Kuşkusuz ki sanat eseri, sanatçının gözlemsel, düşünsel ve duygusal süzgecinden geçerek yaşamın pek çok yönünü biçimsel ve imgesel bir biçimde yansıtır.

Öyleyse sanat yaşama tanıklık eder ve aynı zamanda geçmişin tanıklığını, bugünün savunusunu ve geleceğin öngörüsünü yaparak tarihsel, mücadeleci ve uyarıcı bir yön taşır.

Bu yanı ile ele aldığımızda, sosyal yaşamı konu alan sanat eserlerinde özellikle de edebiyatta en çok karşımıza çıkan sosyal yaşam olgusu “çalışma” edimidir.

Buradan hareketle Dünya Edebiyat tarihinde Emek Edebiyatı kavramından söz edilebileceği gibi bu örneklerin tarihsel birer veri niteliği taşıdığı da söylenebilir.

Ancak edebiyat eserlerine emek tarihi ve süreci açısından baktığımızda; mutlak anlamda bir nesnellik aramak doğru olmaz. Fakat yazarın içinde yaşadığı toplumu anlatıyor olmasından hareketle öznelliğini de yadsıyamayız. Burada tarihçinin önemi sübjektif kırılmaları tespit edip gerçeklikten ayırması, doğrudan yaşanmışlık ile kurgusal gerçeklik ayrımına dikkat etmesindedir.

Çalışma olgusunun ilk örneklerini veren Charles Dickens’ın Zor Zamanlar adlı romanı Steinbeck’in Gazap Üzümleri ve Bitmeyen Kavga’sı en önemli örnekler olarak karşımıza çıkar.

Türkiye tarihinde ise, Osmanlı Edebiyatı ve Cumhuriyetin ilk dönem edebiyatında tekil örnekler dışında çalışma yaşamı ya da olgusu veya emek kavramı üzerine çok fazla örnek bulmak mümkün değil.

Fakat 1940-50 döneminden başlayan süreçte Orhan Kemal, Necati Cumalı, Aziz Nesin, Sait Faik, Nazım Hikmet, Rıfat Ilgaz gibi ustaların değişen ölçülerde de olsa emek üzerine iz düşümlerini görürüz.

Hatta bu dönemi, belki de Türkiye’de sınıf bilincinin edebiyattaki karşılığının başlangıcı olarak dikkate alabiliriz.

Çalışma olgusu ve bunun gerçeklikle ilişkileri düşünüldüğünde, bu sosyal olgunun Türk edebî metinlerinde kapladığı yer, bizi kaçınılmaz biçimde yazarların hayata bakışı ve siyasî görüşlerinin ortasına da atar.

Böylesi bir ilinti kurulduğunda daha çok sosyalist ya da toplumcu gerçekçi olarak nitelenen yazarların, ekonomik sosyal ve kültürel açıdan daha kötü durumdaki geniş emekçi kitlelerinin yaşamlarına eğildiğini ve bunun bir parçası olarak çalışma hayatına ilgi duyduklarını görürüz.

Bu yazarların eserlerinde çalışma yaşamına ilişkin izdüşümler hem nicelik olarak daha çoktur hem de bu eserler daha dolaysız ve doğrudan bir anlatımın edebi ustalıkla buluşması sonucu nitelik açısından da kıymetlidir.

Örneğin, şiir alanında bir değerlendirme yapıldığında; Nâzım Hikmet, Attila İlhan, Rıfat Ilgaz, Hasan Hüseyin gibi sosyalist/toplumcu gerçekçi şairlerin eserlerinde çalışma hayatının diğerlerine göre daha geniş bir yer kapladığı açıkça görülür.

Ayrıca Sarper Özsan ve Nezihe Meriç’in 1 Mayıs şiirlerini de anımsamak gerekir.

Dünya edebiyatında işçilerin verdikleri mücadelelere dair, emek edebiyatı ve direnişin anlatımı açısından, pek çok örnek bulunsa da Türk edebiyatında emek ve çalışma olgusu olumsuz koşullar ve sıkıntılar üzerine odaklanır ve işçi mücadelelerine dair çok fazla örnekle karşılaşamayız.

İşte bu sınırlılık, bence sadece yazarların öznel tercihlerinden değil, Türkiye’de yıllardır süregelen ve sürekli köpürtülen, kutsanan, kati kılınmaya çalışılan korku kültürün etkisindendir.

Fakat buna rağmen sözünü esirgemeyen yazarların verdikleri mücadele ve ortaya koydukları eserler emek ve mücadele tarihinin Türk Edebiyatında da görülmesini sağlamıştır. Bu ustaların ödedikleri bedeller ise hepimizin malumu…

Örneğin 1947 yılında ilk grev kitabını yazan Orhan Kemal ve Aziz Nesin’in Büyük Grev hikayesi…

Türk edebiyatında emek izdüşümlerine halk edebiyatında da rastlarız. Batı edebiyatında emek tarihi ve mücadelesi edebi eserlere yansırken, Türkiye’de işçiler kendilerini ve mücadelelerini zaman zaman marşlar, deyişler, türküler, maniler ile ifade etmişlerdir.

Yine de Türkiye’de çalışma olgusu ve emek edebiyatına ilişkin örneklere çokça rastlamıyoruz.

Tarihsel açıdan baktığımızda 1940’dan itibaren oluşan sınıf mücadelesi, bilinci, emek kavramı ve bunun edebiyata yansıması, 1960 yılından başlayarak, özellikle sendikal örgütlenme yanında, bir iş mücadelesi aracı olarak grevin de yasallaştığı ve önemli işçi hareketlerinin meydana geldiği 1963 sonrası dönemde ciddi bir artış gösterse de son derece sınırlı kalmıştır.

80 sonrası ise önemini kaybetmiş ve günümüzde Soma örneğinde olduğu gibi yer bulamaz hale gelmiştir. Bu anlamda Türkiye’de emek ve işçi edebiyatının ciddi bir varlık kazandığını söyleyemeyiz.

Emek Edebiyatına ve Türkiye işçi sınıfının mücadelesine karşı duyarsız kalmayan yazarlarımızın verdikleri mücadelenin yanı sıra Türk edebiyatı, emek tarihi açısından yetersiz, etkisiz, sosyal yaşamdan kopuk ve devinimsel olmayan yanı ile sınıfta kalmıştır.

Dilerim ki sosyal yaşamın en önemli değerlerinden biri olan emek ve emek mücadelesi bundan sonraki dönemde edebiyatımızda yerini bulur.

MUTLAKA OKUNMASI GEREKEN ‘EMEK’ TEMALI 8 KİTAP

Refik Halid Karay – Memleket Hikayeleri

Emile Zola – Emek

Füruzan – Parasız Yatılı

John Steinbeck- Bitmeyen Kavga

Aziz Nesin- Büyük Grev

Orhan Kemal – Grev

Adalet Ağaoğlu – Yüksek Gerilim

Charles Dickens – Zor Zamanlar

Editör: Haber Merkezi