GÖNÜL SOYOĞUL - Üç dönem belediye başkanlığı yapıp, 2019 yerel seçimlerinden sonra çekildiği kendi dünyasında birkaç kez konuşmuşluğumuz oldu Aziz Kocaoğlu ile… Daha çok günlerinin nasıl geçtiği ya da ülkenin genel gidişatı hakkında. İzmir ile ilgili konuşmayacağını, en azından o görüştüğümüz sürelerde konuşmayacağını bildiğim, o da öyle hissettirdiği için üstelemedim, hak verdim, konuşmama tavrına, suskunluğuna saygı duydum.

Ne zaman ki Çeşme Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesinin sınırlarının yeniden belirlenmesine ilişkin Cumhurbaşkanı Kararı’nın iptali hakkında; İzmir Tabip Odası, İzmir Barosu, TMMOB İzmir İKK, EGEÇEP Derneği ve yüzden fazla yurttaşla birlikte açılan davanın keşfi için kamuoyunu bilgilendirmek ve 'talan projesi'ne tepki göstermek amacıyla yapılan ortak basın açıklamasında gördüm; 'demek ki artık konuşma zamanı' dedim.

Aradım, tahminim de beni yanıltmadı, sözleştiğimiz gibi Çankaya'da ofis olarak kullandığı büroda buluştuk.

Ülke ile ilgili kaygılarla başlayan sohbetimiz, kayıt cihazını çalıştırdıktan sonra İzmir üzerine oldu. Önceliğimiz tavrını net olarak gösterdiği Çeşme Projesi üzerineydi, sonra kalan zamanda yine İzmir'le ilgili devam etti.

Bu süre içinde her cümlesine özen gösterdi, son derece temkinli cevaplarla konunun sapmaması, polemik yaratmaması için bazen aynı cümleyi birkaç formatta tekrarladı.

Bu kentin polemik olsun diye değil, gerçek tartışmalara, aydınlanmalara, ‘ben yaptım oldu’ değil, görüş alışverişlerine ihtiyacı olduğunun altını çizerek uzun sohbetimize davet ediyorum sizi...

Uzun süredir sessizdiniz ama son zamanlarda iki önemli çıkışınız oldu. Biri CHP İzmir İl Danışma Kurulu’ndaki Körfez ile ilgili uyarınız, diğeri de İzmir'e bir İzmir daha ekleyeceği söylenen Çeşme Projesi hakkındaki tavrınız. Büyük bir gizlilikle sürdürülen, İzmir'in anlayamadığı ne olup bittiğinden habersiz olduğu ama hem kentin hem yarımadanın kaderini değiştirecek bu proje hakkında sessizliği bozan ilk İzmir Milletvekilli Aytun Çıray oldu. Çeşme Projesi’ne karşı açılan davada gereken bilirkişi ücreti için oluşturulan imeceye katkıda bulunmuştunuz siz de epey öncesinde.

Evet katkıda bulundum, tavır olsun diye katkıda bulundum.

‘YARIMADA ÖZEL BİR YER’

Çeşme Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesinin sınırlarının yeniden belirlenmesine ilişkin Cumhurbaşkanı Kararı’nın iptali hakkında açılan davanın keşfi için kamuoyunu bilgilendirmek ve 'talan projesi'ne tepki göstermek için yapılan ortak basın açıklamasında gördük sizi. Çeşme Projesi hakkında ne biliyorsunuz, ne kadarına vakıfsınız? Nasıl ve neden bu tavrı gösterdiniz?

Çeşme Projesi hakkında hiçbir şey bilmiyorum, bilgim basından okuduğum kadarıyla. Yarımada 171 bin hektardır, bunun bir kısmı Çeşme'nindir. Şu andaki yerleşim alanının sanıyorum iki katı, üç katı büyüklüğünde bir alan turizm şemsiyesi altında plan yapılarak inşaata açılmak istenmektedir, bildiğimiz bu kadardır. Şu kadar konut olacak, şu kadar otel olacak, şu kadar golf sahası olacak, vs vs. Tabii ki çok da büyük bir AVM olacak, bu kadarını biliyoruz. Çeşme özeline girmeden önce, planlama konusunda benim bir değerlendirmem var.

Belediye başkanının nasıl yürüdüğü, kişiliği, karakteri, hayata bakışı insana bakışı, çevreye bakışı, ülkeye, kente bakışı planlamada belli olur, yani imarda başlar, imarda biter. Eğer görev sürenizde doğru imar çalışmalarını, aklın, bilimin rehberliğinde ve evrensel ahlak kurallarına uyarak yaptıysanız, bunu bilim insanları ile tartışarak çözdüyseniz yahut çözemediyseniz ona göre belediye başkanının karnesi ortaya çıkar. Ve o karne ile İzmir'in tarihine geçersiniz. Onun için de planlama konusunda son derece hassas davrandım. Ben 15 yıllık belediye başkanlığım süresince Yarımada'da 1 metrekare yer imara açmadım. Ha eskiden açılmış, alınmış kararlar vardı. Mevzi imar planları vardı. Bazı belediyelerimizin yüzde beşle, yüzde yediyle açtıkları yerler vardı. Bunlar kazanılmış hak olduğu için hiçbir kazanılmış hakka da dokunmadım. Ama kendim açmadım. Yarımada özel bir yer.

Niye açmadığınızın cevabı bu sanırım...

Yarımada korunması gereken bir yer. Ve Yarımada hem Türkiye'nin hem de dünyanın tabii ki İzmir ve Ege'nin çok ender bir coğrafyası. Ender bir kara parçası. Karaburun'u, Seferihisar'ı, Çeşme'si, Balçova'sı, Narlıdere'si, Urla'sı ve Güzelbahçe'si ayrı. Yani yedi ilçeden oluşuyor. Hepsinin ayrı zenginlikleri, farklı güzellikleri var.

KALKINDIRMA ÇALIŞMALARI

Belediye başkanlığınız döneminde Yarımada için bazı kararlar alındığını, bazı iyileştirmeler yapıldığını hatırlıyorum.

Biz ilk defa Yarımada nasıl kalkınır diye bir projeyi bürokrat arkadaşlarla çalıştık. Bürokrat arkadaşlar, 'Biz zaten 1/25000'lik planı yapıyoruz, bu yarımada planı nereden çıktı' diye sordular. Ben de onlara "Ben planla uğraşmıyorum, o ayrı. Yarımada nasıl kalkınır, neler yaparsak nasıl bir yol haritası, nasıl bir stratejik plan yaparsak yarımadayı kalkındırabiliriz?" diye sordum. Sonra bir yarışma açtık, 'Yarımada nasıl kalkınır' konulu...

O yarışmaya birçok kişi katıldı. En derli toplusu da bir öğretim üyesi arkadaşımızın ekibi ile yaptığı çalışmaydı, birinci oldu. 2’nci ve 3’üncü olanlar vardı, 5 tane de mansiyon verdik. Bunları kitap haline getirdik. Ve tabii ki öyle büyük bir alanın, 171 bin hektarlık alanın derinlemesine inilmesi ve bunun stratejik bir plan haline getirilmesi gerekiyordu. O zamanlar Çeşme ve Karaburun, Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı olmadığı için biz ihaleye çıkamadık. Bu öğretim üyeleri Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nden arkadaşlardı. Büyükşehir Belediyesi olarak Karaburun ve Çeşme için para harcama yetkim olmadığından, Yüksek Teknoloji Enstitüsü döner sermayesi ile bir protokol yapamadığımız için onlara veremedik. İzmir Kalkınma Ajansı'nda (İZKA) o zamanki valimiz Cahit Kıraç Beyefendi ile konuştum, birlikte karar verdik, ikna ettim. İZKA Yarımada Kalkınma Stratejik Planı'nın ihalesine çıktı. Yani valimiz görev verdi diyelim. Çünkü bir ihale olmadı. Üniversite ve belediye çok güzel bir çalışma yaptı. O çalışma çok değerli bir çalışmadır. Ve Türkiye'de örneği de yoktur. İşte bağ yolu, zeytin yolu, organik pazarlar, köy pazarları, tarihi ören yerleri yolları, tabelaları yaptık, yürüyüş yolları, bisiklet yolları gibi Yarımada'yı ayağa kaldırmaya çalıştık. Ören yerlerinin kazısının devam etmesi için Büyükşehir Belediyesi her türlü katkıda bulundu. Ve o çalışmalar devam ediyor. Şimdi Çeşme'nin nüfusu yazın şu kadar milyon falan denir. Ama o milyonlar böyle her yere sığmaz.

‘KENT BUNU SİNDİREMEZ’

Yani biraz abartı mı var nüfusla ilgili açıklamalarda?

Evet var. Yatak sayısı var, oradan belli. Ev belli, ocak belli. Yani Çeşme'nin nüfusu şu anda 45-50 bin civarında. Şimdi burada öngörülen yerde, işte yetmiş beş bin yatak kapasiteli oteller, efendim yetmiş beş bin çalışan toplam yüz elli bin kişi. Bir ilçenin üç katı bir nüfustan dolayısıyla bir inşaattan ve bir büyümeden bahsediyoruz. Bunu elli bin nüfuslu bir kent sindirebilir mi? Yani dünyanın herhangi bir yerinde, böyle bir iş yapılmış mıdır? Böyle bir şehircilik uygulaması, planlama uygulaması olmuş mudur?

Bunun her şeyini hazırlarsınız, dilersiniz bir bozkırda yaparsınız belki. Paranız varsa yeni bir kent kurarsınız vs. vs. Ama bu kentte, bu coğrafyada yüksek yapı olmaması gibi konular var. Üç bin kişilik, üç bin yataklı otelden bahsediliyor. Üç bin yataklı otel, gökdelen demek. Dikey değil de yatay olacaksa çok büyük bir alana ihtiyaç var.

Şimdi su problemi var. Birçok problem var. Altyapı hazır mı? Bunların hepsini doğru bir planlamayla, merkezi hükümetin ve büyükşehir belediyesinin çözebilme kudreti vardır. Yani orada bir sıkıntı yok. Ama su yok. Sayın bakanın dediği gibi ters ozmozla yani deniz suyunun arıtılmasıyla da olmaz, maliyet çok yüksek. Biz merkez suyu zaten Urla'ya kadar götürdük. Yani merkez suyu dediğimizde tüm su kaynaklarının birleştiği, birbirini desteklediği bir sistem var İzmir'de. Tahtalı Barajı'nın suyunu Çiğli'ye de verebiliyoruz. Çullu ve Sarıkız Manisa'dan, Akhisar'daki kuyulardan çıkarttığımız suları Buca'ya da Konak'a da Karabağlar'a da verebiliyoruz, öyle bir sistem. O sistemi oluşturduk. Su çözülür. Zaten Urla'ya kadar getirdik biz o ana suyu. Su problemi çözülür, diğerleri de çözülür ama bu sindirilemez.

‘GEREKTİĞİ KADAR BÜYÜMELİ’

Sindirilemez derken?

Bu bir kaos yaratır. Yani her insanın, her kentin taşıyabileceği bir ağırlık vardır. Şöyle söyleyeyim ki benim için çok önemlidir. Başta Faik Başkan olmak üzere, arkasından gelen başkanımıza da ben çok büyük minnet borçluyum. Kent adına, ülkem adına. Çeşme gibi en gözde turistik beldelerden bir tanesine mafyayı sokmadılar. Aşağı doğru inelim. Hangi turistik bölgeye bakarsanız bakın oralardaki ekonominin, oralardaki eğlence sektörünün, yenileşme sektörünün kimlerin elinde olduğunu, kimlerin cirit attığını zaten hepimiz biliyoruz. O bölgelerimiz, ilçelerimiz bugün o kadar çok yapıya açıldı, o kadar çok yoğunluk oldu ki turistik belde olma hüviyetini kaybetti. Bir turistik belde farklı bir şekilde büyütülmeli. Sindire sindire gerektiği kadar büyütülmeli.

Sayın Turgut Özal başbakan olduğunda, turizmde gerçekten çok büyük bir hamle yaptı. Arazisinden, teşvikine varan çok büyük desteklerle Antalya sahilini, güneyi beş yıldızlı otellerle donattı. Çok büyük yatırım yapıldı devlet desteğiyle. Ve bugün o otellerin büyük çoğunluğu yapanların elinde kalmadı. El değiştirdi. O oteller gerektiği şekilde para kazanmadı. Oteli belirli bir zaman içerisinde yenilemek gerekir. Yenilemede bu oteller satıldı. O parayı kazanamadı. Otel sayısı çok olunca oteli doldurabilmek için her şey dahil sistemine girdiler. Her şey dahil sistem bana göre mahsurlu ve ülkenin turizm kalitesini düşüren bir sistem. Esnafı bitiren bir sistem. Sade esnafı değil, turizmciyi de aşağı çeken sistem. Gelen turistlerin niteliği düştü. Hem çok ucuz olduğu için oteller para kazanamadı. O güzelim devlet desteğiyle, özel sektör desteğiyle yapılan oteller ne oldu? Yaklaşık herhalde bir otuz sene falan oldu. Otuz senedir bunlar para kazanmıyorlar, el değiştiriyor, niye? Ucuz satıyoruz. Şimdi turist sayısının artması çok önemli bir kriter. Ama her gelen turistin ülkede tek başına, turist başına düşen gelirin artması daha önemli bir kriter, daha ekonomik bir kriter. Biri sayı gösteriyor, öbürü niteliği gösteriyor. Birisi kalabalığı gösteriyor, öbürü para kazanmayı, gelir sağlamayı gösteriyor.

Çeşme özeline dönersek... Bu projenin bu kadar gizlilikle yürütülmesini neye bağlıyorsunuz? Urla kayyumla yönetildiği için ses beklenmiyor. Ama Çeşme, Seferihisar ve İzmir Büyükşehir Belediyesi'nden de ses yok. Aytun Bey'in söylediği "Anlatın, iyi bir şeyse biz de savunalım" çıkışı çok haklı. Ne olduğunu gerçekten bilmiyoruz. Bu kentin üç dönem belediye başkanlığını yapmış bir insan olarak projeyi siz de bilmediğinizi söylüyorsunuz. Bu işte bir iş yok mu yani?

Şimdi burada ne Tunç Bey’i ne Ekrem Bey'i iki belediye başkanımızı da bilgi aktarılması konusunda eleştirmek doğru değil. Çünkü onların da bizim bildiğimizden, basında çıkandan fazlasını bildikleri kanaatinde değilim.

‘ARAZİ SATMA PROJESİ’

Nasıl yani? Belediye başkanları, Turizm Bakanı'nın başkanlığındaki tüm toplantılara katılıyorlar; emin misiniz projeyi bilmediklerinden?

Kesin bilmiyorum ama kanaatindeyim. Edindiğim izlenim o. Bu proje, arazi satma projesidir. Finansmana da ihtiyaç yoktur. Binlerce dönüm arazinin turizm vesaire nedenlerle satılması işidir. İşte otel, rezidans, AVM, golf sahası vesaire. Bunlar Çeşme'ye yapılmalı mıdır? Belirli oranda yapılmalıdır. Bugün İspanya, İtalya turizmden en fazla pay alan ülkeler. Artık büyük otel turizmi bitmiş durumda. Belediye başkanlığından önce hemen hemen her sene şubat tatilinde çocukları ben götürürdüm Antalya'ya. Hiç beş yıldızlı otelde kalmadım. Kaleiçi'nde düzgün bir pansiyondan yer ayırttırdım. Ören yerlerini, tarihi yerleri geziyorduk çocuklarla. Şimdi artık para bırakacak turist butik yerler arıyor. Lezzet arıyor. Organik, otantik, aile işletmesi yani kendi evinde hissedecek, rahat edecek. İşte aşçısıyla konuşacak yahut özgün bir şey söyleyecek. Otelin sahibi, beyefendiyle, hanımefendiyle oturacak, belki sohbet edecek. Bir şeyleri paylaşacak. Kültürel alışveriş yapacak. Bunları istiyor. Yani evi gibi istiyor. O nitelikte yerlerin yapılması gerekiyor. Aile işletmeleri, küçük butik işletmelerin desteklenmesi gerekiyor.

Yarımada'nın dokusunu Antalya örneğiyle kıyaslamak için verdim. Eğer öyle çok büyük bir şey yaparsanız her şey dahil gibi bir sisteme girersiniz. O da hem para kazandırmaz hem dokuyu bozar. Bir de bunun temizliği, arıtması bile bir maliyettir. Derttir. Bunun karşılığında ne alıyorsunuz?

‘MALIMIZ UCUZA GİDECEK!’

Bunlar pekala tartışmaya açılabilir konular, hala gizliliğe açıklık getirmiyor bunlar...

Şimdi bu gizli kapaklı götürülen işler, basından izleyebildiğimiz kadarıyla bir arazi satıp hazineye gelir getirme projesidir. Başka hiçbir anlam ve hiçbir yorum getiremiyorum. Bunları kimler alacaktır? Nasıl alacaktır? Kaç paraya alacaktır? Değeriyle mi satılacaktır? Değersiz mi satılacak, ucuz mu satılacaktır? Dövizle mi satılacaktır? TL ile mi satılacaktır? Bu konularda ayrıca bilinmezlikler vardır ve bu kadar büyük bir arazi satışa çıkartıldığında, bu satışın ülke menfaatine, yani değerini bularak, maksimum faydayı sağlayarak yapılabileceği kanaatinde değilim. Yani bunun bir şekilde bir yerlere, dünyaya olur, Türkiye'ye olur ucuz el değiştireceğini, hazine malının, hepimizin malının yani seksen üç milyon vatandaşın malının ucuza gideceği kanaatindeyim.

Mesela çok enteresandır. İşte Çeşme'ye gidip geliyorum. Yeşile boyanmış bir doğal yaşam köprüsü yapıldı, dikkatinizi çekti mi bilmiyorum. Altı şerit, üç gidiş üç geliş. Buradan güya hayvanlar karşıdan karşıya geçecekler. Bunların karşıdan karşıya geçmesi için altı şeritli yol mu gerekiyor? Acaba bu altı şeritli köprü niye yapıldı? Yoksa oraya yapılacak 6 şeritli yolun bir bağlantısı mı? diye düşünmeden edemiyorum. Çünkü devamlı gidip geliyorum Çeşme'ye ve dikkatimi çekiyor.

Bir daha söylüyorum, kesinlikle bu projeye karşı çıkılması gerekir. Ben Çeşme'ye bir şey yapılmasın demiyorum. Doğayla Çeşme'nin de İzmir'in de kültürüyle uyumlu sindire sindire yapılabilecek projeler mutlaka yapılmalıdır. Yani menfi bir görüşüm yok. Aman bu yapılmasın, bu yanlış diye de bir şeyimiz de yok. Ama bu proje karşı çıkılmayacak bir proje değil. Bu planlama karşı çıkılmayacak bir planlama değil. Bakın her taraf, bütün büyük kentler imar rantıyla nasıl yağma edildi.

İzmir'in benden evvelki belediye başkanlarını da burada saygıyla, vefat edenleri de rahmetle anmak gerekiyor. İzmir kendini korudu. İzmir yaşam biçimini korudu. Bunu İzmir'in kadınlarına borçluyuz. Onların yaşam felsefesini korumalarına, direnmelerine ve sahip çıkmalarına borçluyuz. İmarda da aynı şey. İzmir seksen vilayetten farklı bir kent. Duyarlı bir kent. İzmir'de belediye başkanlığı yapmak, yöneticilik yapmak kolay değil. Herkes konuyla ilgileniyor. Herkes soruyor, sorguluyor. Sadece ve sadece şeffaf, aklın ve bilimin rehberliğinde ve tekrarlıyorum evrensel ahlak kurallarına uyarak çalışırsanız, paylaşırsanız ancak bu kenti sağlıklı yönetebilirsiniz. Bunu bu şekilde değerlendirmek ve Yarımada'yı ve İzmir’imizi göz bebeğimiz olarak korumak durumundayız.

SOYER VE ORAN NEDEN SESSİZ?

Şimdi belediye başkanlarının da projenin detaylarını bilmediğini varsayalım. Bu işin içinde STK'lar var. Yani Ticaret Odası gibi, Sanayi Odası gibi, yüksek üye sayısına, iş insanına sahip odalar var. Ve bu konuda hiçbir tartışmanın yapılamaması, yani en azından ortadaki projenin tam olarak biraz önce anlattıklarınız çerçevesinde çizilmemesi karşısında ne yapılabilir? CHP milletvekillerinden de ses yok. Ama CHP, Kanal İstanbul konusunda sessiz değil, sürekli gündemde tutuyorlar, itirazlarını dile getiriyorlar. Ama İzmir'de, İzmir'in Kanal İstanbul'u diye adlandırılan, biraz önce sizin de çizdiğiniz endişeler doğrultusunda hiçbir CHP'li vekilden ses çıkmıyor; sizce bu tuhaf değil mi?

Şimdi bana denebilir ki on beş yıl sen bu konuda ne yaptın? Onlar, yaptıklarım belediyenin arşivinde mevcut. Hukuk işlerinde de mevcut. Planlama birimimizde de mevcut. Biz birçok uygunsuz konuya dava açtık. Ve birçoğunu kazandık. Son dönemde, adaletteki bu gelişme, menfi gelişme diyelim, menfi gelişmeden sonra davaları kaybetmeye başladık. Ben on beş yıl içerisinde planlama bürokratlarıyla çalışmadan ya ben onları ya onlar beni ikna etmeden, sonuca varmadan, hiçbir konuyu ne kamuoyuna açıkladım ne meclise getirdim. Önce konuyu pişirdik. Kendi aramızda hallettik, ondan sonra meclise getirdik.

Son zamanda bürokrat arkadaşlara, "Ya arkadaşlar buna dava açmamız gerekiyor değil mi" diyordum. "Tabii dava açmamız gerekiyor ama başkanım kaybederiz. İşte mahkemelerin durumu malum kaybederiz" diye çocuklar çekinerek söyleniyorlar. İş o noktaya geldi. Diyordum ki; tamam kaybedebiliriz ama biz buna karşı olduğumuzu, bunun yanlış olduğunu nasıl anlatacağız? Tarihe not düşeceğiz. Tarihe not düşmek için dava açacağız. Çoğu davayı öyle açtık. Kazanılır, kaybedilir. Ama Büyükşehir Belediyesi'nin birimlerinin bu gidişe, bu çarpıklığa karşı duruşunun bir belgesinin olması lazım. Kanal İstanbul da aynı şeydir onu söyleyeyim. Orada belediye başkanımız Ekrem İmamoğlu son derece atak ve dik duruyor. Tunç Soyer başkanımız ile Ekrem Oran başkanımız da ortada bir şey olmadığı için sessiz kalıyorlardır. Ortaya bir şey çıktığında onlar da gerekli karşı çıkışı, eleştiriyi yahut hukuki yola gitmeyi deneyeceklerdir.

‘YENİLEMEYE KARŞI OLMAK BENCE ÇEVRECİLİK DEĞİLDİR’

Süremizin yarısını tamamladık, diğer sorulara zaman kalması için nokta koyarsak bu konuya, son olarak ne söyleyebilirsiniz?

Şimdi bir de şu konuya bu çerçevede değinmek istiyorum. Bizde çevrecilik, koruma çok enteresan bir şekilde gelişti. Efendim yapmayalım. Yapılmasın, ellenmesin, korunsun. Bu hayatın akışına aykırı. Değişime, gelişmeye aykırı, kapalı. Hiç unutmuyorum. Çok da enteresandır. Fuar projesini İlhan Tekeli Hoca'nın ki şehircilik konusunda otoritedir Türkiye'de. Onun başkanlığında birçok meslek, mimarlar vesairesi, sanat enstitüleri, çalışmasından çıkarttığımız ve maketini yaptığımız Kültürpark'ın dönüşümü projesine karşı çıktılar. Karşı çıkanlar Pakistan Pavyonu'nda yaptığımız maketi görmeye gelmediler. Çağırdık, davet ettik. Gelmediler. Yani gelişime karşı olmak, yenilemeye karşı olmak tedavi etmeye karşı olmak bence çevrecilik değil. Bir örnek vereceğim. Homa dalyanı sığlaşmıştı. Balık giremiyordu. Ve Kuş Cenneti ki en büyük beslenme alanıdır. Dalyan ile birlikte Kuş Cenneti de tehlikeye gitmişti. Hem Kuş Cenneti'nin yolunu stabilize doğal malzemeyle yaptık. Hem de yapay suni flamingo adası yaptık. Hem de Homa Dalyanı'nda çizilmiş proje çerçevesinde belli derinleştirmeler yaparak, yani balıkların sıcaktan kaçacağı yerleri yaparak, arada kanallar yaparak tekrar yaşamasını sağladık. Şu anda ciddi bir balık üretimi var. Balık üretiminden de öte hem Kuş Cenneti'ni hem de Homa Dalyanı'nı kurtarmış olduk. Orada Kuş Cenneti'nden dolayı sit alanı olan çok büyük araziler vardır. O araziler birilerinin elindedir. Kuş cenneti yok olursa o araziler büyük ranta dönüşecektir. Bu konuda afaki konuşmuyorum. Belediye başkanlığım döneminde yaşadığım birçok olaydan bildiğim için söylüyorum. O zaman da itiraz ettiler bize dokunmayalım diye. Dokunacağız. Ama doğru dokunacağız. Bilimsel çalışmalarla genel mutabakat kurarak, konunun uzmanlarının gösterdiği yolda, planıyla, projesiyle ÇED raporuyla dokunacağız. Dokunmayalım bırakalım. Ölsün mü? Biz hasta olduğumuz zaman doktora gitmiyor muyuz? O çevre de hastalanmışsa, orada bir problem varsa onu tedavi etmek durumundayız. Rehabilite etmek zorundayız. İyileştirmek durumundayız. Yaşatmak durumundayız.

YARIN DEVAM EDECEK:

-İzmir niye kokuyor?

-Körfez projesiyle ilgili Başkan Tunç Soyer'den hangi ricada bulundu, niçin?

-Konak'ta Zorlu gökdeleni hakkında ne diyor?

-İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin bürokrasisi zayıf mı, Aytun Çıray'ın iddiasına ne cevap verdi?

-İzmir Büyükşehir Belediye binası yıkılmalı mı?

Editör: Haber Merkezi