Siyaset, sınıfsal çatışmalar, özgürlükler ve haklar temelinde yapılır. Bu konularda söyleyecek sözünüz yoksa renklerden, isimlerden, simgelerden, dini, etnik ve ulusal hassasiyetlerden polemik yaratıp rakibinizi yıpratmaya çalışırsınız. Bunun adına siyasi literatürde “demagoji” denir. Kısacası politika üretemeyen siyasetçi “laf ebeliği” ya da “laf cambazlığı” ile günü kurtarmaya çalışır.

Politika üretemeyen, tıkanan, yapıcı ve somut eleştiriler getirmekte zorlanan siyasetçi, hele de iktidar koltuğunda oturuyorsa hemen hamaset üretimine başlar. Çünkü, siyasi iklimin estirdiği rüzgârın farkındadır. Ülkenin içinde bulunduğu sıkıntıların faturasının iktidara kesileceğini bilir.

Bir karış suda fırtına yaratıp, o fırtınada sadece kendi gemisinin limana sağ salim varacağını düşünmek saflıktır. Dini hassasiyetler, etnik kimlikler ve vatanseverlik konuları siyasetçilerin en dikkatli olması gereken konulardır. Bu alanlar mayın tarlasına benzer. Erdemli siyasetçi söylemlerine dikkat etmek, toplumsal barışı zedeleyecek söylemlerden uzak durması gerektiğini bilir.

Kitlesini bir arada tutabilmek adına varsayımlar, yakıştırmalar ve niyet okumalarla birilerine "kafir", "zındık", "vatan haini", "ırkçı", "faşist" gibi etiketler yapıştırmak tehlikelidir. Hem tehlikelidir hem de İzmir gibi bir coğrafyada anlamsız, gereksiz ve faydasızdır.

Tunç Soyer'i seversiniz, sevmezsiniz. Hizmet üreten konumda bulunduğu için, her kararını, icraatlarını eleştirebilirsiniz. Bu eleştiriler elle tutulur, somut olursa, yanlış yaptıkları ya da yapamadıkları üzerinden getirilirse bir anlam taşır.

İzmir için büyük bir kazanım olan ve yakın gelecekte meyvelerini verecek Kültür Zirvesi'nde uluslararası bir sanatçının performansı üzerinden yaratılmak istenilen "Soyer'i linç edelim" kampanyası tutmaz.

Nereden beslendikleri herkesin malumu olan trol ordusunun ve havuz medyasının kalemşorları tarafından başlatılan bu kampanya ölü doğmuştur.

Ölü doğmuştur ama bu tip köhnemiş siyasete, demokrasinin kalesi İzmir'den güçlü bir karşı duruş, güçlü bir ses çıkması da şarttır.

Efsane dizi Leyla ile Mecnun'un en baba repliklerinden biridir. Çağlar öncesinden seslenir Fuzuli, günümüz Mecnun'una:

“Ne vakit bir kapının önünde kalsan, gelip senin için o kapıyı açıp, uğruna dayak bile yiyebilecek olan bir arkadaşın var, seninle beraber aynı yolda yürümeyi göze almış, sabırla seni bekleyebilen bir dostun var - ki beklemek en korkunç halidir yaşamanın...”

Sevgi ve hoşgörünün terk etmek üzere olduğu bu ülkede, geçiyor günlerimiz beklemekle...

Gelin; bekletmeyelim bizle aynı yolda yürümeyi göze alan sevdiklerimizi...

Barışa, iyiye, güzele, doğruya ulaşmanın yolu beklemekten geçmiyor.

Beklemek pasifliktir, beklemek suç ortaklığıdır, beklemek kabullenmektir çünkü...

-ki beklemek en korkunç halidir yaşamanın...

Nefrete karşı SEVGİYİ,

ölüme inat YAŞAMI,

savaşa karşı BARIŞI,

diktatörlüğe karşı DEMOKRASİYİ

gelin birlikte savunalım.