Çocukluğum, hayatımın en çok keyif aldığım dönemidir. Özellikle seksenler ve doksanlar, tadından yenmez… O nedenle yazılarımda hep çocukluğumdan bahsederim. Öykülerimde mutlaka çocukluğumdan izler vardır. Çocukluk ne kadar önemlidir! İnsanın adı kadar önemli… Çocukluğumla ilgili bir şey yazdığımda hep Edip Cansever’in şu dizeleri gelir aklıma: “Adım Cemile ya, çok severim adımı ben / Çocukluğudur insanın adı… Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk hiçbir yere gitmiyor.”

Hayatımızdaki en önemli şey ailemizden ve okuldan aldığımız eğitimdi. Bizler genelde dayakla eğitilen bir kuşağız. Ayşe Teyzenin camını kırmışsın ÇAATTT… Ekrem Amcaların bahçesindeki eriklere dalmışsın ÇAATTT… Top oynarken Nimet Teyzenin güllerini kırmışsın ÇAATTT… Derslerini yapmadın ÇAATT… Okula başlıyoruz anne baba ve öğretmenler arasında şu diyalog geçiyor. ‘Eti senin, kemiği benim.’ İnanmayacaksınız belki ama kemiği bile bırakan aileler gördüm. Öğretmene nasıl bir saygı… Hata ile evde, öğretmenim bana tokat attı demiş olsan, kim bilir ne yaramazlık yaptın demekle kalmazlar suratında beş parmak iz olurdu.

Bizler oyunun tam ortasında akşam ezanı okunduğu için her şeyi bırakıp evlere dağılan bir kuşağız. Akşamları ergen gençler olarak toplanıp çiğdem çitlerken ailelerimizin bizleri anlamadığı konusunda hem fikir olup onlar gibi çocuk yetiştirmemeye karar veriyorduk. Yani alayına isyan, herkes gergin eve dağılıyordu. Sabah hepimiz pamuk gibi… Neden? Akşam atarlı gençlerin gazı alınmış, kasabın etleri yumuşattığı gibi hepimizi pamuk gibi yapmışlardı.

Annelerimiz bizi anlardı. Kızlar daha çok babaları ile konuşurdu. Nedense biz erkekler her sorunda annemize giderdik. Olay büyür bizimle baş edemezlerse o sihirli cümleyle hepimizi yola getirirlerdi. ‘Akşam baban gelir ona söylersin’

Ben de eski usul çocuk yetiştirmeye karşıyım. Dayak da neymiş, et ve kemiğe hiç girmiyorum. Kızım büyümeye başladı. Kitaplar okuyorum, çocuk psikologu arkadaşımı arıyorum ona danışıyorum. İnternetten doktorları takip ediyorum. On numara beş yıldız babalığa doğru ilerliyorum. Yani ben öyle sanıyorum. Bir gün arkadaşımı aradım ‘Çocuk çişini yaptı’ dedim. Kısa bir sessizlik oldu. ‘Normal değil mi?’ dedi. Panikle eksik cümle kurmuşum, ‘Salonun ortasına yaptı’ dedim. Uzun bir sessizlikten sonra bastık kahkahayı.

Eski usul çocuk büyütmeyi kabul etmiyorum o nedenle yeniçağın yazarlarını okuyorum, ilginç bir cümle yakaladım. ‘Çocuğunuzla arkadaş olun’ Ergenliğe yeni geçmiş kızım sürekli bana ‘baba beni anlamıyorsun’ diyor. ‘Anlat kızım o zaman’ daha ergenliğe geçmemiş çocuğunuz varsa şimdiden uyarayım bu cümle çok tehlikeliymiş, bir dokun bin ah işit…

Bir türlü mutlu edemediğimiz çocuklarımız var. Bizler çıtırpıtır patlatarak mutlu olan çocuklardık. Okudukça kafam daha çok karıştı. Cezalandırayım mı? Ödüllendireyim mi? Sürekli aslan kızım, kaplan kızım mı demeliyim? Sen daha iyisini yaparsın mı demeliyim? Yoksa tüm suç genlerimizde mi? İçimden eski usul geçmiyor değil…

Biz babalar öyle sevgimizi çok gösteremeyiz. Yalan yok bir annenin yerini tutamayız. Neyse kızıma telefondan “Her kız babasının prensesidir” diye bir yazı attım. Cevap; Eyvallah kanka…

Sanırım ben bu arkadaş olma işini biraz abarttım.

İyi okumalar.