YAĞIZ BARUT/İZGAZETE -  Uluslararası hukukun Azerbaycan toprağı olarak tanıdığı Dağlık Karabağ bölgesinde yaşanan savaşın büyük bir endişe ve üzüntü ile takip edildiğinin bildirildiği mektupta, bölgenin yaklaşık 30 yıldır Ermenistan'ın işgali altında bulunduğu, bu durumun Birleşmiş Milletler Şartı'nın 2/4. maddesinde düzenlenen kuvvet kullanma yasağının açık ihlali olduğu, bu süre zarfında bölgenin nüfus yapısının zorla değiştirildiği, uluslararası kamuoyunun konu hakkında uzun yıllar süren sessizliğinin kabul edilemez bir durum yarattığı dile getirildi.

‘ETNİK BİR DİL KULLANMADIK’

Konuyla ilgili İz Gazete’ye açıklamalarda bulunan İzmir Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Av. Deman Güler, mektubu kaleme alırken etnik kimlikler üzerinden bir tavır sergilemediklerini, hiçbir sivilin bu çatışmadan zarar görmemesini istediklerini kaydetti. İnsan hakları alanında çalışmalar yapan Av. Güler, İzmir Barosu olarak savaşın geçtiği yerde insan hakları bağlamında tespitler yapıp bunu uluslararası kamuoyunun dikkatine sunmayı ve sivil halkın gıda, barınma gibi ihtiyaçlarına destek verecek bir kampanya başlatmayı hedeflediklerini vurguladı.

‘TÜM MAĞDURLARI DİNLEMEK İSTİYORUZ’

Azerbaycan’a gönderilen mektubun, kamuoyunda ‘tek taraflı bir iletişim’ yönünde hassasiyet geliştirdiğini söyleyen Güler, bunun anlaşılır olabileceğini ama baro olarak tavırlarının asla taraf tutmak olmadığını, karşılarında bir muhatap bulmak olduğunu belirtti.

Bahsi geçen toprakların, uluslararası hukuk tarafından Azerbaycan toprağı olarak tanındığı, BM Güvenlik Konseyi’nin ve Genel Kurulu’nun bu yönde kararları olduğunu hatırlatan Güler, “Hukuk, Ermenistan’ın işgalci kuvvet olduğunu söylüyor. 680 bine yakın kişi bu işgalden mağdur oldu. Ermenistan 90’lı yılların başından itibaren yarattığı politikayla bölgede yaşayan Azeri halkının göçmesine sebep oldu. Göçen insanların yerine de Ermeniler yerleştirildi. Sadece bu durum bile Roma Statüsü’nün ihlali niteliğinde ve hukuk bağlamında sorun yaratıyor. BM’nin kararlarında adı geçen çeşitli yerleşimler var; örneğin 200 bin civarında insanın yaşadığı bir bölgede savaş öncesinde yüzde 97 Azeri popülasyonu varken bugün Azeri sayısı sıfıra inmiş durumda. Bu anlamda, İzmir Barosu’nun tavrı, geçtiğimiz gün başlayan çatışma haliyle ilgili bir tavır değil. Ermenistan hükümetinin 80’li yıllarda başlayan 90’lı yıllarda en üst seviyeye çıkan müdahaleleri popülist, sağcı ve yayılmacı bir politikayı temsil ediyor. Bu süreç, Sovyetler Birliği’nin dağılma döneminde Sovyetler tarafından da kınandı. Yani milliyetçi ve yayılmacı bir siyaset olduğu o dönemde tespit edildi. Dolayısıyla İzmir Barosu’nun tutumu kesinlikle etnik ve halkları birbirinden ayıran anlayışta değildir. Biz buradaki halkların bir arada kardeşçe barış içinde yaşamasını istiyoruz. Sivillerin kim olduğu hiç önemli değil, biz tarafsız bir gözle savaşın tüm mağdurlarını gözlemek isteriz. Eğer bölgeye gidebilirsek de savaşın tüm mağdurlarını dinlemek istiyoruz. Bu bölge barışı hak ediyor. Biz insani bir perspektifle yaklaşım sergiliyoruz” açıklamalarında bulundu.

‘AÇIKLAMA YAPIP GEÇEBİLİRDİK!’

Türkiye Barolar Birliği’nin (TBB) de bu konuda bir açıklaması olduğunu ama olayı doğrudan Ermenistan’ın üzerine atan ayrıştırıcı bir dil kullanıldığını, İzmir Barosu’nun açıklamasının ise asla militarist olmadığını ve uluslararası hukuku dikkate aldığını kaydeden Av. Güler, “Biz, sadece bir açıklama yapıp geçebilirdik ama bu konunun çok önemli olduğunu düşündük. Bu sebeple de bölgede yapabileceğimiz bir şey varsa onu sergilemek istedik. Açıklama yapıp geri çekilmek bize uygun bir tavır değil. TBB’nin içine düştüğü acziyet ve kendi sorumluluklarının bilincinde olmamaları, bizi sorumluluk almaya yönlendirdi. Belki TBB, AKP’nin payandası olmak yerine, bağımsız bir hukuk örgütü olarak bölgedeki gelişmelere yerinde müdahalelerde bulunabilse bizim bu ihtiyacımız da ortaya çıkmayacaktı. İzmir Barosu, Türkiye’nin en eski barolarından birisi ve bu hukuk kurumunun uluslararası arenada hak ettiği kıymeti alması için bu tür girişimlerde bulunduk, bulunmaya da devam edeceğiz. Kurumların değeri, onları sadece isimden ibaret saymamak ve yakışır şekilde çalışmakla ortaya çıkar. İzmir Barosu’nun da son 2 yılda özellikle insan hakları alanında üzerine düşen görevi layıkıyla yaptığını düşünüyorum.” dedi.

‘HER İKİ HALK DA KARDEŞİMİZ’

“Savaşın taraflarından birinin yanına hizalanmak bizim kabul edebileceğimiz bir şey değil” ifadelerini kullanan Deman Güler, “Alanda yapacağımız ziyarette göreceğimiz ihlallerin hangi taraftan gelirse gelsin bizim için önemi yok. Eğer koşullar oluşursa biz cephenin her iki tarafında da incelemeler yapmak isteriz. Etnik değişimlerin yapıldığı bir yerde Azerbaycan halkının ve çiğnenmiş haklarının yanında durmamız gerekir ama bunu Türkiye’deki ‘Ermeni Meselesi’ ile değerlendirmek de doğru değil. Azerbaycan bizim kardeş halkımız olabilir ama Ermeniler de kardeşimiz. Devletler hata yaptığında bunu dile getirmek zorundayız. Çünkü insan hakları hukukunun temelinde devletlerin yaptığı ihlallerin tespiti ve bunların önlenmesi vardır.” şeklinde konuştu.

Editör: Haber Merkezi