Yapılan açıklamada, parçacı ve parsel bazında yapılan planların, kamu yararından uzak, daha çok mülk sahipleri ve müteahhitlerin kârını arttırmaya odaklı olup, İzmirlileri, kentin ulaşım, eğitim, sağlık ve yeşil alan gibi temel ihtiyaçlarından, 3194 sayılı İmar Kanunu ve ilgili yönetmelikleri gereği ayrılması zorunlu olan kentsel, sosyal ve teknik altyapı alanlarından mahrum bir kentte yaşamaya mahkûm kıldığı iddia edildi.

Açıklamanın önemli bölümleri şu şekilde;

Son yıllarda İzmir’de yerel yönetimler tarafından onaylanan ve dönüşüm niteliği taşıyan revizyon imar planlarında yüzde 10-25 yoğunluk artışı önerildiği saptanmıştır. Bahsi geçen planlarda dönüşüme ilişkin model önerileri tartışılmamış, dönüşümün gerçekleşmesinde tetikleyici unsurun serbest piyasa mekanizmaları olacağı öngörülmüştür.

Öte yandan bu yaklaşım, iddia edildiği gibi kentin daha yaşanabilir ve planlı bir hale dönüştürülmesi bir yana kentleri plansız ve belirsiz bir büyümeye götürmektedir. Örneğin 2018 yılı TÜİK verilerine göre İzmir ilinde 38.003’ü ikincil konut olmak üzere 2.168.651 konut bağımsız birimi olduğu, hane sayısının ise 1.401.278 olduğu bilinmektedir. Bu veriler doğrultusunda İzmir’de 729.370 adet boş konut stoku olduğunu söylemek mümkündür. Bahsedilen konut stoku fazlası yaklaşık 2.200.000 nüfusu barındırma kapasitesine sahiptir.

‘KONUT FAZLASI VAR’

İzmir Büyükşehir Belediyesinin onayladığı 1/25.000 ölçekli İzmir Büyükşehir Bütünü Çevre Düzeni Planı ve Kuzey Bölgesi, Batı Bölgesi ve Doğu Bölgesi Nazım İmar Planlarının 2030 yılı için toplam nüfus öngörüsünün 6.649.000 olduğunu hatırlatmakta yarar var. TÜİK’in 2018 yılı verileri dikkate alındığında İzmir’de konut fazlasının olduğu, hali hazırda 1/25000 ölçekli Çevre Düzeni Planı/Nazım İmar Planlarının öngördüğü nüfusu barındıracak konut alanı bulunduğu ortadadır. Dolayısıyla 1/25000 ölçekli planlarda belirlenen kentsel yerleşme alanları dışında ilave konut alanlarına ihtiyaç yoktur.

“Planlı, yaşanabilir, sağlıklı bir kent için; 3194 sayılı İmar Kanunu ve ilgili yönetmelikleri ile uygulama araçlarının etkin bir biçimde kullanılarak, kente yönelik sorun ve tespitlerin kent bütününde ele alınması ve ayrıntılı çözüm önerileri geliştirilmesi gerekmektedir” Bu doğrultuda; yapılması gerekenler şu şekilde sıralandı:

1/25000 ölçekli İzmir Büyükşehir Bütünü Çevre Düzeni Planının ana kararlarına, nüfus ve yoğunluk değerlerine uygun hareket edilmesi,

Kentsel Yerleşme Alanlarının özellikle İzmir Merkez Kenti oluşturan metropol alanının, bütüncül olarak kurum ve kuruluş görüşlerinin alınması, analiz ve sentez çalışmalarının yapılması ve özellikle 2020 yılı içinde yaşadığımız depremden sonra daha da önemli hale gelen imar planına esas jeolojik-jeoteknik ve mikrobölgeleme etütlerinin mevcut imar planı olan alanlar dahil olmak üzere kent bütününde hazırlanması,

Nazım İmar Planı kararları doğrultusunda, kentsel yerleşik alanlarda hazırlanacak ve olasılıkla kentsel dönüşüm odaklı ele alınacak alt ölçekli imar planlarında, sosyal, fiziksel, ekonomik ve yönetsel yapının özellikle dikkate alınması, söz konusu alanlarda yaşayan hak sahiplerinin bölgede yaşamını devam ettirebilmesine olanak sağlanması ve buna yönelik uygulama araçlarının tariflenmesi,

‘DERHAL VAZGEÇİN’

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından farklı tarihlerde onaylanmış Nazım İmar Planı ve Revizyonları dikkate alındığında, benzer nitelikte coğrafi özelliklere ve plan kararlarına sahip alanlarda hiçbir bilimsel dayanağı bulunmadan farklı kabuller (Örneğin bir ilçede Bitişik Nizamlı Dört Katlı Konut Alanı(B-4) emsal kabulü 2.50 iken başka bir ilçede aynı yapılaşma koşulunun emsal kabulü 3.00 hesaplanmaktadır) yapıldığının görüldüğü, bu durumun kent bütünündeki dengeleri bozacağı, eşitlik ilkesine aykırı olduğu, bu tür plan kabullerinden derhal vazgeçilmesi,

1/25000 ölçekli İzmir Büyükşehir Bütünü Çevre Düzeni Planında da belirtildiği üzere alt ölçekli planlar hazırlanırken de temel amaç; yaşanan hızlı ve kontrolsüz kentleşmenin, parçacı ve sektörel planlamanın yarattığı sorunların ortadan kaldırılması, kentleşme ve sanayileşmenin kontrollü gelişiminin sağlanması, gelişmelerin sürdürülebilir kılınması, ekolojik dengeyi bozacak olası etkilerin engellenmesi, 2030 yılına kadar kültürel ve doğal değerlerin korunmasını sağlayacak biçimde gelişmenin yönlendirilmesi olmalıdır.

Editör: Haber Merkezi