Bugün ihraç ürünlerinin bile ham maddelerini ithal ettiğimiz bir dışa bağımlı ekonomi ve iktidar anlayış ile karşı karşıyayız.

İthalata dayalı bir ekonomik büyümenin gerçekleştiği AKP iktidarı döneminde Ocak ayı başında yaptığı açıklamada Türkiye'nin ihracat yapan bir ülke olduğunu belirten AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan, "2021 toplam ihracatımız geçen yıla göre yüzde 32,9 oranında artışla 225 milyar 368 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Bu bir rekordur" demişti. Erdoğan açıklamasında ithalat dair bir şey söylememesi ise işin gerçeğini her zaman yaptıkları gibi uçmaya, uçurmaya yönelik. Bir kişiye inananlar, onu olduğundan çok üstün görürler. Onda olağanüstü değerler bulunduğuna herkesi inandırmak isterler. Eskilerin; "Şeyh uçmasa da mürit uçurur" sözleri bugün yaşadığımız gerçekliği tam olarak ortaya koyuyor.

Şöyle kısa bir geçmişe bakıldığında 2001 yılındaki ekonomik küçülmeden sonra 2002 yılından 2006 yılına kadar ortalama yıllık yüzde 7.4’lik büyüme hızı gerçekleşmiş. Bu yüksek büyüme hızı büyük ölçüde iç talep ve buna paralel artan dış talebe bağlı olarak gerçekleşen önemli ölçüdeki yatırım ve ara malı ithalatının artışına dayanmaktadır. Bunu ben demiyorum veriler ve ekonomi uzmanları söylüyor. Diğer bir deyişle üretim sürecine bağlı rekabet ve verimlilik artışlardan kaynaklanan reel bir büyümeden çok ‘spekülatif büyümeye’ dayanmaktadır. Bu spekülatif büyüme nedeniyle TL’deki değerlenmenin sürmesi bir yandan yurtiçi üretimi ithalat ile ikame ederek istihdamı sınırlandırırken, öte yandan büyümenin dış dengede bir toparlanma olmadan düşmesine neden olduğu ifade ediliyor. Bunu döviz kuru krizinde de daha net gördük. Erdoğan ihracata dese de gerçek olan ithalata dayalı büyüme. İthalata dayalı bir ekonomik büyümenin gerçekleştiği AKP iktidarı döneminde 2001 yılındaki ekonomik küçülmeden sonra 2002 yılından 2006 yılına kadar ortalama yıllık yüzde 7.4’lik büyüme hızı gerçekleşmiş olduğunu görüyoruz. Bu yüksek büyüme hızı büyük ölçüde iç talep ve buna paralel artan dış talebe bağlı olarak gerçekleşen önemli ölçüdeki yatırım ve ara malı ithalatının artışına dayanmaktadır. Diğer bir deyişle üretim sürecine bağlı rekabet ve verimlilik artışlardan kaynaklanan reel bir büyümeden çok ‘spekülatif büyümeye’ dayanmaktadır. Bu spekülatif büyüme nedeniyle TL’deki değerlenmenin sürmesi bir yandan yurtiçi üretimi ithalat ile ikame ederek istihdamı sınırlandırırken, öte yandan büyümenin dış dengede bir toparlanma olmadan düşmesine neden olmaktadır. Şöyle bir ihracat ve ithalat verileri işin gerçeğini ortaya koyuyor. Bakın 2021 yılında 2020 yılına göre; İhracat, yüzde 32,85 artarak 225 milyar 368 milyon dolar, İthalat ise yüzde 23,61 artarak 271 milyar 355 milyon dolar olmuş. Bu rakamlar 5 Ocak 2022'ye ait. Erdoğan'ın "ihracat rekoru kırdık." dediği rekor nerede? 

Türkiye kalkınan bir ülke olsa yoksulluk ve açlık sınırında yaşayan insan sayısı 66 milyona yaklaşır mı? Biraz da işin bu tarafına bakmak lazım.

Türkiye’de sosyal yardımlar ve bu yardımların AKP dönemi içerisinde büründüğü biçimler değerlendirildiğinde yoksullukla olan mücadelenin niteliği ortaya çıkmaktadır. Yoksullukla mücadelede karşımıza çıkan politika yönelimleri basit bir tercih sorunu olarak değil, çözülmeye çalışılan toplumsal soruna yaklaşırken elde olan düzenlemelerin çözüm üretici bir nitelikte olmamasıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. AKP'nin şiddetle desteklediği kapitalist politikalar yüzünden, bugün ülkede yoksulluğun giderilmesine yönelik hiç bir adım atılmazken, yoksulluğu nasıl yönetiriz? politikaları geliştiriliyor. AKP'nin bu biçime bürünmüş sosyal yardımlar, yoksullukla mücadele etmenin gerisinde onu sürdürülebilir bir düzeyde tutarak, siyasi devamlılığın bir aracı haline getirmiştir. Son dönemde  ekonomik kriz ve  tek adam yönetiminin yanlış ekonomi politikası Türkiye’de yapılan sosyal yardımların, yoksulluğu gideremediğini, Türkiye coğrafyası için büyüyen bir sorun olduğu ortaya koymuştur ve toplumsal kesimler arasında maddi zenginliği paylaşma makası giderek açılmaktadır. Ayrıca ekonomi yönetimi baskıcı tedbirlerle ne düzeltilebilir ne yönetilebilir. Çok değil Türkiye'nin geçtiğimiz 2021 yılı aralık ayı yoksulluk durumuna baktığımızda gıda harcaması ile birlikte giyim, konut, kira, elektrik, su, yakıt, ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise yoksulluk sınırı olan 13 bin 072 TL'ye, Bekâr bir çalışanın 'yaşama maliyeti' ise aylık 4 bin 926 TL'ye yükseldiğini görüyoruz. Yoksulluk sınırı ölçütünün Dünya Sağlık Örgütü tarafından belirlenmiş olan standartlara göre hesaplandığını, bu hesaplamanın yapılmasında ise bütün aile üyelerinin alması gereken asgari kalori miktarına göre belirlendiğini bir kez daha anımsatmak istiyorum. Bu bağlamda Tüketici Hakları Derneği'nin verilerine göre Türkiye'de 16 milyon aç, 50 milyon da yoksul insan yaşıyor. Bu rakamlara göre aç ve yoksulların toplam sayısının ise 66 milyon kişiye ulaştığı ortaya çıkıyor. 

Nerede Sosyal politikalar? Nerede sosyal Adalet? Tek adam yönetimi ile ülke siyasetten ekonomiye, toplumsal yaşamdan adalete varıncaya kadar her alanda yaşattığı çoklu krizlerle karşı karşıya. İşsizlik, yoksulluk, açlık ve sefalet milyonlara yayılmış durumda. Hukuk ve adalet sistemi çökmüş,  tarikatların bakanlıkları ve bürokrasiyi parsel parsel paylaşması bu ekonomik ilişkinin siyasi karşılığı olduğunu açık ve net ortaya koyuyor. Son yaşanan Enes Kara dramı ise iktidarın eğitime tarikatlar gözlüğü ile baktığını bir kez daha ortaya koymuştur. Dünya yolsuzluk sıralamasında en başta giden ülkeler arasına gelen Türkiye, ekonomik değil, yolsuzlukta büyüyor. Büyüme, enflasyon, faiz, hayat pahalılığı ve yoksullukla ilgili Sefalet Endeksini dünya hazırlıyor. 

Büyüyen, uçan AKP'nin, yandaşları. Halkın büyük çoğunluğu sıkıntıda; pazara artık akşam gidiyor, bayat ekmek almaya çalışıyor, artık kendi evinin erzaklarını getiremiyor ama tek adam yönetimi bunu görmek istemiyor. Bu şekilde ülke artık yönetilemiyor. Birileri her konuda tükenmişlik sendromu yaşayan saray yönetimine filmin bittiğini söylemesi gerekiyor. Belli ki bunu sarayın sözde ekonomi danışmanları söylemeyecek ama, halk bunu çok yakında gelecek olan sandıkta söylemeye hazırlanıyor. Benden söylemesi.