BATIGÜN SARIKAYA/ İZ GAZETE-  İkincisi bu yıl düzenlenen Uluslararası İzmir Film ve Müzik Festivali, 10 Haziran’da Zülfü Livaneli’nin film müziklerinden oluşan nefis bir konserle açılış yaptı ve dün tüm coşkusuyla sona erdi. Sinemaseverler için sinema ve müzik ilişkisinin pek çok boyutuna yer veren film gösterimleri, söyleşi ve atölyelerden oluşan zengin bir içerik hazırlanmıştı. Bu içeriğe dair merak ettiklerimizi Festival Direktörü Vecdi Sayar’la konuştuk.

BİRAZ TEKDÜZE

Dilerseniz festivalin çıkış fikriyle başlayalım. Film ve Müzik festivali nasıl oluştu?

Türkiye’de festivallerin sayısı giderek artıyor. Bu, sevindirici bir gelişme. Antalya’dan sonra, Ankara, İstanbul, Malatya vb. başka kentlerde de iyi kötü karşımıza çıkan bütün bu denemeler çok önemli. Fakat hepsi birbirini kopyalıyor. Hepsinde aynı ulusal, uluslararası yarışma filmleri var. Bu biraz özellikle sinema basını için tekdüze bir ortam oluşturuyor.

Bu festivalin bir özelliği de tematik olması.

Evet. Tematik festivallerin artmasını eskiden beri düşünür ve öneririm. Bu açıdan mesela insan hakları festivali var. Yıllar önce Bodrum’da Çevre Filmleri Festivali’ni başlatmıştım, süremedi ama sponsor yüzünden. Sonra Beyazperdenin Ardındaki Kentler adında bir festival başlattık Eskişehir’de. O da devam etmedi. Biraz destekçi kuruluşların yetersizliğinden. Değişik ellerde çocuk filmleri festivalleri yapılıyor, ne güzel.

İZMİR, DOĞRU YER

Geçen yıl başlayan Distopya Film Festivali var bir de.

Evet, ama ne kadar sürebilir. Geçmişten bugüne epeyce distopik film var ama her yıl ne kadar yapılır bilemiyorum. Müzik, böyle değil. Müzikle sinema neredeyse iç içe geçmiş sanat dalları. Sinemanın ilk yıllarından bu yana müzikle ilişkisi var. Sessiz film döneminde salonda filme müzikle eşlik ediliyor. Sonra 1930’larda sesli filmle birlikte özgün film müzikleri yapılmaya başlanıyor. Günümüze kadar çok önemli müzikaller var. Şarkıcıların, büyük bestecilerin biyografileri var. Yani bu anlamda arşiv çok zengin. Ve de bakıyorum son yıllarda bu filmler ilgi gördüğü için pek çok yeni film yapılıyor. En yenisi Elvis. Bu filmi festivale almak için çalıştık. Fakat Amerikalıların çok katı kuralları var, ancak vizyon tarihinden 2 gün önce özel gösterim izni verebiliyoruz dediler. Mümkün olmadı.

Biz hem geçmişten hem günümüzden bir karma yapıyoruz. Çünkü ülkemizde doğru dürüst bir sinematek çalışması yok. İstanbul’da ne güzel ki bir ciddi sinematek başladı. Umarım yakında İzmir’de de başlar. Her ne kadar belediyemiz yeniden sinematek programı yapıyorsa da bu gerçek bir sinematek işlevi görmüyor. Dolayısıyla her sene klasiklere yer veren ama bu alandaki yeni üretime yer açan bir festival yapma düşüncesi yıllardır kafamda vardı. İzmir bunun için çok elverişli bir alan. Müzik ve sinemayı buluşturan pek çok isim var: Dario Moreno’dan, Gönül Yazar’a, Sezen Aksu’ya kadar. Nitekim gelecek sene onların filmlerini de göstereceğiz. Dolayısıyla İzmir’in bu temada bir festivalin gerçekleştirilmesi için doğru yer olduğunu düşünüyorum.

FESTİVAL VİTRİNDİR

Kent kültürü açısından festivalin işleviyle ilgili neler söyleyebilirsiniz?

Kuşkusuz İzmir Türkiye’nin en büyük üçüncü kenti. İstanbul’dan sonra gerçekten kültür açısından da çok zengin bir kent. Ben de ciddi ve popülist kaygılardan uzak bir film festivali yapma düşüncesine Tunç Soyer’in sanatsever kişiliğine güvenerek adım attım. Gerçekten onun tam desteğine sahibim. Başkanımız her konuşmada vurguluyor; İzmir’i bir sinema kenti yapmak istiyoruz, diyor. Festival aslında bir vitrindir. Sinemacıları buraya çekmek, dünya sinema kamuoyunun dikkatini çekmek için ve bunun ardından da İzmir’e daha çok film üretilmesini teşvik etmek, sektörün bir kısmını İstanbul’dan buraya çekmek önemli. Çünkü burası, belki de İstanbul’dan daha fazla imkânlara sahip, buna bir de başkanımız plato ekleyecek. Onun da çalışmaları yapılıyor. Bu noktada tek eksiğimiz var: İzmirli izleyicinin biraz tembel olduğunu üzülerek görüyoruz. Gerçi festivalin ilk günlerinde geçen yıllara oranla ciddi bir artış var. Ama salonlar zaten küçük, yer kalır mı diye düşünüyorduk. Geçen yıl tanıtım eksiğimiz de vardı. Bu yıl gerçekten kentin her yanında, otobüslerden vapurlara kadar tanıtıldı. Yani suçu kendimizde aramıyoruz artık. Sevgili İzmirliler galiba “Nasıl olsa TV ve başka kanallarda film izliyorum” diye düşünüyor. Tabii biz yine de çok inatçı olacağız. İstanbul’da başlattığımız Uluslararası Film Festivali de adım adım gelişmişti. Örneğin bu festivalde geçen yıl 87 film gösterdik, bu yıl tam 120 film gösteriyoruz. Ne yazık ki ilk iki gün yağmurun azizliğine de uğradık. Kadifekale Gemisi’ndeki iki gösterimi kapanış gününe erteledik. Böyle aksaklıklar da oluyor.

HASSASİYETLER ÖNEMLİ

Festivalde farklı temalara açılan 16 bölüm var, bunların belirlenmesi ve film seçimlerinde gözettiğiniz ölçütler nelerdir?

Film seçimlerinde tek ölçüt var aslında; nitelikli olması. Ve olabildiğince geniş yelpazede olması. Dünyanın farklı kültürlerinden örnekler olması. Belki Uzakdoğu bu sene istediğim ölçüde olmadı ama özellikle Avrupa sineması bu alana daha fazla eğiliyor Gelecek yıl daha da gelişecektir. Bu yıl yine pandemiden dolayı dış festivallere giderek birebir temaslarla daha çok film elde etmek olmadı ama eldeki imkânlar ve çok kısıtlı bir bütçe, bunu özellikle vurgulamak istiyorum, bırakın dünyadaki festivalleri Türkiye’deki festivallere oranla neredeyse dörtte bir bütçeyle yapılabilen bir festival. Bu açıdan canla başla çalışan Büyükşehir Belediyesi çalışanlarına teşekkür borçluyum.

Festival programını yeni kurulan benim başkanı olduğum Kültürler Arası Sanat Derneği çerçevesinde çözümlüyoruz. Çünkü burada resmi kurumların içeriğe dâhil olmaması gerekir. Başkanımız da bunu gerçekten anlayışla karşıladı. Böyle olması gerekir, aksi hâlde sansür devreye girer, burada özgürce dünya sinemasının en nitelikli ürünlerini bir araya getirmeye çalışıyoruz. Peki hiç mi oto sansür yok derseniz, belki bazı filmlere, mesela fazla cinsellik ya da aşırı şiddet içeren filmlere dikkat ediyorum, çünkü seyircinin bazı konulardaki hassasiyetini dikkate almak lazım, ama tabii bir yandan onu da eğitmek lazım. Her sene Antalya Film Festivalinde söyleşileri dikkatle izlerim, seyircilerden böyle tepkiler olurdu, niye burada küfür var, orada fazla gösteriyor vs. ama giderek alıştılar. Sanatta özgürlüğün gerekli olduğunu, herhangi bir biçimde müdahale edilmemesi gerektiğini önce seyircinin sahiplenmesi gerekir.

Kısa film üzerine özel bir yarışma da var.

Bu yıl bir kısa film proje yarışması yaptık ve onun da teması müzik. On proje seçtik. Çok güzel bir jürimiz var. Farklı disiplinlerde uzman isimler. Bunların bir yıllık üretim süreci var. Bu bir yıl içinde iki kez atölye yapacağız. İlkine başladık, festival süresince gerçekleştirdik. Seçimde özgür davrandık, hiçbir kritere bakmadık ama son derece dengeli bir sonuç çıktı. Beşi İzmir’den beşi de Türkiye’nin farklı illerinden (İstanbul, Ankara, Konya, Sakarya ve Diyarbarkır) gelen arkadaşlarla. Proje atölyeleri başladı. Yazın filmlerini çekecekler. Sonbaharda ikinci bir atölye olacak. Önümüzdeki festivalde de izleyeceğiz. Bu arada “Kısaca Müzik” bölümünde Paris Operası bizim yaptığımız gibi bir çağrıyla ‘Paris Operası etrafından kısa filmler yapın’ demiş, kimi belgesel kimi fantastik hikâyelerle Paris Operası’nı anlatıyor. Bu projeleri kazananların, vizyonlarını geliştirip ufuk açabilecek bir program. Dolayısıyla hem izleyicilerimize bunu gösteriyoruz hem de film yapacak gençlere bir anlamda örnek olmasını istiyoruz.

Seçim için bir ekiple mi çalışıyorsunuz?

Hayır, tek başına seçiyorum. Bundan sonra belki benim ulaşamadığım ülkeler için danışmanlarım olabilir.

Ya da bir ön seçici kurul düşünüyor musunuz?

Belki ileride. Neden? Bu sene, pandemi nedeniyle bir önceki yıla da bakmak zorundaydık çünkü o filmler ancak bu yıl gösterildi. Zaten o filmlerin hepsini birden fazla kez görmüş durumdayım. O yüzden ayrı bir seçici kurula gerek yoktu. Yani herkes görünce diyecektir ki burada kötü film yok. Jürinin işi zor. Belki ileride ulusal yarışma için bir ön seçici kurul olabilir.

Ulusal yarışma beklediğiniz kadar ses getirdi mi? Bu yıl da epeyce güçlü adaylar var.

Bu sene daha güçlü tabii. Kalitesinden memnunum, seyircinin yargısını merak ediyorum. Bu yılın seçkisi içinde yer almayan iki üç film daha var, kişisel olarak da çok beğendiğim ama onlar özgün müzik kullanmadıkları için kriterlerimiz dışında kaldı. Onları da zannediyorum sonbahardaki Akdeniz Sinemaları Buluşmasında İzmirli seyirciyle buluşturacağız. Mesela Okul Tıraşı gibi.

BESTECİLERİ ÖNEMSİYORUZ

Film Müziği üretimi açısından da festivalin bir işlevi olacak mı?

Biz bir miktar bunu kışkırtmış oluyoruz. Bir defa, yarışmaya girmek için filmin müziği olması gerekir. Ben hiçbir festivalde bestecilerin davet edildiğini bile görmedim. Bizse yönetmenin ardından besteciyi sunuyoruz. Bestecilere önem veriyoruz. Çok da mutlular bu yüzden. Bir müzik ödülü pek çok festivalde vardır ama biz öne çıkarıyoruz. Müzik üretimi adına, belki önümüzdeki yıllarda ustalarla master class’lar yapabiliriz. Dolayısıyla genç bestecilerimizin de katılmalarını bekleriz o zaman.

Film  müziği yarışması düşünülebilir mi?

Film müziği, filmsiz değerlendirilemez. Ama bir de insanların sinematografik üretimle şu anda en yoğun ilişkisi televizyon kanallarıyla. Dolayısıyla bunu göz ardı etmedik. TV dizi filmlerinin müziklerini değerlendirmek için ayrı bir jüri kurduk. Bu jüriye mutlaka ihtiyacım var, hiç karışmadım bile. Sadece onların ortak grubuna zaman zaman katılıyorum. Teknik konularda, örneğin jüri özel ödülü verebilir miyiz gibi konularda görüş belirtiyorum. Ben dizi izleyemiyorum vakitsizlik gibi sebeplerle. Ama özellikle TV eleştirmenleri ve müzik sanatçılarından oluşan 7 kişilik bir jüri onları değerlendirdi. Bugünlerde sanırım karar verilecek. Onların ödülleri de kapanış töreninde verilecek.

ESKİYE GÖRE DAHA İYİ

Türk Sinemasında geçmişte film müziğine pek önem verilmiyordu. Bu alanda çok az isim vardı ve kurumlaşmış değildi. Günümüzde film müziği üretimini nasıl görüyorsunuz?

Eskiye göre çok iyi ama bu alana yeterince para ayrıldığını düşünmüyorum, hep böyle dostluk ilişkileri vs. ile yürüyor. Ya da çok kısa bir zamanda, şunu bir haftada bitiriver türünde bir çalışma biçimi var. Angelopoulos’tan örnek vereyim. Bütün filmlerine müzik yapan Eleni Karaindrou ile tüm çekim sürecinde beraberdir. Dolayısıyla böyle bir çalışma hangi yönetmenimiz yaptı, pek bilmiyorum ama umarım bundan sonra çok daha yoğun bir iletişim olur. Ama Erdem Helvacıoğlu gibi birçok isim var, bu alanda gençlerin çok iyi olduğunu düşünüyorum. Alan açıldıkça iyi sonuçlar çıkacaktır. Bir de müzikal sinemamızdan pek örnek yok.

ÖN YARGILI OLMAYALIM

Türkiye’de yeni kuşaklar tarafından müzikal pek sevilmiyor gibi.

Ne sunarsanız ona alışırlar ve severler. Sunmadığımız bir şeye sevilmiyor ön yargısıyla bakmayalım. Bu da bir zaman sorunu aslında. Özellikle genç kuşağın çok önemli olduğunu düşünüyorum. 70’ler kuşağı önemlidir elbette, Yılmaz Güney’le başlayan toplumcu gelenek vb. ama sinematografik açıdan Nuri Bilge Ceylan, Reha Erdem, Derviş Zaim, Yeşim Ustaoğlu ve onun ardından belki onları da aşacak zamanla çok iyi gençler yetişiyor. (Editörün notu: Bu söyleşi, festivalin devam ettiği günlerde yapılmıştır)

GENÇ SİNEMACILAR İÇİN DERS NİTELİĞİNDE

Belgesel filmlere de yer verilmiş.

Belgesel sinemayı önemsiyorum, iki tema seçtik. Biri ‘Baskılara Karşı Sanat’. Türkiye’de bir uluslararası projenin iki ayağını gösterdik; Ermenistan’da Nav Eli adlı bir müzik grubunun yaşadıkları üzerine kısa bir belgesel ve onunla birlikte Kardeş Türküler üzerine bir belgesel. Ve arkasından iki filmin yönetmenleriyle söyleşi. Aynı gün bir başka program vardı. Onun başlığı da “Ortak Kültürler”. Girit’te yaşaya bir müzik grubu, Yar Aman müzik kolektifinin yaptığı bir film. O bir şarkının çok farklı kültürlerdeki dolaşımını anlatıyor. Çok benzer bir şey bu sefer bir Bulgar sinemacı da Bu Şarkı Kimin filminde Üsküdar’a Giderken şarkısını farklı dillerde ve hatta farklı sözlerle ele alıyor, içerikleri bile çok farklı. Biri çok barışçıl öteki çok militer gibi. Bunlar neredeyse bizim genç sinemacılarımız için birer ders niteliğinde.

Editör: Haber Merkezi