İnsan var olduğu andan itibaren en büyük mücadeleyi yiyecek bulmak için vermiştir. İnsan nüfusunun artmasıyla birlikte bu mücadele daha da zorlaşmış ve insan yiyecek bulmak için uzun mesafeler kat ederek dünyaya hızla yayılmıştır. Avcılık – toplayıcılık ve nihayetinde tohum yetiştirmeye başlamasıyla birlikte insan artık yerleşik hayata geçmiş ve böylece medeniyetler kurabilmiştir. Araştırmalar buğdayın ilk ehlileştirilen yani ekilip toplanan tohum olduğunu göstermektedir. Yaklaşık 12 bin önce Bereketli Hilal diye tanımlanan alan içinde bulunan Şanlıurfa Karacadağ’da ilk kez yabani buğday tohumunun yetiştirildiğini biliyoruz. Üzerinde yaşadığımız bu topraklarda buğday, arpa gibi tohumların yetiştirilmesiyle birlikte uygarlıklar da oluşmaya başlamıştır. Bu uygarlıklardan biri olan Hititler dualarına “Ekmek yiyecek, su içeceksin” diye başlarlardı. Bu bile o dönemde toplumun tahıl ürünlerinin ne kadar önem verdiğini ve Anadolu’nun buğdayın anavatanı olduğu gerçeğinin söylentiden öte bilimsel bir gerçek olduğunu göstermektedir.

Aradan 10 bin yıldan fazla zaman geçmesine rağmen bugün buğday hala insanlık için stratejik bir ürün olmaya devam etmektedir. Özellikle küreselleşme hikâyesinin rafa kalktığı, her ülkenin kendi imkânları ile baş başa kaldığı pandemi dönemi bize bunu daha açık göstermiştir. Pandemi döneminde içe kapanan ülkelerin en büyük sorunu gıdaya ulaşmak olmuştur. Yakın zamanda Çin’in buğday ihracatını durduracağını açıklaması küresel ölçekte sıkıntı yaratmıştır. Dünyada yaşanan bu gıda krizinde ülkelerinin geleceğini düşünen sorumlu politikacıların yıllar öncesinden tarım planlaması yaptıkları, bizim gibi ülkelerde ise var olan tarımın yanlış-kasıtlı politikalarla nasıl yok edildiği açıkça görülmüştür. Bu yanlış politikaların sonucu olarak Rusya-Ukrayna savaşında ülke yağ ve buğday krizi yaşamıştır. Ayçiçek yağında ve buğdayda böylesine dışa bağımlı olmak bu ülkeye ihanetin en büyük göstergesidir. Kaldı ki daha yakın zamanda bu ülkede soğan, patates krizi yaşanmıştır. Üstelik tüm bu ürünler bu ülkede elinizde taşırken yere düşürseniz, düştüğü yerde yetişebilen ürünlerdir. Bu gün tüm tarım ürünlerinde yaşanan sıkıntıların nedeni, iktidarın bu alanı vurgunculara terk ederek, tarımda üretim ve verimi arttırıcı planlama yapmamasıdır. Bu endişe verici durumu rakamlar daha iyi göstermektedir. 2001 yılında 26 milyon 350 bin hektar olan tarım alanımız, yüzde 12’lik kayıpla birlikte 23 milyon 137 bin hektara gerilemiştir. Bu tarım alanı içinde buğday ekim alanı 2002 yılında 9,4 milyon hektardan 2019 yılında 6,8 milyon hektara düşmüştür. Böylece buğday ithalatı da 2002 yılında 1,1 milyon ton iken 2020 yılında 6,8 milyon tona ulaşmıştır. Bu veriler bize bugün ekmek fiyatlarının neden 4 lira, bir litre sütün 17 lira ve bir kilo etin 150 lirayı aştığını açıkça göstermektedir.

DÜNYANIN ÇÖPÜ GIDAMIZI DA TEHDİT EDİYOR

Akla şu soru gelmeli; her türlü tarımın yapılabileceği bir coğrafya ve milyonlarca hektar tarıma uygun alanımız varken neden tarımda kendi kendine yeten bir ülke olamıyoruz. Çünkü verimli tarım alanları konut, karayolu, sanayi ve maden sahaları gibi rant kaynaklarına açıldı. Başka bir vahim durum ise; Avrupa’dan ithal edilen çöpler. Özellikle Mersin limanına gelerek orman ve tarım alanları çevresinde depolanan binlerce ton çöp, çevre ve gıda sağlığı konusunda büyük risk oluşturmaktadır.

TARIM YAPMAK İÇİN SUDAN VE NIJER'DEN TOPRAK MI KİRALADIK? 

Tarım alanları bir yandan rant uğruna feda edilirken, diğer yandan mazot, gübre, ilaç, tohum gibi girdi maliyetlerindeki fiyat artışları çiftçiyi toprağını ekemez noktaya getirmiştir. Çiftçi sayısı 2011 yılında 1 milyon 122 binden 2022 yılında bu sayı 500 binin altına düşmüştür. Çiftçi artan maliyetleri karşılayamıyor, bankalara olan borcunu ödeyemiyor. Üstelik emek verip ürettiğinden kendisi değil aracı kazanıyor. Oysa atıl olan araziler tarıma uygun hale getirilerek, tarım girdi maliyetleri düşürülerek, çiftçi bilgi ve teknik olarak donanımlı hale getirilerek ve en önemlisi, ürünün tarladan markete yolculuğunda asıl kazananın üreten çiftçi olması sağlanarak bu kötü gidiş tersine çevrilebilir. Ama iktidar akılla izah edilemeyecek bir şekilde, bunu yapmak yerine Sudan ve Nijer’den toprak kiralayarak tarım yapmayı planlamakta. Bu durumun akılla, bilimle izah edilir bir durumu olmayınca, Güney Afrika’da kiralanan bu arazilerin başka amaçlar için mi kullanılacağı sorusu aklımıza gelmektedir. Üstelik bir buğday ülkesi olmamıza rağmen Rusya-Ukrayna savaşında ayçiçek yağı ve buğday krizi yaşamamız ülkeyi yönetenlerin en büyük ayıbıdır. Bu ayıplarından utanmak yerine Hindistan’dan ithal edilen hastalıklı buğdayı inkâr etme yolunu seçtiler. Günay Afrika’da kiralanan ne işe yarayacağı bilinmeyen arazilerden sonra, Venezuela’da buğday üretmeye kalkışıyoruz. Üstelik bu ülke un ithalatının yüzde 58’ini Türkiye’den karşılıyor iken.

EKMEK YİYECEK, SU İÇECEKSİN

Araştırmalar küresel ısınma, iklim değişikliği, sanayi atıklarıyla kirlenen yer altı suları nedeniyle 2050 yılına kadar tarımsal verimde yüzde 10 ila yüzde 25 arasında bir düşüşün gerçekleşebileceğini söylüyor. Bunun anlamı ise artan dünya nüfusunun gelecek yıllarda bir gıda krizi yaşayabileceğini göstermektedir. Bu nedenle tarımda yaşanan mevcut sorunlara biran önce köklü çözümler üretilmelidir. Daha şimdiden küresel gıda fiyatlarındaki artışlar nedeniyle birçok yerde açlık çekenlerin sayısı artış durumdadır. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) gıda fiyatlarındaki bu artışın önümüzdeki yıllarda daha da devam edeceğini söylemektedir. Önümüzdeki yıllarda tarımın stratejik öneminin daha da arttığını göreceğiz. Tarımda geldiğimiz bu kritik durumu çok iyi analiz eden, sorunun çözümü için çaba sarf eden bilim insanları, odalar, kooperatifler, çiftçi birlikleri ve bu konuda uzman insanların görüşleri alınarak, sürdürülebilir, planlı ve bilimsel bir tarım programı oluşturulmalıdır. Eğer tarım ve özellikle buğday için gerekli önlemler bir an önce alınmazsa, varlığı ile uygarlıkların kurulmasını sağlayan buğday, yokluğu ile büyük yıkımlara neden olacaktır. En modern fabrikalara sahip olabilirsiniz, en ağır silahlar üretebilirsiniz, en yüksek teknolojiye sahip olabilirsiniz ama muhakkak ki Hitit duasında dendiği gibi “Ekmek yiyecek, su içeceksin”