Kazdağları ekolojik yıkım ve yağmasıyla altın madenciliği tekrar gündemimizde. Vurgu yine siyanüre! Peki sömürgelerde uygulanabilen vahşi madencilikte sonucu oluşan ekolojik ve toplumsal felaketler sadece siyanürden mi ibarettir?

Üç yöntemle yapılagelmiştir altın madenciliği: Gravitasyon, amalgam ve siyanür liçi. Burada sadece siyanür liçinden söz etmek istiyorum.

Jeologlar yeryüzü kabuğunda altının bulunabileceği alanları belirlerler. Jeofizikçiler de elektronik çalışma yöntemleriyle altının fiziksel boyutlarından, olası miktarına kadar gerekli bilgileri üretirler. Yatırım “EKONOMİK” ise artık maden mühendisleri devreye girerler: Nasıl bir işletmecilik uygulanacaktır, açık ocak mı yeraltı madenciliği mi? En sonunda kimya mühendisleri devreye girerler ve kimyasal prosesleri tasarlayıp işletilmelerini sağlarlar.

Bugün siyanür liçi ile elde edilmek istenen altın yaklaşık olarak bir ton kayaçta bir gram kadardır. Yani bir tonluk bir kayayı un gibi, pudra gibi öğüterek ancak mikroskopla görülebilecek kadar mikrometrik ölçüde olan altının o kayaçtan ayrılmasını sağlayabilirsiniz. Elde edilen bu malzemeyi de içindeki sıvının yoğunluğunun altının köpüklerle yüzmesini sağlayacak flatasyon havuzlarında zenginleştirirsiniz. İşte bu zenginleştirme işleminden sonra siyanür sıyırmasıyla altını elde edersiniz.

Ne demiştik? Bir ton kayaçtan bir gram altın! Yani on tonluk bir kamyona yüklenmiş on tonluk bir kayaçtan sadece parmağınızdaki tek bir yüzük ağırlığı kadar altın elde edilir. Gerisi (tamamı desek yanlış olmaz herhalde) doğaya atık olarak yığılır; dağlar , tepeler oluşur! Peki doğada sakin duran bu kayaçlardaki AĞIR METALLER artık sakin dururlar mı? Elbette hayır! On tonluk bir kayacın yüzeyi pudra gibi öğütülmüş olması nedeniyle sonsuz bir yüz büyüklüğüne eriştiği için reaksiyon kinetiği bakımında çok hızlı ve kısa sürede tepkimeye girerler. Sulara karışan ağır metaller yüzünden tıpkı Lefke Gemikonağında olduğu gibi halkın%40’ına yakını kanser olur, doğalın beş katı Alzheimer’e rastlanır. Ziraî alanlar ve üretim yok olur; tahıl, sebze, meyve, hayavancılık ve ürünleri artık üretilemez olur. Yoksulluk ve göçler başlar…

Göçle birlikte kültürler, gelenekler de yok olmaya başlar; ahlâksal çöküntü ve değer kayıpları, yozlaşma…

Tabii siyanür havuzlarının taban kaplamaları olan geomembranların en âlâlarının kullanıldığı ABD'de bile bu tabanların %90'ının yırtıldığını ve siyanürlü, ağır metalli atıkların yeraltı ve yerüstü sularına karıştığını da unutmayalım bu arada.

Madeni işleten şirketler ve buna göz yumanlar ülkeyi yağmalayıp, yaşamı yok ederek KARUN gibi zengin olurlarken, ülkede içsavaş tehlikesi diğer ülkelere göre 40 kat artar; Birleşmiş Milletler verileri böyle yazıyor! İşsizlik ve sefalet inanılmaz bir hızla yaygınlaşır.

Altın madenciliği ve diğer vahşi madencilik işletmeleriyle kalkınan bir ülke görülmemiştir. Ne kadar maden işletiyor ve bunları dışa satıyorsanız o kadar yoksullaşıyorsunuz. Birleşmiş Milletlerin İnsani Kalkınmışlık Endeksleri bunu düşündürüyor, kanıtlıyor. Dünyanın en yoksul ülkeleri sıralamasına bakın madencilik faaliyetlerinin en yoğun olduğu ülkelerdir.  Altın asla çıkartılan ülkelerde de kalmaz; küçücük Hollanda’nın merkez Bankasındaki altın miktarı, altın çıkartılan ülkeler dahil 168 ülkenin elindeki altından fazladır!

Yaşamı; canlı-cansız, kültürleri, ahlâkı, inançları yok eden; ülkeleri siyasal, ekonomik ve askerî bağımlı hâle getiren bu madencilik faaliyetlerine son verilmesi için mücadeleye hepimiz etkin olarak katılmalıyız. Mücadele yeni sömürgecilik ve sermaye karşıtı temelli değilse başarı şansı da yoktur. O zaman bir sömürgede köleleştirilmiş insanlar olarak yaşamayı kabûl etmiş oluruz.

Mümkün mü? O zaman haydi mücadele saflarına!