Neoliberal politikalar ile her şeyi özelleştirip, serbest piyasa ekonomisine geçip, marketi pazarı sokağı gübrecilerin depolarını denetlemek; peşinde olduğumuz politikanın aslında koca bir hata olduğunu görmekten başka nedir?

Gübreyi, ilacı, tohumu, elektriği, mazotu, hayvan yemini ve parayı sermayeye teslim edip bu ülkenin çiftçisinden üretim, kalite ve verim beklemek, uygulanan politikaların üreticiyi bitirmek için kullanılan bir silah olduğunun farkına varmak değil de nedir?

Şimdilerde tarım bakanlığı bu iflas etmiş politikalar ışığında, ülkenin dört bir yanında besicilik ve sera alanında tarıma dayalı organize sanayi bölgeleri kuracak.

Yani sermayeye tarımın girdilerini emanet etmek yetmedi, şimdi de üreticiliği teslim edeceğiz.  Küçük çaplı üreticinin zamanla tamamen yok olmasını sağlayacak bu model ülke sorununa derman olmayacağı gibi, gıda gibi çok stratejik bir silahı kendi elimizle kartellere teslim etmek anlamına gelir ki çok sakıncalıdır. Önümüzde sermayeye teslim edilmiş tarımsal girdilerin üzerine zam üstüne zam geldiğini gösteren bir sürü örnek varken, hiçbir çözüm üretmediği gibi üreticiyi borç batağına sokmaktan başka bir işe yaramamıştır. Bu da kendi değirmenlerine su taşımaktan ziyade hiçbir fayda getirmemiştir. Geleceğe dair misal vermek gerekirse de örneğin iktidarsın, her şey tıkırında, sermaye esirin olmuş sıkıntı yok. Her şey oluverir ülkede bolluk gani, girdiler kendilerinin nasıl olsa gübre, mazot, yem, elektrik, para ekmek elden su gölden ağam paşam hallediverirler. (Zararına iş yapmazlar. Dostluk ayrı alışveriş ayrıdır. Akıllıdırlar. Nerede çiftçi gibi ‘kan kusup kızılcık şerbeti içtik’ diyecekler.)

Lakin işler tersine dönmeye görsün. Çiftçi gibi ağzına çalınan bir parmak bala da razı gelmezler. (Lafta yüzde 100 gübre desteği gibi.) Onlar kavanozu da istemez. ‘Kovanları ver.’ derler.  Vermedin mi? Vay bu milletin haline. İktidarların yok olmasını önemsemiyorum ama milletin cebindeki olmayan parasıyla beraber iktidarından da olursun. Çarşıda pazarda sebzeyi tane ile buluruz. Yahut daha da kolayı ithal ederiz. Tarım arazilerine çok saygı değer müteahhitlerimizin diktiği binalardan ötürü meyvede o duruma neredeyse geldik zaten.

Bu sistem kötüdür. Sakın ha kesinlikle yapılmasın demiyorum. Verimin ve kalitenin arttırılması, üretim miktar, desen ve çeşitliliğinin belirlenmesi, ürünler bazında markalaşmanın sağlanması. Katma değeri yüksek ürünlerin üretilmesi, ülke insanı ve ekonomisine katkı sağlaması, tarımsal hastalık ve zararlı kontrolü, atıkların yönetimi ve biyogaz, biyoenerji santralleri ile değerlendirilmesi mükemmel çözümler. (Yönetmeliklere harfiyen uyulduğu takdirde, yoksa tam bir felaket) Lakin yıllarca kahır çeken her şeyini bu işe vermiş, ömrünü adamış üreticilerimizin dört gözle böyle bir kurtuluş bekleyip, bu politikanın hiçbir ölçeğinde (maaşlı işçi olması dışında) yer almaması. Çok büyük bir ihanettir.

Bu sistemin getireceği teknolojik ve teknik desteği üreticilerimize kamucu bir tarım politikası ile üretici örgütleri aracılığıyla uygulamaya geçirmek, ülke tarımının ve ülke insanının gıda güvenliğinin acımasız sermaye gruplarının eline geçmesini engellemek demektir. Öyle ki para iyi bir hizmetçi, kötü bir efendidir.

Taksirli bir şekilde üreticinin bu şekilde sistem zoru ile oyun dışında kalmasının zararlarını gene bu ülkenin vatandaşının cebi ödeyecektir. Akaryakıtta, elektrikte, doğal gazda, ve diğer sermayeye teslim edilen tüm diğer sektörler gibi. Tarım, sağlık, eğitim ve güvenlik gibi stratejik öneme sahip milli güvenliğimizi doğrudan etkileyecek konular kamucu politikalar ile çözülmelidir.

Saygı ve sevgilerimle…