yıl sonra kentleşme faziletleri üzerinden, kenti korumak üzerinden mangalda kül bırakmazlar. En mangalda kül bırakmayanlar aynı zamanda onlardır. Efendim evlerinde otururlar, Sahilevleri'ndeki evlerin yasal sınırı yüz elli metrekare, evlerin ortalama metrekaresi bin beş yüz metrekare. Çünkü hepsi korsan bir şekilde yükselmiştir. Arkasından da imar affıyla üç kuruş para verip legalleştirmişlerdir. Otobandaki hız sınırı yüz yirmidir, yüz otuzdur. Hepsi yüz seksenle gider. Kendisinde hak bulur. Çünkü altında Alman arabası var. Yahu netice itibariyle bir toplum nezih, medeni toplum olmanın getirdiği kriterlerin hepsinin farkında olmasına rağmen İzmirliler bunları kendilerine yönelik olarak, bir muafiyet olarak algılayıp soluksuz bir şekilde, geriye doğru yüzyıl içerisinde ihlal ede ede bu kenti hala bitirme konusunda inanılmaz bir arsız iştahla yollarına devam ediyorlar. Benim tepkim bunadır.

Daha önceki sohbetimizde STK’ların daha cesur olmaları gerektiğinin altını çizmiştiniz. Ankara’daki enerjiyi bu kentten alamadığınızı da sohbetin başında söylediniz. Şu son 20 yılda yaşananları düşünerek, yanlışlara karşı siyasi otoriteye yönelik iyi bir sınav verdi mi peki Ankara?

Hiçbir şekilde vermemiştir. Onlar da aynı şekilde alçak irtifada. Bu kadar basit. Yani Cumhuriyet rejiminin çok pozitifleri vardır, şusu vardır ama en başından beri insanlardan bir şeyi esirgemiştir. O da demokrasi kültürü. Demokrasi yok kardeşim demiştir, kuralları ben tespit ederim. Vesayet rejimi. Sen ondan sonra laik ol, İslam'a karşı mesafeli ol. Dinini benim çizdiğim Diyanet denetimli bir yapı içerisinde yaşa, etliye sütlüye, stratejik işlere karışma; ben seni korurum. Sen bu çerçevede, bu fanus içerisinde, bu çizdiğim çerçeveye uygun olarak yaşa. Şimdi böyle bir kültürde yetişmiş şehirli insanlar… Cumhuriyet değerlerini koruyuculuğu kalkıp da işte bildiğimiz bu mevcut vesayet gelince -ona artık ne vesayeti dersen de- bununla mücadele edecek bedel ödeyecek bir kültüre haiz değildir. Çünkü gerekli kodlarında bu yok ki, bilmiyor öyle bir şey. Böyle otomobil farına yakalanmış tavşan gibi duruyor. Dolayısıyla Ankara'nın STK'sı da, İzmir'in STK'sı da şusu da busu aynı. Yine en dayı kim? Yine TÜSİAD. En dayı o. Dan dan dan dan söylüyor. Her seferinde fırçayı yiyor, oturuyor. Ama yine toparlıyor. İki ay sonra bir daha söylüyor. İki yıl sonra, bir daha söylüyor. Ama söylüyor. Yani Türkiye Odalar Birliği’nin ve bağlı olarak alt odaların gıkları çıkmıyor. Çıkmıyordu hala daha yani. Bir gık yapar gibi oldu, onu da otur dedi.

Editör: Haber Merkezi