Sendika kısaca; işçilerin sosyal ve ekonomik çıkarlarını korumak ve geliştirmek için, işçiler tarafından kurulan anayasal bir kurumdur diye tanımlanır. Bu cümlede dikkat çeken iki şey var. Birincisi işçilerin haklarını savunmak ve geliştirmek için mücadele etmeleri gerektiğidir. İşçi bu mücadelesini daha fazla kâr elde etmek isteyen işverenlere karşı yapar. Bu mücadelede işverenlerin yanında kapitalist sistemin tüm araçları ve hükümetler yer alırken, işçinin bir araya gelerek sendikalar kurmasından başka seçeneği yoktur. Cümlede dikkat çeken ikinci şey ise sendikaların anayasal bir kurum olması. Anayasa’nın 51. maddesinde; çalışanların ve işverenlerin, üyelerinin çalışma ilişkilerinde ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın, sendikalar ve üst kuruluşlar kurma hakkına sahip oldukları hükme bağlanmıştır. Yani sendikalı olmak anayasal bir haktır ve bunu engellemek, yasaklamak anayasal hakkın engellenmesi, yasaklanması demektir. Buna rağmen sendikalaşmak isteyen işçiler işten atılmakta, iş yerlerinde baskı ve mobbinge uğramaktadırlar.

13 MİLYON İŞÇİ SENDİKASIZ!

Ülkemizde her geçen yıl işçi sayısı artmasına rağmen sendikal örgütlenme aynı hızla artmadığı gibi tam tersine etkisizleşmekte, zayıflamaktadır. Çalışma Bakanlığı’nın Ocak 2022 verilerine göre istihdamın içinde bulunan 15 milyon 294 bin işçiden sadece 2 milyon 189 bini sendikalı. Yaklaşık 13 milyon işçi sendikasız. Bu 13 milyondan fazla işçinin sendikalara üye olmamasının nedeni, hak ettikleri sosyal ve ekonomik refaha kavuştukları için değil elbette. Tam aksine bu işçilerin büyük bir kısmı hak ettiği ücreti alamamakta; yetersiz iş, güvencesiz ve sosyal haklardan mahrum olarak çalışmak zorunda kalmaktadır. Ne yazık ki ülkemizde sendikalı olmanın maliyeti hâlâ çok yüksek. Bu zorluklardan birkaçına kısaca değinelim:
Türkiye ekonomisi, 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile uygulamaya konan 24 Ocak kararlarıyla neo-liberal ekonomik düzene eklemlenmiştir. Küresel neo-liberal ekonomik düzen sermayeye sınırsız bir serbestlik tanırken emekçileri alabildiğine baskı altına almıştır. Ulus devletin yerini alan çok uluslu şirketler kâr oranlarını azaltan her faktörü etkisizleştirmiş ve ortadan kaldırmıştır. Neoliberal ekonomik politikalarla uygulamaya konan özelleştirmeler, taşeronlaştırma ve esnek çalışma modelleri sendikaları zayıflatmış, çalışanları ‘tam zamanlı’ ya da ‘yarı zamanlı’ diye parçalamıştır. İşçilerin büyük kitleler halinde çalıştığı fabrikaların yerini, değişim esnekliği olan küçük işletmeler almıştır. Ayrıca uygulanan neo-liberal ekonomik politikalar, sürekli kriz üreterek işsizliği, yoksulluğu derinleştirmiştir.  Şirketlerin acımasız rekabetine terkedilen piyasalar kâr oranlarını sürekli arttırırken, düzensiz ve kayıt dışı çalışma yaygınlaşmış ve işçi üzerindeki sömürü katmerlenmiştir. Uygulanan neo-liberal ekonomi politikalarının olumsuz koşullarına, Sendikalar Yasası’ndaki (6356) ve İş Yasası’ndaki (4857) eksikliklerin de eklenmesiyle birlikte ülkemiz ucuz ve güvencesiz iş gücü pazarı haline getirilmiştir.  

İş Yasası’nda (4857) iş güvencesi, belli koşullara bağlanmıştır. Bunlardan en önemlisi bu haktan işçinin yararlanabilmesi için altı aylık kıdemi olması gerekmektedir. İkincisi ise çalıştığı iş yerinde otuz veya otuzdan fazla işçi çalışıyor olmalı. Ülkemiz ne yazık ki, gelişmiş bir sanayiye sahip değildir. Piyasada orta ve küçük işletmeler çoğunluktadır. İş yeri büyüklüklerinin yüzde 85’inden fazlası otuz ve altı çalışanın bulunduğu yerlerdir. Bunun anlamı çalışan işçilerin büyük çoğunluğunun iş güvencesinden yararlanamamasıdır. Bu durum sendikalaşmayı önemli ölçüde etkilemektedir. 

BAKANLIK TEK BELİRLEYİCİ!

Sendikalar Yasası’nın (6356) sendikal örgütlenmeyi iş kolu esasına göre düzenliyor olması, çeşitlenen çalışma alanlarına cevap verememektedir. Çalışma Bakanlığı’nın tanımladığı iş kollarına dahil olmayan işlerde çalışanlar örgütlenmede zorluk yaşamaktadır. Ayrıca iş kolu tespitinde bakanlığın tek başına belirleyici olması, örgütlenme sürecini uzatmakta ve zorlaştırmaktadır. Ayrıca 6356 sayılı Sendikalar Yasası’nda sendika üyeliği e- devlet üzerinden yapılabilmektedir. Eski yasada işçi noter aracılığı ile üye olabilmekteydi. Yeni yasa bu konuda işçiye avantaj sağlamaktadır. Fakat bu da kendi içinde bazı sorunları getiriyor. Çoğu zaman sendikaya e-devlet üzerinden üye olan işçi, iş kolunu belirlemede sorunlar yaşayabiliyor.  İş kolunun ve o iş koluna giren işlerin neler olduğu konusunda bakanlığın tek başına yetkili olması da tartışmalı bir konudur. Türkiye’de Çalışma Bakanlığı’nın belirlediği yirmi iş kolu bulunmaktadır. Bakanlık bu iş kollarına giren iş yerlerini de belirlemede tek yetkilidir. Sendikalar açısından iş kolu tespiti önemli bir örgütlenme sorunudur.  

BARAJ BÜYÜK ENGEL

Sendikaların önündeki diğer büyük engel ise baraj uygulamasıdır. Bir sendikanın örgütlendiği iş yerinde toplu iş sözleşmesi yapabilmek için o iş yerinde yetkili olması gerekmekte. Bunun için de ülke genelinde o iş kolunda çalışan tüm işçilerin yüzde 1’ini örgütlemiş olması gerekiyor. Bu da yetmiyor iş yerinde çalışanların da yüzde 50+1’ini örgütlemiş olması gerekiyor. Eğer söz konusu yer işletme ise sendikaların işçilerin yüzde 46’sını örgütlemiş olması gerekiyor ki ancak o zaman toplu iş sözleşmesi için yetki alabilsin. Bu baraj engeli, sendikaların en önemli faaliyet alanı olan üyeleri için toplu iş sözleşmesi yapamamaktadır. Bu durum sendikaları etkisizleştirmekte ve işçilerin sendikalara üye olma talebini düşürmektedir. Sermaye karşısında tüm engelleri kaldıran hükümetler, sendikaların karşısına ikili baraj kurarak sendikal mücadeleyi açıkça engellemektedir.    

Bir ülkenin örgütlülük düzeyi o ülkenin demokrasisinin temel göstergesidir. İşçi hakları için örgütlenemiyorsa, halk yoksulluk ve işsizlik karşısında sesini çıkartamıyorsa, kadınlar öldürülmemek için sokaklara çıkamıyorsa, gençler ücretsiz çağdaş bir eğitim isteyemiyorsa ve özgürlük alanları gittikçe daraltılıyorsa böyle bir ülkede demokrasinin varlığından bahsedilemez. 

Tüm işçiler-emekçiler, işsizler, yoksullar, kadınlar, çocuklar için daha mutlu bir ülke kurmak daha fazla demokrasi istemek demektir. Hep birlikte bu talep etrafında mücadeleyi birleştirerek aydınlık bir Türkiye kurabiliriz. 

Editör: Haber Merkezi