Bugün eylemdeydik. DİSK’e bağlı Genel İş üyesi işçiler “Ayrımsız, şartsız, koşulsuz kadro talebi” için iş bırakarak alanlara çıktı. Biz de KESK olarak destek için Cumhuriyet Meydanı’ndaydık. O güzel havayı soluduk hep birlikte. Gökyüzünde yine kuşlar. Hep kuşlar.

Bu sefer göçmen kuşlar, kırlangıçlar eşlik ediyordu, yeryüzündeki kardeşlerine. Bulut halinde bir ordan bir oraya dalga dalga uçuyorlar, dans ediyorlardı. Aynı ahenk yeryüzünde de vardı. Gökyüzündeki binlerce kuş gibi yeryüzünde de binlerce işçi talepleri için alanlara inmiş gür sesleriyle haykırıyorlardı. “Birleşe birleşe kazanacağız.” Evet bitlik olmak gerek aynı kırlangıçlar gibi.

Kırlangıçlarda da birçok kuş türünde olduğu gibi birlik hakimdir. Yılın bu dönemde yaklaşık 3000 kilometrelik yolu uçarak hep birlikte kışlamaya Afrika’ya göç ediyorlar. Mart’ta yine Türkiye’de olacaklar, üremek için. Burada ürüyorlar, çoğalıyorlar. Kışında güney yarım küreye besinlerin bol olduğu bölgelere, kışı rahat geçirmek için, göçüyorlar. Göç başlamadan önce tıka basa ne bulurlarsa yiyorlar. Yediklerini yağa dönüştürüp depoluyorlar. Yağ hem hafif ve az yer kaplıyor hem de enerji ve su kaynağı. Her yıl bu döngü devam ediyor. Göçüyorlar, göçüyorlar hep beraber yan yana.

Sadece göçü değil, tüm işlerini bir imece usulüyle hep birlikte hallederler-dişisi erkeği ve komşuları. Gelir gelmez ilk olarak yuvayı yeniden yapmak için uygun bir yer ararlar. Eğer geçen yıldan kalan yuvaları yerinde duruyorsa bir güzel tamirini yapıp yuvaya yerleşirler. Yeni yuva yapmaları gerekiyorsa eğer, onu da komşularının yardımıyla bir çırpıda hallediverirler. Sonra ver elini balayı, ardından da yumurtlama.

Yuvalarına da hep birlikte sahip çıkarlar. Serçelerle olan kavgaları da hep bu yüzden. Yuva meselesi. Gittiklerinde bazen serçeler, kırlangıçların yuvalarına konar. Çiftler (çift diyorum çünkü kırlangıçlar birçok kuş türünde olduğu gibi tek eşlidirler) Mart ayında döndüklerinde bir önceki yıl yaptıkları yuvalarını gagalarıyla yapmışçasına anında bulurlar. Bulurlar da bir de ne görsünler. Yuvanın içinde serçeler ehli keyf. Ya dışarı çağırırlar serçeyi kavgaya, ya da hiç serçeye hissettirmeden hep birlikte yuvanın girişini çamurla kapatıp, serçeyi yuvaya hapsederler. Tabii ki serçenin içerde mahsur kalacağı yok. O da delik açıp kaçar gider. O gaga boşuna mı var?

Hep aynı sonuca varıyoruz. Dünya üzerinde sosyal yaşamı olan tek tür biz değiliz. Ama bizden başkasını yok sayan tek türüz.

Aralık ayı son göç ayı. Kışın başlangıcı. Yüreğimizdeki kışında ayrı bir başlangıcı. Saate bakıyorum. An itibariyle 13 Aralık’a geçmiş bulunmaktayız.

13 Aralık 1980

“Asmayalım da besleyelim mi?”

Yine bir dar ağacı.

Yine genç bir fidan.

O hep 17 yaşında.

Erdal Eren.

Erdal gittiğinden beri 17 yaşında. O 13 Aralık soğuğundan günümüze kadar her kuşağın oğlu, kardeşi, yoldaşı. Biz 17 iken bizim yaşıtımız idi, şimdi ise bizden onlarca yaş küçüklerin yaşıtı. O hep 17 yaşında.

Kırlangıçlar her Aralık ayında göçüyorlar ama döneceklerini bilerek. Biz ise 37 yıldır her Aralık ayında Erdal’ı uğurluyoruz, dönmeyeceğini bilerek.

“En büyük dileğin neyse onu koy önüne ve kendi kendine de ki; kırılacak kemiklerim ama savaşmaktan asla vazgeçmeyeceğim.”