24 Ocak 2018: Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Zeytin Dalı Harekatı’nı başlatmasının ardından Türk Tabipler Birliği yazılı bir açıklama yayınladı. Açıklama “Savaş bir halk sağlığı sorunudur!” başlığını taşıyor, “Savaşa hayır, barış hemen!” ifadesi ile sona eriyordu.

                                                                                                (İzmir Barosu tarafından başlatılan Demokrasi Nöbeti)

7 Mayıs 2019: 31 Mart yerel seçimlerinin ardından tüm ülkenin gözü Yüksek Seçim Kurulu’na ve İstanbul’a kilitlenmişti. Millet İttifakı’nın adayı Ekrem İmamoğlu, Cumhur İttifakı adayı Binali Yıldırım’ı geride bırakarak seçimi kazanmış, ancak YSK seçimin tekrarlanması yönünde karar almıştı. Kararın ardından hızlı bir biçimde harekete geçen İzmir Barosu ise baro binasının önünde Demokrasi Nöbeti başlattığını duyurmuş, Demokrasi Nöbetleri hızlı bir şekilde Türkiye’nin dört bir yanına yayılıvermişti. Bugünlerde gündemde olan Ankara Barosu da Yüksek Seçim Kurulu’nun karşısında bulunan binasına “Hukuksuzluğun tam da karşısındayız”yazılı pankartı, Demokrasi Nöbetleri sürecinde asmıştı.

***

Hafızaları taze tutmak günlük rutin içerisinde kolay olmayabilir. Ancak çok da önemli. Bahsettiğim iki olayın ortak özelliği sadece hükumete karşı olması değil elbette. Bir buçuk sene ara ile gerçekleşen bu iki olayda da ülkenin ana muhalefet partisi ve muhalefeti refleks göstermekte gecikmiş ya da gösterdiği refleks toplumsal muhalefeti tatmin etmemişti.

Örneğin; Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) başlatmış olduğu Zeytin Dalı Harekatı’na ilişkin Cumhuriyet Halk Partisi’nin tutumu çokça eleştirilmişti. “Savaş bir halk sağlığı sorunudur” diyen Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi’nin 11 üyesi hakkında ise “terör örgütü propagandası yapmak” ve “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlarından cezalandırılmaları istemiyle dava açılmıştı.

                                                                                                       (TTB Merkez Konseyi üyeleri)

Ya da Demokrasi Nöbeti’ni başlatan İzmir Barosu o kadar hızlı hareket etmişti ki Millet İttifakı’nın temsilcileri -seçimin de yorgunluğu ile birlikte- nöbetlere ancak birkaç gün sonra katılabilmişlerdi.

Burada esas mesele ana muhalefetin ya da muhalefetin her yerde olması, olabilmesi değil. Mesele muhalefet partileri olmadan da sesini çıkarabilen meslek odaları ve sivil toplum kuruluşlarının bulunabilmesi. Demokrasi açısından çok da temel bir şeyden söz ediyorum aslında. Recep Tayyip Erdoğan son MYK toplantısında, “Oda ve barolarla ilgili düzenleme konusunda derhal çalışmalı ve meclisimizin takdirine bunu sunmalıyız” dedi. Erdoğan’ın meslek odalarına ilişkin söylediği düzenleme, doğrudan örgütlenme hakkını hedef alıyor. Oysa yaklaşık iki aydır içerisinde bulunduğumuz salgın koşulları bu ülkede yaşayanlara sivil toplumun önemini göstermişken; Erdoğan’ın hamlesinin sivil toplumu işlevsizleştirmeye yönelik olması tesadüf ile açıklanamaz.

***

Yazının başında da söylediğim gibi hafızayı diri tutmakta fayda var. Devam edelim...

2 Eylül 2019: Aralarında İstanbul, Ankara ve İzmir Baroları’nın da bulunduğu 11 baro 2019-2020 Adli Yıl Açılışı’nın Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde yapılmasının yargı bağımsızlığını zedeyeleceğini söyleyerek törene katılmadı.

6 Kasım 2019: Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde gerçekleşen Adli Yıl Açılışı’na katılmayan barolar, Türkiye Barolar Birliği (TBB) Yönetim Kurulu’na olağanüstü genel kurul için çağrıda bulundu. Türkiye Barolar Birliği (TBB) tüzüğüne göre olağanüstü genel kurul için 10 baronun imza vermesi yeterliydi.

8 Kasım 2019: Türkiye Barolar Birliği(TBB) yönetimi , yaptığı yazılı açıklama ile on iki baronun yapmış olduğu olağanüstü genel kurul talebini reddetti.

***

Daha önceki yazılarımda Metin Feyzioğlu ile Recep Tayyip Erdoğan’ın kaderlerinin bir olduğundan söz etmiştim. Eminim ki Erdoğan başta Türk Tabipler Birliği olmak üzere her meslek odasının her sivil toplum kuruluşunun başında bir Metin Feyzioğlu olsun isterdi. Normal koşullarda; Türkiye Barolar Birliği’nin olağan genel kurulu 2021’in Mayıs ayında gerçekleşecekti. Normal olmayan günlerden geçiyoruz. Bu normal olmayan günler içerisinde ülkemizin bitmeyen çilesi erken seçimler yüksek sesle tartışılır oldu. Olası bir erken seçimde Erdoğan kazanır mı sorusunun net bir yanıtı yok. 2021 yılının Mayıs ayında Feyzioğlu’nun seçime Erdoğan’sız girmesi ne kadar mümkünse 2023’te de Erdoğan’ın seçime Feyzioğlu’suz girmesi o kadar mümkün. Ama bu demek değil ki yolları ayrı. Uzunca bir süredir ikisinin de yolu bir çıkmaz sokağı işaret ediyor.