AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yargı reformu kapsamında hazırlanan İnsan Hakları Eylem Planı'nı açıklaması ülkede gündeme otururken, Av. İnsan Hakları Hukukçusu ve İzmir Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Deman Güler, Gazete Duvar'a konuk yazar olarak, bu eylem planını değerlendirdi. 

İşte o yazı:

"İnsan Hakları Eylem Planı dün Külliye’de yapılan bir törenle Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından "yeni ve sivil bir anayasa yapmak" vurgusuyla kamuoyu ile paylaşıldı. Erdoğan, “İnsan Hakları Eylem Planı ile değişim ve reform iradesinin devam ettiğinin ve edeceğinin bir örneğinin sergilendiğini” ifade ettiği konuşmasında özgür birey, güçlü toplum; daha demokratik bir Türkiye alt başlığını taşıyan planın duyurusunu yaptı.

ABD Temsilciler Meclisi’nin Demokrat ve Cumhuriyetçi partilere mensup 170 kongre üyesinin Başkan Biden’a göndererek Türkiye’deki insan hakları durumuna dikkat çektiği 26 Şubat tarihli mektubun hemen ardından ilan edilen İnsan Hakları Eylem Planı, 2019 yılında duyurulan 11. Kalkınma Planı ve Yargı Reformu Strateji Belgesi’ni temel alıyor.

PLANDA NELER VAR, NELER YOK?

İnsan Hakları Eylem Planı 9 amaç, 49 hedef ve 374 faaliyetten oluşuyor.

Eylem Planı'nın 9 amacı, daha güçlü bir insan hakları koruma sistemi, yargı bağımsızlığı ve adil yargılanma hakkının güçlendirilmesi, hukuki öngörülebilirlik ve şeffaflık, ifade, örgütlenme ve din özgürlüklerinin korunması ve geliştirilmesi, kişi özgürlüğü ve güvenliğinin güçlendirilmesi, kişinin maddi ve manevi bütünlüğü ile özel hayatının güvence altına alınması, mülkiyet hakkının daha etkin korunması, kırılgan kesimlerin korunması ve toplumsal refahın güçlendirilmesi ile insan hakları konusunda üst düzey idari ve toplumsal farkındalık yaratılmasını öngörüyor.

Planda yer alan 11 temel ilke ise insanın, doğuştan sahip olduğu vazgeçilmez haklarıyla yaşadığını, devletin temel amaç ve görevinin, bu hakları korumak ve geliştirmek olduğunu belirtiyor. Söz konusu temel ilkelere göre insan onuru, bütün hakların özü olarak hukukun etkin koruması altında ve dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebepler temelinde hiçbir ayrımcılık söz konusu olmaksızın herkes hukuk önünde eşit olmalı.

Adli ve idari işleyiş; masumiyet karinesi, lekelenmeme hakkı ve ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkelerinin korunması, gözetilmesi ve güçlendirilmesi; hiç kimsenin, eleştirisi veya düşünce açıklaması nedeniyle özgürlüğünden yoksun bırakılamaması; bağımsız ve tarafsız yargı ile korunan hukuk devletinin, hak ve özgürlükler ile adaletin teminatı olarak her alanda tahkim edilmesi de Eylem Planı’nın dile getirdiği diğer bir takım önemli hususlar.

Buna karşın 128 sayfalık görece kapsamlı bir metin olmasına rağmen uzun yıllardır ayrımcılığa uğrayan Alevi toplumu ve son yıllarda giderek ötekileştirilen LGBTİ bireylerin hak ve özgürlükleri Eylem Planı’nda kendine tek bir sözcükle dahi olsa yer bulamıyor.

ON BİRİNCİ KALKINMA PLANI VE YARGI REFORMU STRATEJİ BELGESİ

Yukarıda ana hatlarına değindiğimiz İnsan Hakları Eylem Planı’nın içeriği kısaca böyle. Dolayısıyla insan haklarını dert edinmiş herhangi bir bireyin bu hedef ve iddialara kayıtsız kalması, bunlara burun kıvırması aslında pek de mümkün olmamalı. Ama peki gerçekten böyle mi? Büyük iddialarla ve doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından açıklanan bir insan hakları belgesine hak ettiği değeri vermiyor muyuz?

Bu soruların cevabı 2019 yılında yine Erdoğan tarafından açıklanan Yargı Reformu Stratejisi ile 11. Kalkınma Planlarında saklı. Bu iki metin İnsan Hakları Eylem Planı'nın temel iki belgesi olarak medya ile paylaşıldı. Dolayısıyla söz konusu belgelerin içeriğini ve ilan edildiklerinden bugüne yaşananları hatırlamak gerekiyor.

11. Kalkınma Planı’nda yasama, yürütme ve yargının hukuka bağlılığı, temel hak ve özgürlüklerin anayasal güvence altında bulunduğu, idarenin tüm işlem ve eylemlerinin yargı denetimine açık olduğu, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile kanun karşısında eşitlik ve sorumluluğun benimsendiği düzenlenmekteydi.

11. Kalkınma Planı ile hukukun üstünlüğüne dayanan, toplumsal düzene ve bireysel haklara saygıyı ilke kabul eden, Anayasada güvence altına alınan temel hak ve özgürlükleri koruyan ve güçlendiren, hak ihlallerine karşı etkin ve etkili bir şekilde mücadele yürüten yönetim anlayışının pekiştirileceği söyleniyordu. Buna göre ifade özgürlüğüne ilişkin mevzuat ve uygulama gözden geçirilecek, bireylerin hak ve özgürlük alanlarının geliştirilmesi yönünde düzenlemeler yapılacaktı. Gözaltı, tutuklama ve diğer koruma tedbirlerinin ölçülü bir şekilde uygulanması sağlanacak, hâkim ve savcıların atama, nakil ve terfi sisteminin nesnel, önceden belirlenmiş ölçütlere ve liyakate dayalı olarak geliştirilmesi mümkün kılınacaktı.

Yine 2019 tarihli olan Yargı Reformu Stratejisi ise söze insan haklarının vazgeçilmez bir parçasını oluşturan ifade özgürlüğü, demokrasilerin en önemli koşulu ve unsurudur diye başlayarak “son on altı yıllık süreçte ifade ve medya özgürlüğünün geliştirilmesine yönelik önemli adımlar atılmış ve başta Anayasa olmak üzere mevzuatta köklü değişiklikler yapılmıştır” demekteydi. Yargı Reformu Stratejisi’nde tutuklamanın bir cezalandırma aracı değil, ceza soruşturma ve kovuşturmalarının etkinliğinin temini için düzenlenmiş bir koruma tedbiri olduğunun da altı çizilmekteydi.

Peki, 2019 yılında açıklanan insan haklarına dair bu iki temel plan ve strateji belgesinin uygulamadaki karşılığı ne oldu? Özetle, en küçük muhalif sesin kısıldığı, gözaltı ve tutuklamaların keyfileştiği, baroların susturulmaya çalışıldığı, üst düzey bürokratların dahi yargıya talimat vermesinin olağan karşılandığı bir dönemde Anayasa Mahkemesi ve uluslararası yargı kararları dahi uygulanmaz hale gelmişken iki yıl önce açıklanmış belgelerin aradan geçen bu süre zarfında uygulamada hiçbir olumlu karşılığının olmadığını söyleyerek bu faslı kapatalım. Dün açıklanan İnsan Hakları Eylem Planı’nı da işte bu deneyimler eşliğinde ve AKP’nin insan hakları algısının eleştirisi ile beraber okuyalım.

EKONOMİK KRİZ VE İNSAN HAKLARI

İlk olarak söylemek gerekir ki bir ülkenin refah devleti olmasının ön şartının demokratik kurumları oturmuş, şeffaf, hesap verebilir bir devlet idaresi ve insan haklarını temel alan bir yönetim olduğunu içselleştirmeyen hiçbir yönetimin şu ya da bu gaye ile hazırlamış olduğu insan hakları eylem planları yurttaşın hak ve özgürlük sorunlarını çözemeyecektir.

Burada her şeyden önce hatırlanması gereken şey AKP iktidarının otokratik bir yapıda olup demokrasi ve insan haklarıyla pragmatik çıkar ilişkisi dışında bir alıp vereceğinin olmamasıdır. Bugün yaşanan ekonomik krizde uluslararası para piyasalarını memnun edecek makyaj nitelikli sözde açılım/planlar yapılması ancak günü kurtarma stratejisinin bir parçası olabilir. Yapısal reformu insan hakları paketiyle ülke ve dünya gündemine sokmaya çalışmak yaklaşık yirmi yıllık AKP pratiğinin dön dolaş aynı noktaya vardığının göstergesidir. Ancak, gücünü dar bir ekonomik çıkar grubundan alan iktidarın esasında şeffaf ve demokratik bir sistem ihtiyacı olmadığını bilmek bize AKP’nin açıkladığı eylem planının yok hükmünde olduğunu da anlatmaktadır.

Sürdürülebilir bir piyasa ekonomisinin olmazsa olmazı olan demokratik kurumlar AKP rejiminin ihtiyacı olmadığı ölçüde insan hakları gibi “yarı ütopik” kavramlar da Erdoğan iktidarı için ancak kendilerine siyasal manevra alanı yaratma amacının birer basit aracı olabilirler. Bu açıdan baktığımızda açıklanan İnsan Hakları Eylem Planı’nın daha en baştan ölü doğduğunu söylemekte de bir sakınca yoktur.

EYLEM PLANLARI HAK TEMELLİ SORUNLARIMIZI ÇÖZEBİLİR Mİ?

İnsan Hakları Eylem Planı’nın en büyük sorunu daha en baştan ülkemizdeki insan hakları sorunlarının varlığını inkâr edişinde gizli görünüyor. Bir süredir uluslararası insan hakları endekslerinde “özgür olmayan ülke” olarak kendine yer bulan ülkemizin kurumlarını “daha demokratik hale getirme” istenci dahi bu yanlış tespitin bir sonucu. Ülkede yaratılan keyfi, anti demokratik ve otoriter rejimin sınırlı çözüm önerileriyle “daha” demokratik hale getirilmesi esasında mümkün değil. Hastalığın teşhisi yanlış konulduğu için tedavisinde de yanlış yöntemler izleniyor.

Dün açıklanan İnsan Hakları Eylem Raporu’nun Avrupa Konseyi'nin İnsan Hakları Eylem Planının Uygulanmasını ve Raporlanmasını Destekleme Projesi’nin de bir çıktısı olduğunu, 1 milyon 200 bin Avroluk bu projenin AB ve Avrupa Konseyi tarafından fonlandığını, projenin de Eylem Planı’nın açıklandığı günden bir gün önce, 1 Mart 2021 tarihinde sonlandığını bu bağlamda not etmemiz gerek. Görülen o ki Avrupa siyasal kurumları yıllardır sürdürdükleri ve bir işe yaramadığı defalarca kanıtlanmış olan yöntemleri izleyerek AKP hükümetine demokratikleşme konusunda söz söyleyebileceği bir alan yaratmayı maharet sanıyorlar. AKP iktidarının kendisine çizdiği totaliter rotayı görmezden gelerek hâlâ atanmış yargıçları ve kamu görevlilerini eğitmekle Türkiye'yi demokrasi ekseninde tutacağını düşünen bu mantığın gülünçlüğü ayan beyan ortada. Demokratik muhalefetin güçlendirilmesi ve yerel yönetimlerin insan hakları alanına yaratıcı çözümlerle müdahil olması gibi alternatifleri düşünmek yerine yirmi yıl önceki siyasayı sürdürmek uluslararası toplumun insan hakları alanında düştüğü fikirsel acziyeti de açık bir biçimde gösteriyor.

O HALDE İNSAN HAKLARI SİYASETİ İÇİN ÇIKIŞ NEREDE?

Şu dönemde AKP iktidarının ekonomik kriz ve toplumsal sıkışmışlık haliyle mücadele etmesinin en önemli yöntemlerinden biri dünya kamuoyuna sunacağı sözde demokratikleşme açılımları gibi görünüyor. Yapısal reform adı altında iktidarı sürdürmenin bir yöntemi olarak İnsan Hakları Eylem Planı’nın gündeme getirilmesinin temel nedeni de bu. ABD Başkanı Biden ile daha en baştan gerilen ipleri gevşetmek için insan hakları alanında adım atılması gereği de bir diğer neden olarak göze çarpıyor. Ne var ki gerek yurt içinde ve gerekse uluslararası camiada mevcut AKP hükümetinin demokratik açılım vaadini ciddiye alacak kimse kalmadı. Zaten daha en başından İnsan Hakları Eylem Planı’nı iktidarlarını güçlendirecek bir anayasanın ilk adımı diye lanse etmeleri de AKP’nin insan hakları konusundaki samimiyetinin gerçek olmadığının net bir ifadesi.

Türkiye'nin insan hakları karnesinin düzelmesi ve demokratik kurumlarının sağlıklı bir biçimde inşası ne Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi gibi uluslararası örgütlerin desteğiyle ne de mevcut AKP hükümetinin sözde reform girişimleriyle başarılabilir. Çünkü ülkede insan hakları alanındaki gerilemenin esas sebepleri başta AKP'nin otoriter siyaseti olmak üzere AB ve Avrupa Konseyi gibi kurumların gerici, çağ dışı ve sorumluluk almaktan kaçınan yaklaşımlarıdır. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin evrensel standartlarda yaşandığı çağdaş bir Türkiye için esas çözüm demokratik toplumsal muhalefetin bir yönetim planı etrafında gerçek bir dönüşüm modeli oluşturması ve AKP'nin olası seçim yenilgisinin ardından gerçekçi ve yurttaşların ihtiyaçlarına derman olacak kapsamlı bir programı uygulamaya koymasından geçmektedir. Bu nedenle başta parlamentoda yer alanlar olmak üzere tüm siyasal partilere ve Türkiye insan hakları hareketine büyük iş düşmektedir. Sözün kısası, AKP’nin yarattığı karanlık tabloyu yine AKP’nin ürettiği bir İnsan Hakları Eylem Planı ile ortadan kaldırmak mümkün değildir.

Editör: Haber Merkezi