“İşte sana bir oyuncak bebek, tatlım.”

“İşte bunlar da son sözlerim, güzelim” demiş anne. “Yolunu kaybedecek olursan ya da yardıma ihtiyaç duyarsan, ne yapacağını bu bebeğe sor. O sana yardım edecektir. Bebeği hep yanında taşı. Kimseye ondan söz etme. Acıktığında besle. Bu sana annen olarak verdiğim söz ve benim sana hayır duam, sevgili kızım.”

Kurtlarla Koşan Kadınlar adlı kitabının sezgilerle ilgili üçüncü bölümünde Clarissa P. Estes, Vasalisa adlı masalı anlatır. Erginlenme yolunda olan kadının sezgi ve içgüdülerinin farkında olup onlarla bağlantıya geçmesinin, böylelikle iyiyle kötüyü ayırabilmesinin, görünenin arkasındakini görebilmesinin hayati öneminden bahseder.

Alıntıladığım bölümde anne hasta yatağındadır ve kızına yolunu kaybetmesi durumunda danışacağı oyuncak bir bebek vererek ölür. Kızı tek başına kalmıştır. Artık onu koruyan, kollayan, her daim yanında olan annesi yoktur. Kızın elinde ise onunla ne yapacağını tam da bilmediği oyuncak bir bebek vardır.

Bu masallardaki her bir imgeyi kendi benliğimizin bir öğesi olarak da okumak gerekir. Böylelikle masallar farklı katmanlara açılır, derinleşir.

Peki, her daim kızının yanında olan, onu koruyup kollayan, düşmesine izin vermeyen, düştüğünde hemen tutup kaldıran, onu uzağa göndermeyen, yanından ayırmayan, besleyen anne ölürse ne olur?

Bu, biyolojik bir ölüm değildir. Ergenliğe adım atıp büyüdükçe koruyup kollayan annemizin bu yöndeki etkisi hayatımızdaki kuvvetini yitirir. Artık hayatımızda ve ilişkilerimizde daha kendi başımıza kalırız. Sorunları çözerken onları bizim yerimize çözen bir anne yoktur hayatımızda. Böylece bizi hayata hazırlamış annemizin öğrettiklerini ve hediye ettiklerini yanımıza alıp hayatı bu sefer kendimiz öğrenip gerçekten yaşamaya başlarız. Ergenliğe adım attığımız, kendi başımıza kalıp türlü mücadelelerden geçtiğimiz bu dönemden itibaren bu “fazla iyi anne”miz ölür.

Estes; “Doğal olgunlaşma sürecimizde fazla-iyi anne giderek silikleşmeli, yavaş yavaş küçülerek yeni bir anlayışla kendi kendimize bakabilmemiz için bizi yalnız bırakmalıdır” der. Hemen ardından onun sıcaklığının özünü hep koruduğumuzu söyler ve ekler; “ama bu doğal psişik geçiş, bize karşı pek de annece davranmayan bir dünyada bizi kendi başımıza bırakır.”

Bu “fazla iyi anne”nin bize hediyesi ise bir oyuncak bebektir ve o bebek sezgilerimizdir. Masal devam eder, ancak ben bu bölümde kalarak ilerleyeceğim.

Peki, fazla iyi anne kişiyi terk etmez, onun hayatında silikleşmezse ne olur?

“Erginlenme, psişede yeterince gerilim olmadığı için de duraklayabilir ya da eksik kalabilir – fazla-iyi anne, çok güçlü bir zararlı otun dayanma gücüne sahiptir ve yapraklarını dalgalandırarak hayatını sürdürür, senaryo, “Artık sahneyi soldan terk edin” dese bile, aşırıya kaçma pahasına kızını korumaya devam eder.”

Ve kişi hayata atılmaya korkak yaklaşabilir, büyüyemez, yaş alır ama erginlenmez. Gerilim her zaman olumsuz bir sözcük değildir. Bedenimizi esnetmek için de onu germemiz gerekir. Su molekülleri arasındaki gerilim değişmezse suyun hali değişmez. İnsan hayatındaki en büyük değişimler ise kişi zorluklarla karşılaştığında ortaya çıkar.

Vasalisa masalı içimizdeki fazla-iyi annenin gitmesine izin vermekle ilgilidir. Kişi böylelikle hayatta erişmek istediği yere erişmek için adımlarını atabilir, büyüme yolculuğuna çıkabilir, hayata kendini hazırlayabilir.

Fazla iyi anne kavramı ile “Burada özellikle, hayatı fazla güvenli kılan, aşırı koruyucu, kadınları uzun ve hızlı adımlar yerine, bebek adımlarıyla yürüten direngen ilkelerden söz edilmektedir” diyor Estes.

Peki, toplumumuzda anne ve annelik kavramlarına yüklediğimiz anlamlara bu çerçeveden baktığımızda ne görüyorsunuz?