DUYGU KAYA/ İZ GAZETE - Geçtiğimiz günlerde Dikili’de yaşayan M.S (50), parkta tartıştığı eşi L.S’yi herkesin gözü önünde vurmuştu. İzmir Barosu avukatlarından Ali Deman Güler, Mehmet Baran Selanik, Mahmut Şeren ve Hakan Yıldırım Demir giderek artan kadın cinayetlerine tepki gösterirken bireysel silahlanmanın kadın cinayetleri üzerindeki etkisini değerlendirdiler. 

İzmir Barosu İnsan Haklarından Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Ali Deman Güler, verilere göre ülkemizde 2019 yılında 474 kadının öldürülmüş olduğunu ifade ederek, “İçişleri Bakanlığı'nın bu sayıyı 299 olarak vermiş. Ancak, onlar dahi geçen yıla oranla öldürülen kadın sayısında bir artış olduğunu kabul ediyorlar. Dolayısıyla kadın cinayetlerini önleme konusunda hükümetin başarısız olduğunu açıkça söyleyebiliriz” dedi.

‘AKP İKTİDARI, KADININ İNSAN HAKLARINI DEĞERLENDİRMEKTEN ACİZ’

Kamuoyunda oluşan tüm tepkilere rağmen kadın cinayetleri konusunda ilerleme kaydedemeyen iktidarın genel kadın politikalarında bir sıkıntı olduğunun altını çizen Güler, “Kadının insan hakları meselesini AKP iktidarı bütüncül olarak değerlendirmekten acizdir. Bugün kadını eve mahkum eden, annelik ile özdeşleştiren, aciz ve korunması gereken bir varlık statüsüne indirgeyen bir anlayış, kadın cinayetlerini sonlandırmaz” dedi.

HER İKİ KADINDAN BİRİ ATEŞLİ SİLAHLA ÖLDÜRÜLÜYOR

Deman Güler, 2018 yılında yapılan bir araştırmaya göre incelenen 1260 kadın cinayeti vakasının 679'u silahla öldürme biçiminde gerçekleştiğini, buna göre öldürülen her iki kadından biri ateşli silahla öldürüldüğünü ifade etti. Güler, "Türkiye'nin yaşadığı kadın cinayetleri sorunu çağdaş dünyanın kabul edebileceği boyutları çoktan aşmış ve kronikleşmiştir. Bu meseleyi kadın hakları konusunda ileri hiçbir ülkede makul şekilde açıklamak mümkün değildir. Lütfen adını koyalım: Bugünkü boyutu ile yaşadığımız artık bir kadın soykırımdır. Bu toplumsal cinnet halini tamamen sonlandırmadığımız her gün, her yeni kadın cinayetinde, bu cinayetleri önlemeyenlerin de sorumluluğu katlanarak artmaktadır" diye konuştu.

‘KİMSE ADALETİN TESİS EDİLDİĞİNİ DÜŞÜNMÜYOR’

İzmir Barosu Yönetim Kurulu’ndan Mehmet Baran Selanik, giderek artan kadın cinayetleri yüzünden toplumun adalete inanmadığını ifade ederek, “Cezaların bir amacı toplumun vicdanının tatmin edilerek adalet düzeninin sağlanmasıyken neredeyse her gün haberini duyduğumuz kadın cinayetleri nedeniyle kimse adaletin tesis edildiğini düşünmüyor” dedi.

‘İNSANLARI YÖNLENDİRİYOR’

Selanik, “Bireysel silahlanma denen şey, devletin insanlara ‘Ben seni koruyamazsam, sen kendini koruyabilirsin hakkı’  vermesi değildir. Zaten devletin bunu deme hakkı hukuk felsefesi gereği mümkün olamamalıdır. Eğer birey, devletin kendisini koruyamadığını düşünüyorsa kendi kendini silahlandırarak değil, devletin yetkili mercilerine başvurarak sorunu çözmeye çalışması gerekir” dedi.

‘SİLAHLANMANIN HER TÜRLÜSÜNE KARŞIYIZ’

Çehov’un ‘Duvarda asılı silah, oyunun sonunda mutlaka patlar’ cümlesini örnek gösteren Selanik, “O nedenle 2020 dünyasında silahlanmanın her türlüsüne karşı olmalıyız. Bizler kendilerini korumak için silahlanan adamların ilk fırsatta onları ya kılığına, yaşamına karışmak için kadınlara ya da psikolojik şiddete uğratmak için kendi kafalarına doğrulttuklarını biliyoruz” dedi.

‘DEVLET SAMİMİ DEĞİL’

İzmir Barosu LGBTİ hakları komisyonu üyesi Mahmut Şeren, kadın cinayetlerini önlemek için devletin gerçekten şiddetle mücadele etmesi ve bu mücadelede samimi olması gerektiğini vurguladı. Şener, “Ben bu samimiyeti göremiyorum. Devlet bugün İstanbul Sözleşmesi'ni etkin uygulamak yerine, yani şiddeti önlemeye yönelik araçların belirli ve kullanılabilir olmasına karşın bunu yapmak yerine, sözleşmeye yapılan saldırılara sessiz kalıyor” dedi.

Kadın hakları savunuculuğunun risk altında olduğunun altını çizen Şeren, şöyle konuştu:

“Bu yönde pek çok disiplinin, kurumun ve meslek grubunun sorumluluğu var. Örneğin, ‘İzmir, İstanbul, Ankara gibi büyükşehir belediyelerinde kaç tane kadın sığınma evi var? Bu mekanizmalarda ev içi şiddete tanıklık eden çocuklara yönelik de önlemler var mı? Şiddete maruz bırakılan kadınlar neye göre tanımlanıyor veya önemseniyor, trans kadınlar dışlanıyor mu’ gibi çoğaltılabilecek soruları her kişi ve kurumun yükümlülükleri çerçevesinde kendisine sorması gerekir” dedi.

Bireysel silahlanmaların ilk başta en dezavantajlı durumdakilerin üzerinde etkisi olacağını ifade eden Mahmut Şeren, “Tıpkı savaşlarda en çok yoksulların, çocukların, kadınların zarar gördüğü gibi. Edindiği her türlü gücü bir tahakküm aracı olarak kadınların üzerinde kullanan her erkek, bir gün elindeki silahı da öldürmek için kullanmaktan geri durmayacaktır. O silahı ne kadar kolay edinirse, bunu yapmak da onun için bir o kadar sıradan olacaktır” diye konuştu.

‘GEÇ GELEN ADALET, ADALET DEĞİLDİR’

Dikili İzmir Barosu Temsilcisi Hakan Yıldırım Demir, “Kadın cinayetlerinin gün geçtikçe arttığını ne yazık ki üzülerek görüyoruz ve duyuyoruz. Bir an önce kadın cinayetlerinin önlenmesi için bir takım tedbirler getirilmeli. İlk olarak ceza mevzuatında caydırıcı düzenlemeler yapılması gerekiyor. Caydırıcı düzenlemelerle birlikte infaz rejiminde de sanıkların lehine olacak uygulamalarda kısıtlama getirilmesi gerekir. Soruşturma ve yargılamalarda delillerin toplanıp kısa sürede sürecin tamamlanması gerekir. Bilindiği üzere geç gelen adalet, adalet değildir. Ailenin ve kadının korunmasına dair uzaklaştırma tedbirlerinin yeterince işlevsel olmadığını ve uygulanabilirliği açısından kanunun iyileştirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Demir, “Bireysel silahlanma geniş kapsamlı bir konu. Belirli şartları taşıyan kimseler bu imkândan faydalanabilmekte. Doğrudan olmasa da dolaylı olarak etkisi olabilir. Sonuçta her olayın kendine özgü bir hikâyesi var. Silahlı olsun veya olmasın kadına şiddetin her türlü şekilde önlenmesi ve bu konuda çalışmalar yapılması gerekmektedir” dedi.

Editör: Haber Merkezi