İZ GAZETE- Yazar Haluk Tekeli sosyal medya hesabı üzerinden, 12 Şubat 2022'de (yarın) yapılacak İzmir Kent Konseyi başkanlık seçimi üzerine bir yazı yayımlayarak, "İzmir'de katılımcılık kültürüne sahip, mevzuat bilgisi konusunda gelişmeye yatkın, yaş, cinsiyet ve toplumun bütün kesimlerine dokunan üyelerden oluşan bir Kent Konseyinden söz edebiliyor muyuz? Bu soruların yanıtı "Hayır" ise mevcut yürütme ve yeni adayların bütün vaatlerinin seçilme kaygıları dışında önemi var mı?" ifadelerini kullandı. 

YAZININ TAMAMI ŞU ŞEKİLDE: 

Bu hafta İzmir Kent Konseyi seçimleri yapılacak. Bir bütün olarak bu yapıların kent yaşamına adlarının taşıdığı ağırlıkta katkısı olduğu tartışmalı.

Bu konuda bizim cenahta  ilk isimlendirme 1990'lı yılların hemen başında  Sevgili Dostumuz Gökalp Müstecaplıoğlu'ndan "Kent Hareketi" kuralım önerisi ile gelmişti, sonrasında hem Manifsetosunu yazmış, hem de sözcülüğünü üslenmişti. Yerel yönetimlere katılma, katkı koyma ve denetleme adına hepimizde büyük heyecan yaratmıştı o zamanlar hepimizde. 

Çok zaman geçti, ama geçen zamanın iyi değerlendirildiği söylenemez. Kent konseyleri uzun süredir "majestelerinin" ( Mevcut belediye başkanlarının) arka bahçesi olarak veya gelecek dönemde yerel yönetim başkanlığına, meclis üyeliğine, vekilliğe aday olan kişilerin isim parlatma yeri olarak görüldü. Liyakat esas olunca doğal olan bu durum kişisel yarar ve yetersizlik olunca trajik oluyor.

Tahrifat sadece bununla da sınırlı kalmadı. Konunun önemine erken varan bir çok kifayetsiz muhteris bir tür "kent kalpazanı" olarak bu tür yapıların sürekli etrafında olma, içeriğini belirleme, uygun koşullar oluştuğunda başına geçme politikası izler oldu. 

Eğer yerel yönetimden istenilen ihale, kariyer, iş , makam sağlanırsa uyumlu davranıldı, bunların gerçekleşmediği koşularda muhalefet eder gibi yapıldı. Büyükşehir'de beklediğini bulamayan ilçeye, ilçede beklediğini bulamayan Büyükşehir'e yöneldi.

Şimdi İzmir Kent Konseyi seçimlerinde çıkan tablo ve adayların yapıları bunun açık ifadesi. Var olan yönetim de, adaylar da bu işin artık çoktan dışında kalması gereken kişiler. Kentin hiç bir temel sorununda temsil ettikleri yapının ağırlığına uygun bir politika üretilmediği gibi, bir tür protokoler bakış açısı yapılması gereken işlerin önüne geçmiş durumda. 

İzmir Kent konseyi ve ilçe konseyleri yerel iktidar ile uyum içinde olma merkezleri olmadığı gibi, genel iktidara karşı da ölü taklidi yapması gereken kurumlar da olmamalı. 

Yasada amacı "Kent yaşamında, kent vizyonunun ve hemşehrilik bilincinin geliştirilmesi, kentin hak ve hukukunun korunması, sürdürülebilir kalkınma, çevreye duyarlılık, sosyal yardımlaşma ve dayanışma, saydamlık, hesap sorma ve hesap verme, katılım, yönetişim ve yerinden yönetim ilkelerini hayata geçirmek." olarak tanımlanan Kent Konseylerinin oy kullanma hakkına sahip bütün bileşenleri bu amaca uygun ne yaptıklarını önce kendilerine, sonra da diğer adaylara sormak durumunda değil mi?

Son dönemde yaşanan pandemi ve deprem sonrasında İzmir'de Kent Konseyleri üzerinden bir ağırlık konulduğunu, İl, İlçe düzeyinde kenti koruyan, kollayan, ufuk açan çalışmalar yapıldığını gören duyan var mı? Bu konseyler içinde yer alan katılımcıların başından sonuna taşıdıkları küçük ölçekli de olsa bir iş var mı? 

Kendi kişisel duyarlılıkları ve becerileri üzerinden mülteciler, engelliler, sokakta yaşayanlar için çalışma yapan yüksek düzeyde bilinçli dostlarımızın özel önemdeki çabaları bu yetersizlikleri örtmeye yetmez. 

İzmir'de meslek örgütlerinin, muhalefet partilerinin, yerel derneklerin, muhtarların, sivil inisiyatiflerin Kent Konseyine yeterli ilgi göstermeyişi bu durumun temel nedeni olarak görülüyor. Bakıldığında bütün adayların belagatının mükemmel olmasına karşın yaşamda karşılık bulamayışının en önemli nedeni sivil ve demokratik denetimden uzak olmaları değil mi?

Kent konseyi yürütmesine aday olan kişiler kendilerini temsil ettikleri kurumlara ve İzmir halkına sorumlu hissetmesi gerekirken mevcut "Belediye Başkanının adayı" gibi çalışma yapmaları ne kadar işin ruhuna uygun?
 
Belediye Başkanlarının kendisi ile uyum içerisinde çalışacak Kent Konseyi Başkanı tercih etmesi ne kadar doğal ise bu kurumlarda görev alanların "Hayır " deme kapasitesi yüksek kişilerden olmasının beklenmesi yerel demokrasi açısından o kadar doğal.

Uygulamada İzmir'de Büyükşehir Belediye Başkanlığı bir şube müdürlüğü ve bütçeden pay tahsis ederek zaten kendisini yeterli ağırlıkta temsil ediyor. Yine aynı durum Valilik makamı için de geçerli. Bu durumda yerel ve genel iktidarın dışında kalan ve Kent adına yerel demokrasiyi geliştirecek, katılımcı adaylık ve alternatif Kent politikaları için buralara talip olmak gerekmez mi?

İzmir Kent Konseyi Başkan ve yürütme kuruluna aday olan kişilerin hafta sonu seçimler öncesinde bu göreve nasıl geldikleri ne yapacaklarının da göstergesi. "Temsil ettiği" kurumdan çoklu aday içinden ön seçimle gelmemiş, atanmış adayların demokratik ve katılımcı bir yönetim iddiası gerçekçi değil. 

İzmir'de katılımcılık kültürüne sahip, mevzuat bilgisi konusunda gelişmeye yatkın, yaş, cinsiyet ve toplumun bütün kesimlerine dokunan üyelerden oluşan bir Kent Konseyinden söz edebiliyor muyuz? Bu soruların yanıtı "Hayır" ise mevcut yürütme ve yeni adayların bütün vaatlerinin seçilme kaygıları dışında önemi var mı?

Bu hafta sonu yapılacak olan genel kurulda kimin Başkan olacağından daha önemlisi bir geçiş dönemi konusunda mutabakat sağlanması olabilir. 

Sonuç olarak İzmir Kent Konseyinin nasıl bağımsız, katılımcı, eşitlikçi ve demokratik bir kurum olacağı ve buna dair somut çözümlerin neler olduğu konusunda bir ortaklaşma sağlanmadığı durumda seçilecek Başkan ve Yürütme Kurulu yerel ve genel yönetimin gölgesinde kalacak. Genel Kurulun yürüteceği tartışma ve alacağı kararların Kent Yaşamına katkı sağlamasını beklentisi ile adaylara başarılar dileyelim.

Editör: Haber Merkezi