İnsan hakları sadece insan olmak nedeniyle sahip olunan haklar olarak devlet hukukundan önce gelirler ve bağımsızdırlar. İnsan hakları konusundaki hukuksallık, sadece iç hukuk kuralları ile değil ancak giderek artan bir biçimde uluslararası hukuk kuralları ile de sağlanmaktadır. En önemli bir diğer ilke ise hukuk devleti olmak. Yurttaşların temel hak ve hürriyetlerini korumada önemli bir güvence teşkil etmektedir. Başka bir deyişle, hukuk devleti, birey lehine devletin otoritesini sınırlayan, bireyin temel hak ve hürriyetlerini güvence altına alan bir sistemi ortaya koymaya çalışır. Ekonomiden diğer özgürlüklere kadar bağlantı hukuk anlayışı ülkenin temel ilkelerinden birisi olmak zorundadır. Yabancı yatırımcılar Türkiye'de hukukun bağımsızlığına bakıp ona göre yatırım yaparlar. Bugün yabancı yatırımcı ülkeye gelmiyorsa bunu önce ülkeyi yönetenlerin görmesi ve düşünmesi gerekiyor. Ne yazık ki hukukun üstünlüğü vardır diyemeyiz. Hukuk dışı uygulama, işlem ve tutum türündeki yakınma nedenleri üzerinde önemle durulmalıdır. Haksızlık. yolsuzluk, kötü davranış ve işkence gibi aykırılıkların duyarlıkla izlenmesi, kovuşturulup soruşturulması devleti eleştiriden, toplumu endişeden kurtaracaktır. İnsanlıkla bağdaşmayan durumların sorumluları saptanıp gereken cezaya çarptırılmadıkça yetkililer yeni olayların da sorumlusu durumuna düşerler. Türkiye'nin hukuk açısından acı ve düşündürücü bir örneği son günlerde dünya ve Türkiye kamuoyunda yer alıyor. İş insanı Osman Kavala davası, Türkiye'yi uluslararası arena'da gerçekten çok kötü bir duruma sokmuştur. Siyaset kurumu ve yargı ancak el birliğiyle bu ülkeye bu kadar kötülük yapabilir. Bunun adı artık kötülüktür. Yine bir başka acı örnek Selahattin Demirtaş, muhalif olan siyasi tutuklular ve birçok haksız ve hukuksuz yargılamalar, tutuklamalar...

Siyasetin ve yargının bunu ortaklaşa yapması her alanda ülkeye büyük bir zarar veriyor. İşte Türkiye'nin sorunları insan hak ihlalleri ve hukuksuzluklarla bitmiyor. Ülkenin bir başka büyük sorunu ise bilimsellik ve laiklikten uzaklaşma çabaları. Çağa yetişmenin, çağı yakalamanın tek ve vazgeçilmez koşulu bilimsel düşünebilmektir. Bilim, ne dinsel ne de siyasal otorite ile bağdaşabilir. Düşünce özgürlüğünü sağlayabilmek, bilimsel olabilmek ve çağdaş toplum niteliklerine sahip olmak için laiklik şarttır.

Bir islam toplumunda laiklik olmadan demokratik sistem kurulamaz "Demokrasi” ulusal irade demektir. Ulusal irade ise ancak laik toplumlarda gerçekleşebilir. Teokratik düzende siyasal güç dini güçle bir aradadır, Laik düzende ise din adamı dinin felsefesiyle uğraşır, devlet işlerine karışmaz. Öte yandan şeriat özü itibariyle baskı rejimidir, Bu nedenle laik düzende "din" de düşünce ve uygulama daha özgürdür. 

O halde demokratik bir siyasal rejim ve ulusal iradenin egemenliğini İstiyorsak, laiklik kavramından vazgeçemeyiz. Laiklik demokrasinin temel koşuludur. Onu bütün gücümüzle korumalıyız. Yazıyı bitirirken, binlerce yıl önce antik Yunan’da demokrasi, insan doğası, vicdan ve akıl üzerine temellendirildiğini vurgulamak isterim. Buradan bizleri yönetenlere antik dönemin akılcılığını ortaya koyan, Yunanlı tarihçi Tukididis'in sözlerini anımsatmak istiyorum. Bakın bizim içinde yaşadığımız bugünkü kötü ve yönetilememe durumunu binlerce yıl önceden bir cümleyle özetleyen Tukididis; "Biz Atina’IıIar, poIitika iIe iIgiIi kararIarı uygun tartışmaIardan sonra aIırız; en kötü oIan şey, sonuçIarı tartışıImadan bir poIitikanın uyguIanmasıdır."