İzmir Adliyesi Baro Biriminde yapılan açıklamada, 'hastalık , sapkınlık ' gibi ifadelerin LGBTİ+ bireylere yönelik nefreti körükleyerek toplumsal şiddeti derinleştirdiği vurgulandı. LGBTİ+ bireylerin sistematik bir şekilde şiddetin hedefine oturtulmasını politik bir sorun olarak niteleyen açıklamada nefret söyleminin sonucu olarak yaşanan trans cinayetlerine dikkat çekildi.

İzmir Barosu Başkanlığı tarafından yapılan açıklamanın tam metni ise şöyle:

17 Mayıs 1990 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü eşcinselliği psikiyatrik hastalıklar listesinden çıkartan deklarasyonunu yayınlamıştır. Bu tarih LGBTİ+'lar ve bu alanda mücadele veren STK’lar tarafından dünya çapında cinsel yönelimlere ve cinsiyet kimliklerine karşı önyargıları yıkma, nefret söylemi, nefret suçu ve her türlü şiddete karşı mücadele günü olarak sahiplenilmiş ve anılmaya başlanmıştır. İzmir Barosu olarak Uluslararası Homofobi, Transfobi ve Bifobi Karşıtlığı Günü hakkında farkındalığı arttırmak ve her alanda olduğu gibi bu alanda da yaşanan ayrımcılık ve hukuksuzluklara karşı mücadele kararlılığımızı gür bir şekilde haykırmak için bir aradayız. İzmir Barosu mensubu hak savunucuları olarak bizler de yaşanan tüm hak ihlalleri ve hukuksuzluklarla mücadeleden asla vazgeçmeyeceğimizi bir kez daha dile getirmek için karşınızdayız.

HER YIL BİNLERCE LGBTİ+, CİNSEL YÖNELİMİ VE CİNSİYET KİMLİĞİ NEDENİYLE SİSTEMATİK ŞEKİLDE AYRIMCILIĞA UĞRUYOR, ŞİDDETE MARUZ BIRAKILIYOR HATTA NEFRET CİNAYETLERİ İLE KATLEDİLİYOR.

Her türlü şiddete hayır diyenler biliyor ki; erkek egemen, heteroseksist, cisseksist ve militarist bu düzen kendi formunda olmayan ne varsa yok ediyor! Tam da bu nedenle; ataerkil düzenin varsaydığı kalıplara ve “genel ahlak kurallarına” meydan okuyan LGBTİ+'ların, sistematik bir biçimde şiddetin hedefi olması politik bir sorundur!

Açıkça yazılı olmasa da İkili cinsiyet düzeninde yer alan ve Anayasanın 10. Maddesine göre eşitliği sağlaması amaçlanan kanunlar, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği eşitliğini sağlayıp, herkesi kapsamadıkça, bu Anayasal gereğe uygun olamaz. Doğuştan sahip olunan haklar; eğitim, sağlık, barınma, haberleşme dahası ve en temeli yaşam hakkı, amasız herkes için eşit uygulanması gereken, insan olduğumuz için, doğuştan sahip olduğumuz haklardır!

Bu bağlamda bugün LGBTİ+’ların hak mücadelesi, Türkiye’de ve dünyada yürütülen diğer hak mücadelelerinden işçilerin, kadınların, çocukların, etnik ve dini ayrımcılığa uğrayanların mücadelelerinden kopuk ve bağımsız değildir. Bu yüzdendir ki, bu mücadele toplumun her kesiminin, tüm hak savunucularının ve dolayısıyla da avukatların mücadelesidir.

Ülkemizde ne kanun koyucular ne de devlet erkanı bu alandaki nefreti engellemek için çaba sarf etmektedir. Aksine, “hastalık, sapkınlık” gibi ifadelerle LGBTİ+’lara yönelen nefreti körüklemektedir.

Bu nefret söylemleri etkisiyle; 13 Mayıs günü Antalya’da öldürülen trans kadın Gökçe Saygı, İzmir’de Ocak ayında polis tarafından aleni bir şekilde katledilen Buse Şeker, “kimse sesimizi duymuyor” şeklinde haykırdıktan sonra bedeni yanmış halde ormanda bulunan Hande Kader ve nicelerinin başına gelenler devletin ve kamuoyunun utancıdır!

Bugün bir kez daha tüm kamuoyunu transfobi ve homofobiye karşı ses çıkartmaya, bu sesi çoğaltmaya davet ediyoruz. Ve ilan ediyoruz ki; Bu mücadeleye destek veren meslek odaları, sivil toplum kuruluşları, aktivistler, hak savunucuları kazandıkları alanları asla bırakmayacaklar!

Editör: Haber Merkezi