Geçtiğimiz hafta Brezilya Donanması’na ait São Paulo adlı geminin İzmir'de sökümüne bakanlığın izin verdiğinin ortaya çıkmasının ardından gemi sökümünde açığa çıkan asbest ve diğer kanserojen maddeler nedeniyle işçilerin karşı karşıya kaldığı riskler yine gündeme geldi. Uzmanlar peş peşe uyarılarda bulundu, İzmirliler tepkilerini ortaya koydu. 

Söküm işçilerinin karşı karşıya kaldığı kanser riski, bir haftadır Türkiye gündeminde ama bir köy var ki, kanser, yıllardır hayatlarının bir parçası olmuş. Gemi söküm işletmelerinin yoğun olduğu İzmir Aliağa'ya bağlı Horozgediği Köyü'nün nüfusu, 3 binden 298'e düşmüş. Ve köyde yaşayanların neredeyse tamamı kanserle mücadele ediyor. Biz de bu köye gittik ve 60 yıldan uzun süredir kanserle mücadele eden köylülerin hayatlarını kendi ağızlarından dinledik.

BALIK KASABASINDAN SANAYİ MERKEZİNE UZANAN BİR KÖY 

Horozgediği Köyü, 3 bin nüfuslu bir balıkçı kasabasıyken 1961 yılından sonra bölgeye kurulan sanayi tesislerinin ardından hem çehresi hem de kaderi değişmiş. Artık köyün dört bir yanı demir-çelik, petro kimya ve gübre fabrikalarıyla çevrili. Köye girdiğinizde havada asılı duran ağır lastik ve yanık kokusu da dikkat çekiyor. 

Ve köylülere kulak verdiğinizde çevre tahribatının insan sağlığına etkilerine de şahit oluyorsunuz. 

Sanayi tesisleri kurulduktan sonra köyde, kanser ve astım gibi birçok hastalık görülmeye başlanmış. Önceleri kendi halinde sessiz sakin bir hayat sürdüren köylüler, şimdilerde hayatta kalmak için savaşıyor. Köydeki her 10 kişiden 8’i kanser. En çok da akciğer kanseri vakaları görülüyor. Aliağa’daki sanayi tesislerinden kaynaklanan hava kirliliği, sorunun daha da kötüleşmesine neden oluyor. Köyün gençleri, baba ocaklarını çoktan terk etmiş. Gidecek yeri olmayanlar ise köyde yaşama telaşına düşmüş. Seslerini duyuramamanın sancısını yaşayan köylüler, yetkililerin ilgisizliğinden de dertli.

‘BU KÖYDE KANSER OLMAYAN VAR MI?’

Köyün hemen girişinde bir kahvede oturan insanların yanına gidiyorum. İzin isteyerek oturduğum masada bulunan Ahmet Yıldırım, köyde kanser vakalarının yaşandığına ilişkin bir duyum aldığımı sorduğumda, “Bu köyde kanser olmayan mı var” yanıtını alıyorum. O andan itibaren de konuştuğum herkesin kanserle mücadele ettiğini öğreniyorum. 67 yaşındaki Ahmet Yıldırım, diğer köylüler gibi akciğer kanseri tedavisi görüyor. Babasını da mide kanserinden kaybeden Yıldırım'ın şu an tek korkusu çocuklarının aynı hastalığa yakalanması:

“Kahvede oturan insanların büyük bir kısmı kanserle mücadele ediyor. Köyümüz, fabrikaların arasında sıkışıp kaldı. Üstelik mantar gibi her gün bir yenisi ekleniyor. Hurda, geri dönüşüm, demir-çelik fabrikaları gibi fabrikalarla bir arada yaşıyoruz. Fabrikaların atıkları ileri mevkide bir vadide biriktiriyor. Tabii rüzgar olduğunda o atıkların hepsi üzerimize geliyor ve biz onu soluyoruz. Yani kaçma şansımız da yok, mecburen bu pis havayı teneffüs ediyoruz.”

‘CENNET GİBİ BİR YERDEN YAŞANMAYACAK BİR YERE DÖNDÜ’

Yıldırım, uzun yıllar taşımacılıkla uğraşmış. 11 yıl gemi söküm işletmelerine taşımacılık yapan Yıldırım, sanayi tesislerinin kurulmasıyla çevrede yaşanan dönüşüme ilk elden şahitlik etmiş: 

“Oranın durumunu da bura gibi iç açıcı değil. Ama yıllar önce fabrikalar yokken, burası Türkiye’nin en güzel yerlerinden biriydi. Cennet gibiydi ve ağaçlardaki meyveler buram buram kokardı. Ama bitti. Artık burası yaşanamayacak bir yer haline geldi.”  

‘TOPRAKLARIMIZI FABRİKALARA SATTIĞIMIZ İÇİN ÇOK PİŞMANIZ’

Yıldırım’ın bunları söylediği esnada yan masadan bir kişinin itirazı yükseliyor; “o zaman topraklarını fabrikaya satmasaydın” diyor. Yıldırım’ın yanıtı ise pişmanlığını dile getirmek ve "keşke yıllar öncesinde böyle bir hata yapmasaydım" oluyor. 

Pişman olan tek o değil elbette. Köylünün en büyük pişmanlığı yıllar önce arazilerini fabrika sahiplerine satmış olmaları. Yıldırım da bunu dile getiriyor: 

“Paranın sağlık yanında bir değeri yokmuş. Keşke topraklarımızı zamanında vermeseydik. Ama maalesef olay bitti. Biz sanayiye karşı değiliz ama bilinçli bir şekilde yapılmasını istiyoruz. Burada gece olduğunda sesler sarıyor her tarafı.”

‘BİLE BİLE İNTİHAR ETMEK OLACAK’

Ve söz kamuoyunda 'asbest bombası' olarak bilinen Brezilya gemisine geliyor. Brezilya’dan gelecek savaş gemisinin Türkiye’de söküm işleminin yapılmasına da tepki gösteren Yıldırım’a göre bu karar intihar etmek demek: 

“Bizim devletimiz var, almasınlar kardeşim. Bu, bile bile intihar etmek olacaktır. Zaten bu haliyle kanserle savaşıyoruz, bir de gemi gelirse daha da zor olacak. Kanserojen madde taşımasına rağmen neden geliyor? İster 900 ton ister 9 ton olsun fark etmez. Sonuçta hepimize zarar verecek. Nasıl bir ülke burası, hayret ediyorum. Bu gidişle çocuklarımız da kanser olacak. Tek korkum çocuklarımın da hastalanması.” 

“Ne kadar yaşarız bilmiyoruz, gittiği yere kadar ömrümüzü tüketeceğiz” diyen Yıldırım, itiraz ettiklerinde müdahale edildiğini, sorunun, polisinden askerine herkesi ilgilendirdiğini belirterek, bu konuda ilgililerin bir şeyler yapmasını istiyor. 

'YÜZÜME BAK KIZIM, NE GÖRÜYORSUN?'

Sözlerini bitirdikten sonra Ahmet Yıldırım, bana kahvehane bahçesinin öbür ucunda oturan yaşlı birini işaret ederek, onunla da konuşmamı istiyor. 

Kanser vakalarını sorduğumda, 79 yaşındaki Remzi Okay önce şakayla cevap veriyor; “Yok canım ne kanseri” diyerek gülüyor. Ardında da soruyor; “Yüzüme bak kızım, ne görüyorsun?” 

Yüzündeki ameliyat izlerinden, yaşadığı sağlık sorunlarını tahmin etmek zor değil elbette. Ama cebinden çıkardığı küçük bir defteri gösteriyor. Hem gırtlak hem de cilt kanseri tedavisi gören Okay, kemoterapi tedavilerini not almış. Notlardan anlaşılıyor ki tedaviler 10 yıldan uzun süredir devam ediyor. 

VALİ'NİN KÖYLÜYE YANITI: GÜZEL YAPMIŞSIN AMA OLMAZ 

Ahmet Yıldırım, sözlerini pişmanlıkla bitirmişti, Remzi Okay'ın hikayesinde ise pişmanlıktan çok mücadele var. Bir taraftan kanserle mücadele ederken, bir taraftan da köylerini kurtarmak için mücadele etmiş. 

Komşularına, ileride yaşanacak tehlikeleri anlatmış ve köyün fabrikalara satılmaması için ikna etmeye çalışmış.  Sonunda da köylü harekete geçmiş. Yıllar önce termik santralin elektrik enerjisini ulusal şebekeye taşıyacak yüksek gerilim hattının köylerinden geçmesini istemeyen Horozgediği Köyü sakinleri, çalışmaların başlamasına tepki göstermiş ancak karşılarında jandarmayı bulmuş. 

“Onlara proje bile çizmiştim ama dönemin valisi güzel yapmışın ama olmaz dedi. Ben de bana masal anlatmayın dedim. Onlarca jandarma mensubu ile mücadele ettik ama sonuç değişmedi. Ankara kararı vermişti. Benim bir şeylerin düzeleceğine dair umudum da kalmadı açıkçası." diye özetliyor yaşadıklarını ve şöyle bitiriyor: 

"Bizden bir cacık olmaz, olsa da hıyara yazık olur.”  

‘KÖYE GÖZ KOYDULAR’ 

Sonuç vermeyen mücadelesinin yarattığı umutsuzluktan belki de, Okay köyünün geleceği konusunda da karamsar. 

Fabrikaların, köylerinin dibine kadar girdiğini ve köye göz koyduklarını söyleyen Okay, “Onlar da burada artık kimsenin yaşamayacağını biliyorlar. Hatta dönüm başına bizden 200 lira isteyerek, topraklarımızı onlara satmamızı istiyorlar. Bugün 200 liraya ne geliyor? Ama onlar da biliyor artık köyümüzün beş para etmediğini. Önceden evimizin bahçesinde incir ağaçlarımız meyve verirdi, şimdi gelin bakın, üzerleri simsiyah. Erikler kömürden simsiyah olmuş” diyor. 

‘TREN GİTTİ, BOŞ’

Son pişmanlığın fayda etmediğini söyleyen Okay'ın son sözleri de umuttan çok uzak:  

“Artık ah vah etsek de olay bitti. Zamanında köylü bana destek verseydi böyle olmayacaktı. Şimdi köylü pişman ama pişmanlık fayda  etmiyor. Tren gitti, boş” 

DR. İNCİ KÖSEOĞLU: YOĞUN GAZ KANSER VAKALARINDA ARTIŞA YOL AÇIYOR

Köylülerin tanıklıklarını bir de bilimsel olarak değerlendirmeye almak için İzmir Tabip Odası Çevre Komisyonu ve Temiz Hava Hakkı Platformu üyesi Dr. İnci Köseoğlu ile konuşuyoruz. 

Horozgediği Köyü’nün yerleşim olarak İzdemir Termik Santrali’nin hemen dibinde ve aynı zamanda demir-çelik sanayinin merkezinde yer aldığını hatırlatarak başlıyor söze. Köyün ağır sanayi ve termik santral baca gaz emisyonlarından direkt etkilenir bir lokasyonda yer aldığını belirten Köseoğlu, “Yaşamı boyunca bu kadar yoğun gaz ve emisyona maruziyetin sonucu da kanser vakalarında artışa yol açmaktadır” diyor. 

‘ÖNLEM ALINMIYOR’

İnsan sağlığına ve çevreye etkisi bu kadar ağır ve net olmasına rağmen hem ölçümlerin hem de önlemlerin yetersizliğine dikkat çeken Köseoğlu, son dönemde çıkartılan yasalara dikkat çekiyor: 

“Ülkemizde, termik santrallerin halk sağlına etkilerini gidermek için önlemler almak yerine, bundan muaf tutan kanun maddeleri çıkartılıyor. Gerçek anlamda denetimlerin yapıldığını düşünmüyorum. Yapılsa idi oradaki işletmelerin hiçbirinin çalışması mümkün olamazdı. Önce ne olduğunu net bilmeliyiz, sonra bu durum için önlem almalıyız.” 

Köseoğlu'na göre Horozgediği Köyü’nde yaşananlar, yasal düzenlemeler ve önlemler alınmazsa başka yerlerde de gerçekleşebilecek facialara bir örnek: 

“Aliağa ve çevresinin hava kalitesini ölçecek bir cihaz konması için neredeyse 10 yıldır çaba verildi; artık bir yıldır hava ölçümü yapılıyor. Ama ölçüm değerlerinde, halk sağlığı açısından önem taşıyan birçok parametreyi göremiyoruz. Çünkü Aliağa ve çevresi, ağır sanayinin, rafinerilerin, demir çelik sanayi ve gübre fabrikalarının en yoğun olduğu, hava kalitesi açısından çok kötü bir bölge. Horozgediği Köyü, ağır sanayinin oluşturduğu kümülatif etkinin, katlanarak insan sağlığını nasıl etkilediğinin açık bir göstergesidir.”

*Haberde görüştüğümüz ilk kişinin ismi değiştirilmiştir. 

KAYNAK: ARTI GERÇEK- SEDA TAŞKIN

Editör: Haber Merkezi