Handan Gökçek; Bazen kaçmak için bazen de sığınmak için yazıyorum. Yazmak hayatla ölüm arasındaki fısıldama, bir kordon bağı, eşsiz bir titreşim. Öyle bir ritim ki hiç durmuyor.

Ah Mana Mu, Elenika, Ve Yokmuş kitaplarıyla dikkatleri üzerine çeken İzmirli yazar Handan Gökçek, üçüncü öykü kitabı “Katre” ile toplum tarafından “ötekileştirilen” kadınların hayatlarından kesitler sunuyor. “Katre”nin son zamanlarda kadınlar üzerine okuduğumuz, gördüğümüz, tanık olduğumuz acıların bir yansıması olduğunu söyleyen Handan Gökçek, “Bazen bir görüntü, bazen bir ses, bazen bir sözcük hikâyenin çıkış noktası olabiliyor. Yazmak bir parça zorunluluk benim için, bazen durup sorarım kendime “Neden yazıyorum?”, bunun “Çünkü” diye başlayan birçok cevabı var aslında. Okuru rahatsız etmek için yazıyorum, soru sormak için yazıyorum, susmak için yazıyorum” diyor.

Handan Gökçek ile Deli Dolu Yayınları’ndan çıkan son kitabı “Katre” üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

“Katre” de günümüzde yaşanan birçok soruna değiniyorsunuz. Toplumumuzdaki çarpık ilişkileri iyi gözlemliyorsunuz. Bu kadar çok olumsuzun farkında olarak yaşamak sizi yormuyor mu?
Yoruyor elbette, can yakıyor, çaresiz hissettiriyor, sinirlendiriyor ve daha birçok olumsuz duygu yaşatıyor. Yazıyoruz, bu duyguları kullanarak, gördüklerimizle, hissettiklerimizle, biriktirdiklerimizle yazıyoruz. Kitapların sayfalarından haykırıyoruz. Konuşmak yazmak kadar güçlü değil çünkü… Yazdıkça daha fazla detay görüyoruz ve gördüklerinize katlanma gücünüz artıyor… Sanat acıyı sağaltıyor… Son zamanlarda kadınlar üzerine okuduğumuz, gördüğümüz, tanık olduğumuz acılar “Katre”ye çok yansıdı örneğin.

Yazmaya ne kadar vakit ayırıyorsunuz? Bir yazma ritüeliniz var mı?
Hemen hemen her gün yazmak için zaman ayırıyorum. Yazmak yazarak öğreniliyor, yazmak yazarak derinleşiyor çünkü. Eğer üzerinde çalıştığım bir proje varsa özellikle sabah erken saatlerde yazıyorum. Gece daha çok okuyup yazdıklarım üzerinde göz gezdiririm.

Bir gün dünyanın daha iyi bir yer olacağına dair umudunuz var mı?
Umut hep olmalı yoksa nasıl yaşarız… En zor anlarımızda bile hala nefes alıyorsak umut hep vardır, olmalı da…

Yazacağınız hikâye içinize nasıl düşer, nasıl değişip dönüşür ve bize ulaşır? Özellikle son kitaplarınız “Katre” üzerinden yanıtlar mısınız?
Bazen bir görüntü, bazen bir ses, bazen bir sözcük hikâyenin çıkış noktası olabiliyor. Yazmak bir parça zorunluluk benim için, bazen durup sorarım kendime “Neden yazıyorum?”, bunun “Çünkü” diye başlayan birçok cevabı var aslında. Okuru rahatsız etmek için yazıyorum, soru sormak için yazıyorum, susmak için yazıyorum. Sartre’nin dediği gibi “kendimle karşılaşmak, kendi öznelliğime dokunmak için yazıyorum çünkü yarattığım nesne elimin eremeyeceği yerde.” Bazen kaçmak için bazen de sığınmak için yazıyorum. Yazmak hayatla ölüm arasındaki fısıldama, bir kordon bağı, eşsiz bir titreşim. Öyle bir ritim ki hiç durmuyor. Yeni bir metin yazmaya başladığımda hep o son noktayı koyduğumda hissedeceğim eşsiz tatmini düşünüyorum. Sanırım ben biraz da o son noktanın bağımlısıyım. İçimdeki yalnız sokaklarda dolaşmak, hiç tanımadığım başka bir ‘ben’le karşılaşmak, kalemimi farklı bir boyuta taşıyor sanki. Yazmak yalnız kendimi değil, yaşamı, dünyayı, duyguları yeniden keşfetmek benim için. Her metinde bambaşka bir dünyanın içinde buluyorum kendimi. Gördüklerim, duyduklarım, hissettiklerim, bildiklerim hepsi bir araya geliyor ve yeni karakterler yeni dünyalar yaratıyor. Ve ben o dünyanın içinden geçiyorum, geçerken de gördüklerimi yazıyorum.

İzmir şehir olarak sizi nasıl etkiliyor? Yazarlığınızı, yazdıklarınızı, karakterlerinizi nasıl şekillendiriyor?
Atilla İlhan’a, Samim Kocagöz’e, Tarık Dursun K.’ya ve daha birçok yazara ev sahipliği yapmış bir şehirde yaşamak ve onların izinden yürümeye çalışmak İzmir’in en güzel tarafı bence. Ayrıca Homeros’un da bir zamanlar bu topraklarda yaşadığı varsayılıyorken etkilenmemek mümkün değil bu şehirden. Elbette yaşadığım kenti seviyorum ama bir taraftan da sınırları silip dünyaya yaşadığım kent olarak bakmaya çalışıyorum…

3. öykü kitabınız yayınlandı. Sizi öykü yazmaya iten ne oldu?
Yazmaya öykü ile başladım. Benim hayatımda çok özel bir yeri vardır. Son yıllarda her ne kadar roman çalışmalarım olsa da öykü yazmayı hiç bırakamadım. Öykü bir çığlık gibidir benim için imgeyi okurun beynine çakar gidersin, oysa roman uzun bir çığlıktır nağmeye dönüşmüştür artık. Ben çığlık atmayı da, şarkı söylemeyi de çok seviyorum…

Farklı bir türde, örneğin öykü veya yetişkin romanı, yazmaya başladığınız zaman yaşadığınız heyecanlar ve zorluklar nelerdir?
Öykü de roman da çok heyecanlandırır beni, daha doğrusu beni heyecanlandıran cümlelerin peşinden koşarım. İçinden geçmekte olduğunuz hikâye kendi dilini ve kendi türünü yine kendisi belirliyor. İllaki öykü yazacağım ya da illaki roman yazacağım diye hiç düşünmedim. Böyle düşünerek oturmadım yazının başına. Yazmak istediğim “mesele” yi hangi türde daha rahat aktarabilirim diye düşünürüm. Öykü kısa ve yoğun anlatımıyla sınırların içinde bir sınırsızlık fırsatı verirken, roman sınırsızlığın rahatlığını sunuyor. Tiyatro oyunu ise bir mekân algısı içerisinden bakmamı sağlıyor hikâyeye. Aslında hepsi birbirini besleyen türler. Farklı türlerde okumalar yapmak, yazı denemeleri yapmanın kalemimi de çok beslediğine inanıyorum.

Metinlerinizde karakterleri anında ele vermeyen, anlatım içinde yavaş yavaş açan ve belki de karakterlerin bazı yönlerini hep gizemli bırakan bir eğiliminiz var. Buna katılır mısınız? Bu yöntemi neden tercih ediyorsunuz?
Karakterler üzerinden ya da hikâye üzerinden bırakılan boşluklar okurun kendini ‘var’ hissettiği yerlerdir benim için. Keşfedilecek olan yeni bir dünyanın sırlarıdır. Özellikle ‘Katre’ de kısa ama yoğun bir anlatım yakalamaya çalıştım, uzun boşluklar, eksiltmeler, duraklatmalar yaptım. Benim için ‘Katre’ birçok kadının içsel yolculuğu, kendileri ve dünya ile yüzleşmeleri, en çok da benim dünyada olan bitenle yüzleşmemdi. O boşluklarda kendimden çok fazla ip ucu verdim… Ve artık rahatladım… Yeni boşluklar ve ipuçları vereceğim yeni bir yola hazırlanıyorum…

Kitaplarınızla ilgili duyduğunuz zaman sizi en çok mutlu eden yorumlar hangisi oluyor?
Hiç tanımadığınız bir insanın gelip size sımsıkı sarılması ve ‘Sonunda onları niye öldürdünüz ama’ diye sitem etmesi sanırım… Ya da bir okul söyleşisinde genç bir kızın “Cemil ölmemeliydi,” diyerek salonu terk etmesi… ‘Katre’yi okuyan bir başkasının sosyal medyadan size ulaşıp ‘İyi misiniz? Konuşmak isterseniz ben buradayım’ demesi… Eleştirmenin ve yazar arkadaşlarımın yorumları da elbette değerli ama beni mutlu eden tepkiler okurdan geliyor.

Editör: Haber Merkezi