Yaklaşık 4,5 yıl süren (28 Temmuz 1914-11 Kasım 1918) ve dünyayı kan gölüne çeviren 1. Dünya Savaşı’nın üzerinden 104 yıl geçti. Bu büyük savaşta ölümlerin 6,6 milyonunu sivil kayıplar oluştururken, yaklaşık 10 milyon asker de hayatını kaybetti.

Tarihin o zamana kadar kaydettiği en kanlı savaşlardan biri olan Birinci Dünya Savaşı sonrası imzalanan yeni anlaşmalarla imparatorluklar yıkılırken, çok sayıda yeni devlet kuruldu.

İngiltere, Fransa ve Rusya'nın merkezde olduğu İtilaf Devletleri ile Alman İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu’nun oluşturduğu İttifak Devletleri'nin karşı karşıya geldiği savaştan İtilaf Devletleri zaferle çıktı.

Yeni dünya düzeninin temelinin atıldığı o süreçte, Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu dağıldı, Çekoslovakya, Avusturya, Macaristan, Polonya, Litvanya, Estonya, Ukrayna, Yugoslavya ve Türkiye Cumhuriyeti gibi yeni devletler ortaya çıktı.

MONDROS MÜTAREKESİ

Mondros Mütarekesi ya da Mondros Ateşkes Antlaşması, I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında Bahriye Nazırı Rauf Bey tarafından, Limni adasının Mondros Limanı'nda demirli Agamemnon zırhlısında 30 Ekim 1918 akşamı imzalandı. Bu antlaşma ile beraber Osmanlı İmparatorluğu fiilen sona erdi.

Mütareke, Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkımından sonra kurulan Türkiye'nin çerçevesini çizen ilk uluslararası belge olarak önem taşır.

Türk Kurtuluş Savaşı'nın siyasi manifestosu olan Mîsâk-ı Millî Beyannamesi ile Erzurum ve Sivas Kongrelerinde bu beyannameye atıfta bulunarak “Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür, parçalanamaz” kararlılığı ile Mondros Mütarekesi’ne karşı çıkılmıştır.

PARİS BARIŞ KONFERANSI

I. Dünya Savaşı'nın askeri safhası ateşkes antlaşmalarıyla sona erdikten sonra galip devletler imzalanacak olan antlaşmaların maddeleri üzerinde karşılıklı olarak anlaşmak ve kendi aralarındaki siyasi, ekonomik problemleri çözümlemek amacıyla 18 Ocak 1919’da Paris’te bir araya gelmiş, konferansa İttifak Devletleri'ne karşı savaş açmış olan başta İtilaf Devletleri olmak üzere toplamda 32 devlet katılmıştır.

İtilaf Devletleri'nin konferansta savaştan galip ayrılmalarının verdikleri rahatlıkla yenilen devletlere imzalatmak amacıyla çok ağır şartlar taşıyan antlaşma taslakları hazırlamışlar, nitekim bu ağır şartlar yeni çatışma ve savaşlara yol açmış hatta 2. Dünya Savaşı’nın da alt yapısını hazırlamıştır.

Konferansta Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Bulgaristan ile imzalanacak olan barış antlaşmalarının taslakları önceden hazırlanmıştır. Osmanlı Devleti ile imzalanacak olan antlaşma için ise galip devletler paylaşım konusunda anlaşmazlıklar yaşamıştır. Savaş öncesi Rusya’ya verilmesi planlanan bölgelerin Rusya’nın savaştan çekilmesi nedeniyle yeniden paylaşımı gündeme gelmiştir.

Paris Barış Konferansına katılan Ermeni temsilcileri Doğu Anadolu’da bağımsız Ermenistan kurulması fikrini ilk kez bir uluslararası konferansta dile getirmişler, bu istekleri de İtilaf Devletleri tarafından destek görmüştür.

İngiltere ve Fransa daha önce İtalya’ya vermeyi tasarladıkları İzmir ve çevresinin Yunanistan tarafından işgal edilmesini kabul etmişlerdir. İzmir ve çevresinin Boğazlara çok yakın olması bu bölgede İtalya’nın İngiliz çıkarlarını tehdit edebilecek bir güç olmasından çekinilmesi nedeniyle Yunanistan tercih edilmiştir. Bu nedenle İtalya ile İtilaf Devletleri arasında Paris konferansı sırasında ilk görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır.

İzmirliler işgal günü kentteki Osmanlı yöneticilerinin bütün teslimiyetçi tutumların rağmen tepkilerini göstermekten çekinmediler. Gazeteci Hasan Tahsin’in Yunan ordusuna karşı sıktığı ilk kurşun Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ilk kıvılcımı oldu.

İZMİR’İN İŞGALİ VE İLK KURŞUN

15 Mayıs 1919’da I. Dünya Savaşı’nın galipleri emperyalist devletler tarafından Paris Barış Konferansı’nda Yunanistan’ın İzmir ve çevresini işgal etmesi kararlaştırıldı. Aslında I. Dünya Savaşı içerisinde yapılan gizli anlaşmalarda bu bölge İtalya’ya bırakılmıştı. Ancak İngiltere Ortadoğu’da başta petrol olmak üzere İngiliz çıkarlarının savunuculuğunu Yunanistan’ın daha sağlam yapacağına inanıyordu.

Nitekim Paris Barış Konferansı’nda Venizelos’un Megali İdea düşüncesi doğrultusunda Küçük Asya macerasına her ne pahasına olursa olsun girişmek istemesi İngiltere, Fransa gibi emperyalist devletler tarafından uygun bulundu. Bu gelişmeler doğrultusunda Yunan ordusu 15 Mayıs 1919 Perşembe günü sabahtan itibaren İzmir ve çevresine emperyalist devletlerin denetiminde asker çıkarmaya başladı.

30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekenamesi sonrasında Osmanlı Devleti ve yöneticileri mütarekename hükümlerinin 7. maddesi gereği gerçekleştirilen bu işgallerle teslimiyetçi bir tutum içerisinde sessiz kaldı.

Ancak işgal edilen yerlerin halkı bu haksız işgalleri protesto etmek, uluslararası kamuoyunu yönlendirebilmek amacıyla Redd-i İşgal, Müdafaa-yı Hukuk, Redd-i İlhak adını taşıyan cemiyetler kurarak örgütlü bir tavır içerisine girdi.

İzmir’in işgali bütün yurtta geniş bir infial uyandırdı. Yurdun her tarafında işgale karşı mitingler düzenlendi. İzmirliler de kendi şehirlerinin işgal edileceği haberini daha önceden haber almışlardı. Bu gelişmeler ışığında İzmir Redd-i İlhak Cemiyeti’nin katkılarıyla işgalden bir gün önce 14 Mayıs 1919’da Maşatlık’ta geniş katılımlı bir miting düzenlendi.

İzmirliler işgal günü kentteki Osmanlı yöneticilerinin bütün teslimiyetçi tutumların rağmen tepkilerini göstermekten çekinmediler. Gazeteci Hasan Tahsin’in bu tepkiler doğrultusunda karaya çıkan Yunan ordusuna karşı sıktığı ilk kurşun üç yıl dört ay sürecek Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın da ilk kıvılcımı oldu.

SİVAS KONGRESİ

İtalya'nın ve ABD'nin muhalefetine rağmen, İngilizlerin ve Fransızların onayıyla, Müttefik Devletler Yüksek Konseyi'nin 6 Mayıs'ta aldığı karar uyarınca 15 Mayıs'ta İzmir Yunanlar tarafından işgal edildi. Bu olay tüm Türkiye'de güçlü bir ulusal tepkiye yol açtı. 4 Eylül'de toplanan Sivas Kongresinden sonra İstanbul'daki Osmanlı hükûmeti, ülke üzerindeki idari ve askeri denetimini kaybetti. Sivas ve daha sonra Ankara'da, Mustafa Kemal Paşa yönetiminde bir ulusal direniş hükûmeti kuruldu. Anadolu hükûmeti, olumsuz şartlarda bir barış antlaşmasını kabul etmeyeceğini bildirdi ve direniş hazırlıklarına girişti.

SEVR’E GİDEN YOL

Müttefik Devletler, 18 Nisan 1920'de San Remo Konferansında Osmanlı İmparatorluğu'na uygulanacak barış antlaşmasının şartlarını hazırladılar. 22 Nisan'da Osmanlı hükûmetini Paris'te toplanacak olan barış konferansına davet ettiler. Padişah, eski sadrazam Ahmet Tevfik Paşa'nın başkanlığında bir heyeti Paris'e gönderdi. Ertesi günü Ankara'da toplanan Büyük Millet Meclisi, 30 Nisan günü taraf devletlerin dışişleri bakanlıklarına gönderdiği bir yazıyla İstanbul'dan ayrı bir hükûmetin kurulduğunu bildirdi.

Paris'te barış şartlarını öğrenen Ahmet Tevfik Paşa, İstanbul'a gönderdiği telgrafta barış şartlarının devlet kavramı ile bağdaşmadığını bildirerek görüşmelerden çekildi. Bunun üzerine 21 Haziran'da İtilaf Devletleri Türk milletinin direnişini kırmak için, İzmir'de bulunan Yunan kuvvetlerini Anadolu içlerine sürmeye karar verdi. Balıkesir, Bursa, Uşak ve Trakya kısa sürede Yunan ordusu tarafından işgal edildi.

Ege'deki işgaller üzerine 22 Temmuz'da İstanbul'da toplanan Saltanat Şurası, Paris'e Sadrazam Damat Ferit Paşa başkanlığında ikinci bir heyet göndermeye karar verdi.

Antlaşma 10 Ağustos 1920 Salı günü Müttefik Devletler; Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Ermenistan, Belçika, Yunanistan, Hicaz Krallığı, Polonya, Portekiz, Romanya, Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı, Çekoslovakya ile mağlup Osmanlı İmparatorluğu arasında imzalandı.

Osmanlı heyetinde şu isimler yer alıyordu: Sadrazam Damat Ferit Paşa, eski Maarif Nazırı (Milli Eğitim Bakanı) Bağdatlı Mehmed Hâdî Paşa, eski Şura-yı Devlet (Danıştay) reisi Rıza Tevfik Bey ve Bern Sefiri Reşat Halis Bey.

SEVR ANLAŞMASI

Sevr Antlaşması 433 maddelik ve 150 büyük sayfalık bir vesikadır. Ekler, haritalar ve diğer belgeler bu sayının dışındadır. Batılı devletler ve İstanbul’daki Osmanlı Hükümeti’nin temsilcileriyle Versailles’in Sèvres Porselen Fabrikası Konferans Salonu’nda 10 Ağustos 1920 tarihinde öğleden sonra saat 16.00’da antlaşma imzalanmış ve yüzyıllardan beri paylaşılamayan Osmanlı Devleti kâğıt üzerinde de olsa paylaşılmıştır.

Sevr Antlaşması bazı önemli maddeleri şunlardı:

- İstanbul, Osmanlı devletinin başkenti olarak kalmaya devam edecektir.

- Eğer Osmanlı devleti İtilaf devletlerini sunmuş olduğu Sevr antlaşmasına uymazsa İtilaf devletleri İstanbul'u Osmanlı devletinin elinden alacaktır.

- Batı Anadolu ve Doğu Trakya, Yunanistan'a bırakılacaktır.

- Ege adalarının hepsi Yunanistan'a verilecektir.

- Rodos ve 12 Ada ise İtalya devletine bırakılacaktır.

- Osmanlı imparatorluğunun Doğu Anadolu bölgesinde bir Ermeni devleti kurulacaktır.

- Irak ve Musul İngiltere'ye bırakılacaktır.

- Boğazlar bütün devletlere açık bırakılacak. Savaş esnasında dahi savaş gemileri boğazdan geçirilecek. Boğazları kontrol eden bir komisyon kurulacak ve bu komisyonda Türk üye yer alamayacaktır.

- Azınlıklar kendi okullarını açabilecektir.

- Kapitülasyonlar devam edecektir.

- Osmanlı imparatorluğu savaş tazminatı ödeyecektir.

- Batı Anadolu İtalya'ya ait olacaktır.

- Hicaz bağımsız bir devlet olacaktır.

Bu antlaşma ile Orta Doğu haritası adeta yeniden çizilerek paylaşılmaktaydı. Antlaşmanın maddeleri oldukça ağırdır ve Osmanlı Devleti’ni ortadan kaldırmak için hazırlanmıştır.

İstanbul ve civarından oluşan küçük bir bölge ile Orta Anadolu’nun küçük bir kısmı Kastamonu kıyılarına kadar Türklere bırakılıyordu.

Rumeli ve Boğazlar İtilâf Devletleri’nin işgaline bırakılmakla birlikte Boğazların trafiğe açık olması ve karma bir komisyon tarafından yöneltilmesi kararlaştırılmıştır.

Doğu Anadolu’da ise Kürdistan ve Ermenistan devleti kuruluyordu. Bu devletlerin sınırlarını ABD çizecek ve Ermenistan 20 yıl ABD mandası altında bulunacaktı.

Arabistan Osmanlı Devleti’nden ayrılacak ve müttefiklerin isteklerine terk edilecekti.

Müttefikler tarafından daha önce işgal edilen yerler, Fransa, İtalya ve İngiltere’de kalıyordu.

Azınlıklar, Osmanlı Devleti’nde eşit haklara sahip olacak ve Meclis’de temsil edileceklerdi.

Kapitülasyonlar yürürlükte kalıyordu. Devletin askerî ve maddî işleri kontrol altına alınıyordu.

Sadece iç güvenliği sağlamak üzere 50.000 kişilik askeri güç dışında silahlı kuvveti olmayacaktı.

Liman ve demir yolları uluslararası bir komisyona bırakılıyordu.

Ayrıca Osmanlı Devleti savaş tazminatı ödeyecekti.

Kendi aralarında paylaşamadıklarından İstanbul Osmanlı Devleti’nde kalacaktı.

İzmir’in yönetimi Yunanlılara bırakılmıştır.

Bunlara ek olarak da savaşa girmiş ve idarî kademelerde bulunmuş Türk vatandaşları savaş suçlusu olarak yargılanacaktı.

SARAY ANLAŞMAYI KABUL ETTİ

Sultan Vahdeddin’in başkanlığında 22 Temmuz 1920’de toplanan Şûra-yı Saltanat Sevr Antlaşması’nın onaylanmasına karar verdi.

Antlaşmanın maddelerine bakıldığında çok ağır şartları olduğu görülmektedir. Bir anlamda bu topraklarda bir devleti ve milleti ortadan kaldırmaktaydı. Türklere bırakılan çok küçük bir bölgenin antlaşma şartlarına göre uzun süre yaşayabileceği mümkün görünmemektedir. Bu antlaşmaya göre Türkler zaten asimile olup yok olup gidecektir.

Bu doğrultuda Müttefikler tarafından, Sevr’i TBMM’ne kabul ettirmek ve Türk Milli Mücadele’sini çökertmek amacıyla, bir taraftan Yunan taarruzu diğer taraftan iç isyanlar yurdun doğu bölgesinde desteklenmiştir. Batıdan ve doğudan iki ateş arasında kalacak olan Ankara Hükümeti’nin böylece anlaşmayı kabul etmek zorunda kalacağı düşünülmüştür. 1920 yılında ortaya çıkan ve 1921 yılında da iyice artan Koçgiri İsyanı bu amacın bir parçası olarak desteklenmiştir.

Milli Mücadele esnasında hem Emperyalist Devletlerin hem de İstanbul’da emperyalist devletlerin kuklası haline gelen Sultan Vahdettin ve Osmanlı hükümeti, iç isyanları desteklemiş, dini duyguları istismar ederek Milli direnişi yok etmek istemiştir. Mustafa Kemal ve silah arkadaşları için idam kararı verilmiş haklarında katli vaciptir fetvaları çıkartılıp bu kararlar işgal kuvvetlerinin uçaklarından bildiri olarak dağıtılmıştır.

Saltanatın emperyalistler ile aynı düzlem ve düşüncede olduğunu kanıtlayan pek çok belge vardır.

Lloyd George Osmanlı Devleti’nin Sevr’i imzalamaya karar verdiği zaman “Turkey is no more” yani “Türkiye artık yoktur” diyerek memnuniyetini göstermiştir. Ancak Milli Mücadele’nin başarıya ulaşması ile Büyük Zafer’den sonra Lloyd George’un siyasî yaşamı sona ermiştir. Yani “Lloyd George is no more”. Artık Lloyd George yoktur!.

VATAN HAİNLERİ ve TAÇLI HAİN

Sevr’in Osmanlı Devleti tarafından imzalanması üzerine, Kazım Karabekir Paşa, Meclis Başkanlığı’na 16 Ağustos 1920 tarihli gönderdiği bir telgrafta Sevr’i imzalayanların “vatan haini” ilan edilmesini teklif etmiştir. Bu öneri mecliste görüşülerek 19 Ağustos 1920 tarihinde kabul edilmiş ve anlaşmaya imza atan Hadi Paşa, Rıza Tevfik Bey, Reşat Halis ve kırk iki kişinin daha vatan haini olduğu ilan edilmiştir.

Sevr’in Osmanlı Devleti tarafından kabul edilmesi üzerine TBMM’nde yapılan görüşmelerde de Milletvekili Tunalı Hilmi Bey (Bolu), Padişahı, Sevr Antlaşması’na boyun eğdiği için “taçlı hain” olarak nitelemektedir.

MİLLİ MÜCADELE SEVR’İ ÇÖPE ATTI

Sevr’i imzalayan devletlerin 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Antlaşması’nı imzalayıp onaylamalarıyla Sevr Antlaşması çöpe atılmıştır. Çünkü Lozan Antlaşması, Sevr’i tanımıyor ve Sevr’deki hükümleri tamamen değiştiriyordu. Lozan’ı imzalamakla Sevr’i imzalayan ayni devletler, Sevr’in milletlerarası alanda artık mevcut olmadığını da kabul etmiş oluyorlardı.

Ayrıca, daha Sevr imzalanmadan önce Ankara Hükümeti 16 Mart’tan itibaren İstanbul tarafından imzalanan bütün antlaşmaları hükümsüz sayacağını dünyaya ilan etmiştir. Sevr ise TBMM tarafından onaylanmadığı için akdedilmiş kategorisine bile giremeyip bir tasarıdan ibaret kalmıştır.

Sonuçta 433 maddeden oluşan Sevr Antlaşması Türkleri Anadolu ve Avrupa coğrafyasından tamamen çıkarmayı amaçlayan bir antlaşma idi. Nitekim Mustafa Kemal Atatürk’e göre Sevr, Türkler için yüzyıllardan beri hazırlanmış büyük bir suikasttı.

“Ölü doğmuş antlaşma”, “onaylanmayan antlaşma” gibi ifadelerle nitelendirilen Sevr Antlaşması Lozan Antlaşması ile hükmünü kaybetmiştir ve TBMM tarafından da onaylanmadığı için bir tasarıdan ibaret kalmıştır.

Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşları, topyekun tüm Türk halkı, bir ulusun mevcudiyetine kasteden bu antlaşmayı canını dişine takarak, dünyanın en haklı ve onurlu savaşını vererek tarihin çöplüğüne göndermiştir.

Sevr’in çöpe atılmasını sağlayan Ulusal Kurtuluş Savaşımız 9 Eylül 1922’de güzel İzmir’in düşman işgalinden kurtulmasıyla son bulmuştur. Bir yıl sonra ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti ise bu büyük destanın zirve noktasıdır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi, “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”

-----------

Kaynaklar: Vikipedi, Atatürk Ansiklopedisi, Türk Tarih Kurumu, Genel Kurmay Başkanlığı, Oktay Gökdemir İzmir’e Doğru Apikam Yayınları, Akşin, Sina, (2010), İç Savaş ve Sevr’de Ölüm, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, Altuğ, Yılmaz, (1970), “Onaylanmayan Andlaşmalar ‘Sevr’”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, s.32, Mayıs.

Editör: Haber Merkezi