Baba iddiaları izliyorsunuz. İnanılır gibi. Neden inanılmasın ki? İddialarla suçlananlardan, deşifre edilenlerden ses yok. Yalanlamaya çalışanların da nasıl saçmaladıklarını okuyor ve dinliyoruz.

Karşılıklı kullanışmışlar. Devlet mafyasız mafya da devletsiz olamaz. Dünyada bu böyledir; sosyopolitiktir. Ama böylesi rezillik kokuşmuşluk dünyada nerede var?

Sevan Nişanyan’ın Yanlış Cumhuriyet kitabı geliyor aklıma. Yanlış siyaset, yanlış toplumsal ve kültürel yorumlar, yanlış yapılanmalar. İşte, üretmeden gasp ederek sahip olma kültürünün vardığı sonuç! Tek tekçilikle tekdüzeleştirmeğe çalıştıkları toplumsal ve kültürel yaşamın yozlaşarak tükenişi...

Oysa doğada farklılıklar birarada dayanışmayla varoluşurlar. Kendileriyle birlikte doğayı da üretirler. Yaşamlarını sürdürürlerken tüm yaşamları da sürdürürler. Toplum doğadan ayrı ve onun üstünde değildir. Bir yüzüklük virüsün toplumları nasıl da tutsak ettiğini yaşıyoruz. Doğaya egemen olabileceğini sanmak aymazlığından kurtulunmalı. Doğa gibi olunmalı. Doğanın parçası olan toplumlar olarak yaşanmalı. Ekolojik sınırlarda ve komünal düzende.

Önce Müslümanlaştırmak sonra Türkleştirmek yanlışı sürdürülüyor. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bu çizgisi iflâs etmiştir. Olası da değildir. Toplum doğaya aykırı yaşayamaz, var olamaz. Doğa farklılıklarla vardır. Yaşam farklılıkların bir aradalığıyla sürer.

Çektiğimiz acılar yaşadığımız kıyımlar doğaya aykırı toplumsal düzen kurma sevdamızdandır. Yağmayla, gaspla, soygunla; üretmeden var olanlar, birbirlerinin servetlerine çökmeğe yöneldiler. Birbirlerinden başka gasp edecekleri, soyacakları kimse bırakmadılar çünkü...

Bu servetleri nasıl edindiklerini baba biri söylüyor. İnandırıcı savları var. Suçlanan bir başkasını işaret ediyor, onun arkasına sığınıyor.

İnsan düşünmeden edemiyor. Altın ve nikel madenleri gibi madenleri nasıl peşkeş çektiler? Suları kimin çıkarına ticarileştirdiler? Ne karşılığında bu konudaki mahkeme kararlarını uygulamadılar? Ne Anayasa ne yasa dinlemediler. Ne çıkarları vardı? Doğayı sermayeye peşkeş çekenler bunlardı. Yaşamı yok eden tüm toplumsal ve ekonomik uygulamaların sorumluları bu baba ilişkisi olanlardır. Otoyollarla, köprülerle, tünellerle, kentsel dönüşümlerle, benzeri yatırımlarla yaşama saldırarak kazançlar sağlayanlar bunlardır. Bunlardır yaşamımızı daraltanlar, kısıtlayanlar.

Gelecek nesillerin yaşamlarını, dünyalarını çaldılar. Orta çağ karanlığından beter karanlıklara attılar çocuklarımızı, torunlarımızı. Eskiden “eller aya biz yaya” denirdi. Ya endüstri 4.0 ve 5.0’ dan söz edilen, yaşanılan devirde ne demeliyiz?

Ülke sömürgeleştiriliyor emek köleleştiriliyor “Babalar gibi” anlayışlarıyla ve babalarıyla.

Yasama, yürütme, yargı nerede demeyin. Cesur savcı aramayın. Babalar gibi birlikteler. Onlar, aralarında hesaplaşıyorlar. Ezilenler, sömürülenler, geleceği zindan edilenler sessizce seyrediyorlar.

Onlar uyanmadıkça doğa gibi olmak, farklılıklarla bir arada yaşamak mümkün değil. Mümkün değil barışı ve mutluluğu tatmak. Uyanmak ve silkinmek gerek. Keneleri gagalayıp kurtulmak gerek. Doğada öyle oluyor.