Yaşam her şeyden bağımsız ve tüm olağanlığıyla içinde bulunulan andan sonraya doğru evrilirken, yeni bir zamanın başlangıcı sayılan yeni yılın ilk gününde iki kelam etmek sırası bana geldi tesadüfen. İnsan bugünden çok uzun bir süre önce zamanı planlamaya başlamış. Yaşamın zamana dayalı sistematiğini anlık süreçlerden, saatlere, günlere, aylara ve uzun yıllara varana dek tüm ayrıntılarıyla kurmuş. Hayatı bu sistematiğin içerisinde kendince örgütleyip bir işleyiş kazandırmış. İşte o işleyiş gereği geride bıraktığımız bir yılın ardından, yeni yılın ilk günü burada söyleyeceklerimiz ne ardımızda kalan yıla ne de ilk gününü yaşadığımız yeni yıla dair olmayacak tek başına. Geçmiş zamana ve gelecek zamana dair laflayalım istedim biraz.

Konu yılbaşı olunca zihnimde hep aynı görüntüler canlanır. Zaman ileriye doğru akıp giderken ben zihinsel bir pratik olarak geride kalan zamanların yalın hallerine doğru yol alırım genellikle. Örneğin çocukluğumun yılbaşlarını düşününce aklıma ilk gelen ve beni hala heyecanlandıran ilk şey yılbaşı kartları olur. Hani o karlar altında resmedilmiş, bacası tüten, sarı sıcak pencereleri içimizi ısıtan bir evin önünde Noel Babaydı, geyiklerdi, çam ağaçlarıydı derken bizi masalların içerisine çeken, üzerlerindeki simlerle çocukluğumuzu ışıl ışıl kılan o yılbaşı kartları vardı ya onlardan bahsediyorum. Modern zamanlara yenik düşmüş yılbaşı kartlarından... Elde o kartlarla postanede girilen uzun kuyrukları da anmadan edemeyeceğim tabi. Modern “zaman” algısıyla çelişen o postane kuyruklarının bile verdiği keyfi görmek mümkün buradan bakınca. Şimdilerde ne postane kaldı ne de kartpostal kuyruğu. PTT’nin yarısı satıldı, geri kalanı varlık fonuna devredildi, kartpostallar ise kimsenin aklına gelmiyor. Telefondan atılan mesajlarla örttük geride kalan zamanların üzerini artık.

O kartpostallarla birlikte bir dönem de yitip gitti. Her gün ortaya çıkan yeni gelişmelerle birlikte teknolojinin işgal ettiği yaşamlarımız, kendi küçük dünyalarımız içinde hapsolduğumuz koskoca yalnızlıklara dönüşüyor. Ve biz çoğu zaman, koca dünyanın orta yerinde maruz kaldığımız o derin yalnızlığın sınırlarında genellikle esaretimizi özgürlük zannedebiliyoruz. Algımız değişiyor, aklımızla dalga geçiyorlar. Cinayetlere, tecavüzlere, yağmaya ve talana haram diyemeyen birileri her gün kadınların öldürüldüğü, tecavüzlerin yaşandığı, yağmacıların betona gömdüğü, parsel parsel satılmış kentlerin sokaklarına çıkıp yüzleri kızarmadan “piyango, Noel Baba, yılbaşı haramdır” diyor mesela.

Ama zaman hızla akan bir nehir gibi içerisinde canımızı yakan, bize acı veren, ömrümüzden ömür alan her şeyle birlikte, yüzümüzü güldüren sevinçlerimizi, neşemizi, zaferlerimizi de başka bir devire doğru sürüklüyor. Yani o büyük günün evvelinde bu kez zaman; çocukların bayram neşelerine, ilk kar sevinçlerine doğru akıyor. Gelecek günlerde yeni masalları olacak artık yeni insanın. Yeryüzünün mutlu çocukları, güvenli yarınları olacak. Kentler emek, bilim ve sanat ile çevrelenecek. Özgürlüğün, adaletin ve barışın rüzgârları ile savrulacağız dört bir yanına memleketin. Ve zamanın modern yorumunun inadına, yenik düşmeyeceğiz su gibi akıp giden anlara.

Şimdi ömrümüzden bir yılı daha geride bıraktık. Her ne varsa gelecekte bizi bekleyen, bir zaman daha yaklaştık hepsine. Yarının çocuklarına, barışı, özgürlüğü, eşitliği isteyenlere, alın terine ve emeğe müjdelenecek olan o biricik hürriyet günlerine bir adım daha yakınız artık. Heybemizde yeni bir yıla dair umutlarımızı taşıyoruz. Yolumuza örülmüş umutsuzluk duvarlarını yaşama ve insanın aydınlık yüzüne, aldığımız nefese ve bin yıllık öykümüze olan inançla aşıyoruz. Geride bıraktığımız her gün, içinde hapsolduğumuz karanlığı yere çalacağımız, kader diye payımıza düşen zulmü alaşağı edeceğimiz o muzaffer günlere doğru atılan bir adımdır. Yaşamın içerisinde her başlangıç kaçınılmaz olarak kendisini bekleyen sona doğru ilerleyen bir süreçtir aynı zamanda. Bu sürülen sefa, bu bezirgân saltanatı, bu tarif edilemez görgüsüzlük ve doymama hali kendi sonuna doğru pervasızca ilerliyor yani bir yandan. İşte tam da bu nedenle her yeni yıl, aslında işlerin daha da kötüye değil, görece zorluklarıyla birlikte daha iyiye doğru gidişinin bir safhasıdır aynı zamanda. O doyasıya yaşanılası günler kapımızı çaldığında yukarıda bahsettiğimiz pervasızlığın sonu, devrin cefasını çekenler için başka bir başlangıç olarak yerini alacak tarihin beyaz sayfalarında.

İyi yıllar, iyi zamanlar