İnsan doğanın bir parçasıdır. Doğayla uyum içinde yaşamak zorundadır. Doğanın kendisinin hizmetinde olduğunu, doğaya hükmedebileceğini düşünmemelidir. Belirleyici olan doğadır. İnsan doğadan uzaklaştığı, kendisini betona ve asfalta hapsettiği, sentetik ve plastik malzemeler kullandığı sürece bedensel ve ruhsal olarak sağlıklı yaşaması güçleşecektir. Doğayla inatlaşma, doğanın dengesini bozacak eylemlerde bulunma halinde uzun bir süredir yaşadığımız Kovid 19 vakalarında olduğu gibi hastalıklar türeyip yayılabilecek yine insanlar çareyi doğaya sığınmada bulacaklardır. Bugün de insanlar, kalabalık kent merkezlerinden kaçarak Bodrum, Çeşme, Marmaris, Didim gibi doğanın yoğun kent merkezlerine nazaran daha bakir kaldığı tatil yörelerine ya da oksijen deposu yaylalara akın etmektedir. En çok neyi görür, neye bakarsanız giderek ona benzemeye başlarsınız. Balkona çıktığında ya da evinin penceresinden baktığında karşı apartmanın çatısını gören, araçların sesini, kalabalığın uğultusunu duyan insan ile ağaçları, yeşili, denizi ya da dereyi gören kuşların cıvıltısını, suyun şırıltısını duyan insanın ruh hali, sağlığı, morali aynı olur mu? Edip Cansever'in, insan yaşadığı yere benzer demesi boşuna değildir. Toprakla uğraşmanın iyileştirici gücünü saymıyorum bile.
Kentleşme, çağın getirdiği bir zorunluluk. Bizim sorunumuz ise kentleşmek değil kentleşememek. Plansız, programsız büyüme demek daha doğru olur. Bu konuda başta kamu idarelerine, belediyelere, meslek odalarına, sivil toplum kuruluşlarına, müteahhitlere, denetim organlarına, hepimize ciddi görev ve sorumluluklar düşmektedir. Binalar yapılırken otoparklar, park alanları, yeşil alanlar öncelikle gözetilmeli, sadece kâr etme hırsıyla hareket edilmesine, tarım alanlarına, dere yataklarına binalar yapılmasına izin verilmemeli, tarihi ve doğal doku olduğu gibi korunmalıdır.
Kent ve kentlilik bilinci oluşturulmalı, bu konuda okullarda ve gerekirse kurslar düzenlenerek insanlarımız bilinçlendirilmelidir. Kentlerin orantısız büyümesine izin verilmemelidir. Bizde en büyüğünü yapma merakı vardır. En büyük cami, en büyük adliye, en yüksek gökdelen, en büyük hastane vs. Sanki en büyüğünü yapınca sorunu çözmüş oluyoruz. Tam tersine aslında büyük olanı işletmek, verimli kullanmak daha zordur. Kentlerin de çok büyümesine izin verilmemelidir. Kaldırabileceğinden fazla büyürse güvenliği sağlamak güçleşir. Suç oranı ve işsizlik artar, sağlık, eğitim gibi hizmetlerin kalitesi düşer. Yirmi kişilik sınıfta otuz beş öğrenci okumak zorunda kalır.
Ülkemiz geniş bir coğrafi alana sahiptir. Yeni kent merkezleri oluşturulabilir. Kalabalık kentlerdeki insanlar oralara yönlendirilerek tarımla uğraşmaları teşvik edilebilir. Bu konuda somut birçok öneri ve proje gerçekleştirilebilir, kaynak bulunabilir. Ne var ki, bugün bunların çok uzağındayız ve olanı talan etmekle meşgulüz.
Sanata, şiire yönelmek kentin bu olumsuzluklarını hafifletmede etkili olabilir. Doğanın resmedilmesi, fotoğraflanması, betimlenmesi, imgelerle ortaya konulması, doğa duyarlılığının oluşmasında, doğanın korunmasında, yaşatılmasında, doğa sevgisinin yaygınlaşmasında önemlidir. Sanat bir bakıma doğanın yeniden üretilmesi olduğuna göre sanatla, doğayla ilgilenerek, şiirler yazarak, resimler, heykeller yaparak, imgeler yakalayarak duygu ve duyarlılıklarımızı taze, içimizde oluşturduğumuz güzellikleri canlı tutabilir, gelecek kuşaklarla köprü kurabiliriz.