Halkların Köprüsü Derneği'nin çağrısıyla İzmir'de bir araya gelen insan hakları ve mülteci örgütleri, sınır şiddetine ve geri göndermelere karşı basın açıklaması yaptı. Açıklamayı, Yusuf Ak Braille alfabesinden okudu. EMEP Genel Başkanı Ercüment Akdeniz, Yusuf'un hikayesini, Evrensel Gazetesi'ndeki köşesinde kaleme aldı.

İŞTE O YAZI

Fransız Komutan Napolyon’un savaş taktikleri uzun yıllar askeri akademide ders konusu oldu. Orduların gece karanlığında ve ışık kullanmadan ilerlemesi nasıl sağlanabilirdi? Napolyon’un kafa yorduğu meselelerden biri de buydu. Zira imparatorluğa yeni sömürge alanları açmak için bu meselenin çözüme kavuşması gerekiyordu. Napolyon’a yardım edecek isim, alternatif yazı biçimlerinin mucidi Charles Barbier olabilirdi ancak.

Napolyon’dan gelen talimat üzerine çalışmalar başladı. Fakat gelinen yerde Charles Barbier’in bulduğu yazı biçimleri yetersiz kaldı. Bunun üzerine Barbier 1821 yılında Paris Milli Enstitüsünün “körler” bölümünden Louis Braille’yi ziyaret etti. Braille ona temel sorunun, temsili harflerin insan parmağını hareket ettirmedikçe anlaşılamaması olduğunu söyleyecekti. Anahtar bulunmuştu.

Bu hikayeden 201 yıl sonra Braille alfabesinin gücünü bu kez İzmir’de, görme engelli bir hak savunusunun parmaklarında görmüş olduk. Braille alfabesi İpsala sınırında donarak can veren 19 mülteci için adalet talebini dile getirmekteydi.

Yusuf Ak bir güzel genç adam; Braille alfabesiyle mültecilerin donarak ölmesine isyan eden adam. Okuduğu basın metninin altında 42 kurumun imzası vardı. Mülteciler donarak can vermişti ama vicdanlar donmamalıydı! Aynı anda Yunanistan ve İspanya’da da eylemler vardı. Ege’nin iki yakasında sadece mülteci düşmanları yoktu; AB’nin ve devletlerin mültecileri ölüme sürükleyen politikalarına itiraz eden halklar da vardı.

Yusuf’u aradım ve örnek tutumundan dolayı onu köşeme bir portre olarak taşımaya karar verdim. 

İzmir’de bulunan Halkların Köprüsü Derneğinin kongresinde genel sekreter seçilmiş. Dernekteki hikayesi 2017 yılına uzanıyor: “Önceleri engelliler alanında çalışma yapmaya karar verdim. Dernek mülteciler için saha çalışmalarına başlayınca ben de onlarla birlikte gittim. Raporlama işini aldım. Mültecilerin yaşantısının içine girdikten sonra bende değişim oldu. Engelliler ile mültecilerin hayata tutunma mücadelesi benzerdi. Sadece birbirimize yabancıydık ve duvarları aşmak gerekiyordu.”

Halkların Köprüsü Derneği mülteci çocuklar üzerine birçok çalışmaya imza atmış bir dernek.  Etkinliklerden birinde, Braille alfabesiyle çocuklara hikayeler okumuş Yusuf: Türkçe, Kürtçe ve Arapça dillerde. Görme engelliler, mülteciler ve ötekileştirilmiş dillerde ortak özelliğin dışlanmışlık olduğunu söylüyor. Şu anekdot ise hayli çarpıcı: “Görme engelli ya da Kürtler olarak yaşadığımız dışlanma, söz konusu Suriyeliler olunca bir alt dışlanmaya varabiliyor. O zaman ezene benzemeye başladığımızı fark ettim. Oysa egemen sınıfın idealize ettiği karakterin dışına çıkmalıyız. Egemenler kör insan idealinin sınırlarını çiziyor. Bu çemberi kırmak gerek. Bunun yolu birlikte örgütlenmekten geçiyor.”

Görme engelliler yatılı okullarda ya da rehabilitasyon merkezlerinde inceltilmiş bir izolasyon sürecine tabi tutuluyorlar. Kapalı kurumlarda engellilere uygulanan psikolojik ve fiziksel şiddet de cabası. Bunun bizzat tanığı olarak anlatıyor Yusuf. Ve aynı zamanda bu feci durumun görünür olmadığını ekliyor. Mart 2020’de Yunanistan-Türkiye sınırındaki tampon bölgede mültecilerin yaşadığı zulmü, benzer bir izolasyon ve baskı yöntemi olarak değerlendiriyor. Gerçekten de içsel bir bağ söz konusu. Zira İpsala’da donarak can veren mülteciler de aynı filmin karesi. Yusuf’a kulak verelim: “Mülteci ölümleri bir kez daha bize toplumlar arasında oluşmuş yapay sınırların anlamsızlığını gösterdi. Korkunç bir durumla karşı karşıyayız: ‘Güvenlikçi’ politikalar, teller, kameralar, donarak ölümler. Tam da burada devletleri zorlamak gerek. Ceza mekanizması yok. Normal insanların hakları gibi mülteci hakkı aranamıyor, yargı mekanizması sorunlu.”

Mültecileri anlamak için illa hayatın dramatize edilmesi mi gerekiyor? Empati, acımak duygusu ne kadar farkındalık oluşturabilir? Ya da gerçekten doğru temelde farkındalık oluşturabilir mi? İşte yanıt: “Engelli insanı, mülteciyi bir alttaki kişi ya da şükür nesnesi görmeyin. İş birlikte yaşamaya gelince kimse onlarla birlikte yaşamaz. Sorun budur. Bence empati kurmak yanlış bir denklem. Çünkü mültecilik, engelli olma hali temel insan hakkı konusudur. Bu evrensel bir haktır. Kadınların yaşadığı sıkıntıyı anlamak için de empatiye gerek yok. İnsanlarda hak bilinci gelişmeli.”

Çalışma hayatına dair örülen “alt acıma” kültürü de bir başka sorun. Zira bu kültür hak genişleten değil hak daraltan bir kültür. Örnek vererek anlatıyor Yusuf: “Misal sen çalışıyorsun ama sürekli sana ‘Sesini çıkarma, işini kaybedersin’ diyorlar. Aslında sınava girerek kazandığım bir hak var ve bunu lütuf gören bir yaklaşım çıkıyor karşımıza. O yüzden bir hak ararken bizimle dayanışma içinde olunacağını bilmek güven veriyor. En korkunç şey yalnızlaşmak!”  

Burada bir parantez açarak; göç çalışan akademisyenlere, sosyologlara, göç üzerine edebi ekinde bulunan şair, edebiyatçı ve sanatçılara bir çağrı yapmak isterim. Yusuf benden “Sekizinci Kıta” kitabının PDF’sini istedi. Zira görme engelliler basılı kitabı okuyamazlar. En azından bilgisayar üzerinden seslendirerek dinlemeleri mümkün. Dolayısıyla kitap ve makalelerimizi onlara PDF olarak ulaştıralım lütfen. Elbette en güzeli, bu eserlerin profesyonel olarak seslendirilmesi ve görme engelliler kütüphanesine kazandırılması. Devletin yaklaşımı bu konuda da ketum. Şöyle diyor Yusuf: “Kitap fuarlarında müşteri değiliz, pazar payı düşük diye seslendirilmiş kitaplara ulaşamıyoruz. Oysa seslendirilmiş kitaplar, piyasa dışında bizim ücretsiz erişebileceğimiz bir hak olmalı.”

Braille alfabesiyle başladık, Braille alfabesiyle bitirelim.

Yusuf 2019 yılında yine Braille alfabesiyle bir basın açıklaması metni okur. Konu yine mültecilerdir. Gel gör ki polis basın metnini ister! “Körler alfabesi ilkokulda öğretilir ama resmi olarak kabul edilmez. O gün polis de bunu kabul etmemişti. O yazıyı okuyamıyorsan başkasına okutabilmelisin. Bu alfabeyi resmi yazı olarak kabul etsinler diye dün de okudum. Braille kamu kurumlarında resmi dil olarak kabul edilmeli...”

Yusuf’un aktarımları, topluma yansıyan bütün meselelerin nasıl gelip sisteme dayandığının da bir kanıtı değil mi?

Ne tepki verirdi bilemem ama Mösyö Braille bugünleri görmeliydi.

Editör: Haber Merkezi