Son yıllarda her alandaki “eşitsizlik” daha da mahvedici, daha da yakıcı bir biçimde hissediliyor… Bu sayfayı okuyan kardeşlerim; bu mahvedici havayı çok yakından izlediğinizi, kahrolduğunuzu, elinizden bir şey gelmediği için yalnızca ve sessizce ağladığınızı duyuyorum, hissediyorum, biliyorum!

Valilik önünde “açım, evde çocuklarım aç…” diyerek kendini yakan halk çocuğunu “psikopat, ruh hastası, intihar meyillisi” diye karalamaya çalışan yöneticiler… Yahut parlamento önünde “açım, yardım edin…” diye üstüne benzin döken halk çocuğunun yaka paça gözaltına alınıp, bir de hakkında dava açılması ve daha neler neler… Bu gerçeklerin nedeni konusunda beş dakika düşünmeyenler; her yerde kin, öfke, yalan saçmayı sürdürüyor, kahroluyoruz!

‘Nasıl bir ülkede yaşıyoruz ya hu!’ demeyeceğim elbette, son 19 yılın gerçeği bütün bunlar. Bir yanda mülkleri, yatları, sarayları, banka hesapları kaparmış “siyasal İslam”cılar, bir yanda “şamar oğlanı”na dönüştürülmüş ‘yüzde doksan dokuzu mümin’ bir halk; siyasal İslam’ın ülkemize armağanı olarak sırıtıyor!

Geçenlerde demiştim ki, “Soygunla, vurgunla, zorbalıkla; para, servet, mülk sahibi olabilirsiniz ama kültür, edep, sanat sahibi olamazsınız. Bunu en iyi şu ülkeyi yönetenler bilir. ‘Kültürel olarak iktidar’ olmak, muhalif sözün yanınızda olması anlamını taşır. Oysa kadim söz muhaliftir…” Ve şu an gerçekten ülkenin bütün mülklerine sahip oldular, öyle ki; İş Bankası hisselerinin de kendilerine geçmesi için her tür “gayri anayasal” düzenlemeyi yapmaya hazırlar. Bütün servetin, mülklerin sahibi oluyorlar ama bir türlü iktidar olamıyorlar yine de ve bu “iktidarsızlığın” hırsı da kendilerine ağır dert oluyor!

Bütün bu yaşananlar; halkın çektiği acılar, sıkıntılar, yokluklar, daha önce yazdığım, 15. yüzyıl Avrupa’sında, haksızlıkla, soygunla, zorbalıkla, hukuksuzlukla zenginleşmiş “seçkin sınıfın” hikâyesini yeniden anımsatma ihtiyacı doğuruyor; onlar da tıpkı böyle, sınırsız zengin ve cahildiler…

Ortaçağ’la başlayan süreç ve sonrasında korsanlık, köle ticareti, soygun, barbarlık gibi pek de ahlaki olmayan yollardan zenginleşmiş bir sınıf ortaya çıkmıştı. Bunlar bir dönemin yoksul insanlarından oluşuyordu ama öylesine zenginleşmiştiler ki, kendilerini o eski statülerinden kurtarmak, daha seçkin bir statüye sahip olmak istiyorlardı. Burada imdada krallar yetişti. Bu sonradan görmelere “kontluk”, “lortluk” “düklük” gibi payeler, para karşılığı verildi. Yeni zenginler “soylu bir sınıf” oluşturmuşlardı ama tamamına yakını cahildi! Pek çoğu bu eksiğini sanat yapıtlarına ve sanatçılara yönelerek kapatmaya çalıştı. Büyük kısmı da çocuklarının okuması ve yeni sınıflarına layık olması yönünde… E tabi yeni “seçkin sınıfın” çocukları, en aşağıdaki, artık tiksintiyle baktıkları halk çocuklarıyla aynı okullarda okuyamaz, aynı havayı teneffüs edemezlerdi.

Bol paralar ödedikleri seçkin hocalar bu çocuklara kaleler, şatolar, konaklarda ders vermeye başladı. Fakat o yıllarda cezalandırma çok değerli bir “yardımcı eğitim” aracıydı. Falaka, şamar, daha bir sürü cezalandırma yöntemi vardı. Doğal olarak bu cezalandırma yöntemi, seçkin sınıftan bir çocuğa uygulanamazdı, buna da bir yöntem buldular; her ev yahut sınıfta, aşağı tabakadan bir halk çocuğu bulundurulacak, seçkin sınıfın çocuğu bir hata işlediğinde ceza bu halk çocuğuna uygulanacaktı. Bu çocuklara; “Whipping boy”, “şamar oğlanı” dediler… Asıl sarsıcı ve yürek burkan ne biliyor musunuz? Şamar oğlanı olarak seçilen bu halk çocukları, oradaki bilgileri öğrenmesinler diye ya sağır çocuklardan seçiliyor yahut ve en yaygın biçimiyle; sağır ediliyorlardı!

Uzunca bir zamandır kuruluş ilkelerine ihanet edilerek yönetilen Cumhuriyet’imizde, bir kısım yurttaşlar ‘yardım bahanesiyle’ sağır edilmiş şamar oğlanı olarak, hiçbir şiddete karşılık vermiyor ve bu gerçek bütün geleceğimizi mahvediyor. Ve bu mahvolmuş geleceğimizin üstüne, şimdi de ‘Ahlat’ta “muhteşem bir saray” dikiliyor. Ey halk; acılarla dolu kalbindeki acını kus artık! Seni sağırlaştırarak, eline benzin bidonu veren o kirli eli kır!